Bu sabah mecburiyetten yine kuaförde aldım soluğu. Artık saçlarımın ne denli çabuk uzayan türden olduğunu bilmeyeniniz kalmamıştır sanırım. Hain beyazların alttan saç tellerini itekleyip vaktinden evvel dışarı çıktıklarını bile düşünmekteyim. Her neyse daha içeri girer girmez "bitey itip itmeyeceğimi" soran kuaförüme teşekkür edip yerleştim koltuğa. Boyanın saçıma sürülmesi sürecinde sohbet ettik, daha doğrusu sohbet etmeye çalıştık. Ben başka birşey sordum o başka bir cevap verdi ama herşeye rağmen babasının devlet memuru olduğunu, maaşı yetmediği için önce takside, sonra kamyonda, sonra otobüste çalıştığını öğrendim. Şimdilerde ne yaptığını merak ediyorsanız söyleyim, emekli olmuş oturuyormuş evde. Ve farkettim ki benim kuaför kilo almış evlendiğinden bu yana, hanımı güzel yemek yapıyor ya da sürekli makarna yiyorlar. Boya faslı bitince kuaförüm önce bilgisayarda "solitaire" oynadı, sonra da gelen bir müşterinin saçına fön çekti. Ben de Ayça Şen'in "Kalın Kitap"ından 80 sayfa okudum. Süre dolup yıkama bölümüne geçtiğimde ılık su ve şampuanın verdiği rehavetle tam uykuya dalıyordum ki kuaför saçlarımı alüminyum bulaşık teli gibi kullanarak boya lekelerini çıkarmak adına alnımı dibi tutmuş tencereymişcesine kazımaya başladı. Cin gibi oldum birdenbire, üstelik canım acıdı. Sonra da kesim için mezbahaya-pardon koltuğa-geçtim:) Saçım kesilirken Feridun Düzağaç'tan iki, Sertab Erener'den bir şarkı dinledim, saçlarımın ayrım yerindeki seyrelmeyi görmemek için aynada kendime değil arkadaki posterin aksine baktım ama posterdeki fıstığın çayır gibi fışkırmış saçlarını görünce moralim daha çok bozuldu. Sonra tamamen dökülünceye kadar belki kadınlarda dazlaklık moda olur diye kendimi avuttum. Kesim bitti, saçlarım şekillendi ve ben o kadar sıkılmıştım ki kuaförün tuttuğu aynaya bile bakmadan kalktım oturduğum yerden ve ödemeyi yapıp attım kendimi dışarı.
Öğlen Mavianne ile bir kahve içimi buluştuk, bir dilim cheesecake'i paylaştık ama sipariş verirken bunun cimrilikten değil diyet nedeniyle olduğunu garsona belirtmeyi de ihmal etmedik. Hakkımızda olumsuz yargıya varılmasın icabında:) Mavianne'nin işyerine dönecek olması, benim de işlerim nedeniyle birbirimize doyamadan ayrıldık ama en azından görüşmüş olduk ben vatanıma avdet etmeden.
Dünü soracak olursanız Atatürk Kültür Merkezi'ndeki Diyarbakır Günleri Etkinlikleri'ne gitmeye niyet ettik ve gittik de ama sanırım biraz geç olmuş ki tüm standlar toplanmıştı neredeyse, bir tek içleri boşaltılıp çocukla doldurulmuş 50 kiloluk karpuzlar kalmıştı seyirlik.
Karpuzlara bakıp "Hay maşşallah" dedikten sonra dışarıdaki çadırlara kurulmuş seyyar restoranlardan birine yerleştik, "Diyarbakır Tavası" diyerek önümüze getirdikleri yöresel kemik yemeğinden 10 gram kadar et tedarik edip yedikten sonra kazık bir hesap ödeyerek ayrıldık. Afiyet ola...
canım benim senin yazılarına hayranım gülerek okudum yine...
YanıtlaSilseviyorum seni ben :)
Anlaşılan bugün seninle kuaförde kaporta yenileme günümüzmüş:)) bende hem dip boyattım hemde kış geldi spor salonunda, duştan sonra daha rahat kurutmak adına 1 karış saçımdam feda ettim. Vallahi ben yıkarken uyuyacağım nerdeyse, saç diplerimin sert bir şekilde tırnaklanmasını seviyorum. Benim ayşenim de bunu bilir, sana yaptığımı bir başkasına yapsam ciyakladığı gibi bir daha bana gelmez der:)))
YanıtlaSilkuaför maceraların hiç bitmez çok hoşsun film gibi anlatıyorsun gözümde canlandırıyorum.
YanıtlaSilgüzeldi doyamadık inşallah bir dahaki yaza leylağım
Ben seni halama götüreyim de kurtul buralardan yaw :)
YanıtlaSilBu ne kaaa güssel bir kuaför macerasıdır be yaaa Örtmenimmm ;-)))
YanıtlaSilo çocuk karpuzun içinde mi gerçekten...
YanıtlaSil