E hani ama, hala göndermedi bazı arkadaşlar adreslerini Bayram Kartı Etkinliği için. Lütfen bu akşama kadar tamamlayalım ki ben de listeyi size yarın ulaştırabileyim. Teşekkürler...
Dün ortalığı yakıp kavuran sıcağa rağmen kızkardeş ve ben, iki çılgın etnografik, kültürel, dinsel, folklorik ve gurmesel bir gezme yapmak üzere yollara düştük. İlk durak sık sık önünden geçtiğimiz, sağdan-soldan methini duyduğumuz ama bir türlü gidemediğimiz Kale civarındaki Gramofon Cafe idi. Ulus'dan bindiğimiz taksi ile yolların kapanmış olmasından dolayı yürüyerek belki 15 dakikada varacağımız yolu yaklaşık yarım saatte alabildik. Bir bakıma iyi oldu, bunca yıldır Ankara'da yaşayan biri olarak hiç bilmediğimiz sokaklara girip İstiklal Caddesi'ndekileri aratmayacak güzellikte ama bakımsız binalar, en az 60 yıldır aynı görünümünü koruyan küçük dükkanlar, labirent benzeri çıkmazlar gördük. Varacağımız yere hiç ulaşamayacağımızı sandığımız anda da "geldik" dedi gördüğümüz yerler kadar ilginç sürücümüz. Koyunpazarı Yokuşu'ndan aşağı biraz yürüdük ve bunalmış bedenlerimizi Gramofon Cafe'nin şirin ve gölgeli ortamına attık.
Elvis Presley köşesinin karşısındaki masaya oturup kırmızı gramofona diktik gözlerimizi. Bir kahkaha çiçeği gibi açılmıştı ve insana neşe veriyordu.
Bu mekan gramofon ustası Ali Olcay'a ait, onlarca gramofona, yüzlerce plağa ve birçok değişik müzikal nesneye ev sahipliği yapıyor. Renkli tahta sandalyeleri, dokuma masa örtüleri, kapakları 45'lik plaklardan oluşmuş menüleri ile çok sevimli. Tuvaletin duvarları bile eski Ses mecmualarından koparılmış, sepya rengi sayfalarla kaplanmış.
Arka tarafta Ali Olcay'ın atölyesinin de bulunduğu yerde Orhan Gencebay'a ayrılmış özel bir bölüm var, sanatçıya özel bir hayranlığın olduğu kesin. Duyduğuma göre Orhan Gencebay'da bile bulunmayan 45'lik plaklar burada varmış.
Kahvelerimizi uzunçalar koleksiyonundan seçtiğimiz ve bizim için pikaba yerleştirilen Banu'nun eski bir LP'ini dinleyerek içtik: "Bir rüyadır gelir geçer/Her aşk bir gün hayal olur/Unutulmaz denen günler/Unutulur unutulur".
Yolunuz düşerse Gramofon Cafe'ye mutlaka uğrayın, seveceğinize eminim.
Gramofon Cafe'den çıkınca yenilendiğini bildiğimiz ve billboardlarda "ziyaret ediniz" ilanlarını gördüğümüz Hacıbayram Camii'ne gidelim istedik. Restorasyon sonrası halini merak ediyorduk. Çocukluğumda annem bir dileği olduğunda "Hacıbayram'a ampul adadım" derdi, bir türlü bağlantı kuramazdım, sonradan aklımın suyu erdi o ampullerin kocaman avizeler için olduğuna. Annemin dileği tutarsa ampulu alır camii ziyarete giderdik. Ben aval aval bakınırken ve aklım kapıya bıraktığımız ayakkkabılarımda kalmışken annem ve anneannem ampulleri görevliye teslim eder, namaz kılıp dualarını eder dönüp gelirdik. Uzun zamandır gitmemiştim Ankara'nın bu en meşhur camiine. Yürüyerek gitmeye karar verdik sıcağa rağmen ve ilk sokakta karşımza yukarıdaki at arabalı sebzeci çıktı: "Oğlum bak giit..."
Hacıbayram'a gitmek için geçtiğimiz sokaklardan biri-ki Avizeciler çoğunluktadır orada-yeni restorasyonu bitmiş binalardan oluşuyordu ve çok güzel olmuştu.
Uzun uzun yürüdük sıcakta, arada soluklanmak için durup heybetle yükselen Ankara Kalesi'ne baktık. Kale civarında da restorasyon var, bir çok bina yıkılmış, umarım güzel birşeyler çıkar ortaya.
Yürümekle kalmayıp epeyce de merdiven çıktıktan sonra ulaştık Hacıbayram Camii'ne. Hem cami, hem çevresi restore edilmiş, etraftaki binalar temizlenmiş, yeşertilmiş, düzenlenmiş. Lakin camiye girmek istediğimizde kapıdaki güvenlik görevlisi pek istekli olmadı, bodrum kattaki kadınlar bölümüne girmemizi önerdi. Camiin restore edilmiş halini görmek istediğimizi söyleyince gönülsüz de olsa "Siz bilirsiniz" dedi ama öyle bir söyleyişti ki ben girmemeyi tercih ettim, kızkardeş girdi ama fazla kalamadı. Sonra Kadınlar Bölümü'ne indik. Önceden var mıydı, sonradan mı eklendi bu bölüm bilmiyorum ama pek yeni göründü gözüme. Temizlenmiş, süslenmiş ama orijinal birşey göremedim burada, oymalı ferforje parmaklıkların üstüne yapıştırılmış pullar da bir camiye ne kadar yakışmış tartışma götürür. Sanırım dışarıdaki aşırı sıcaktan kadınların bir kısmı uyukluyordu halıların üstünde, görevli kadınlar uyarıp kalkmalarını söylese de pek dinleyen yoktu. Hasılı camiin son halini göremedik, yan taraftaki Hacı Bayram Veli türbesine girdik, camie bitişik Augustus Tapınağı'na bir göz attık ve ayrıldık oradan.
Sıcakta yürümelere doymamış olacağız ki bu defa rotayı Hamamönü'ne kırdık restorasyonu devam eden ve tamamlanmış, hoş bir görünüm almış binaların arasından geçerek ulaştık Ramazan'da hayli canlılık kazanan semte.
Akşam olup iftar zamanı yaklaşırken Hamamönü'nde iğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalık oluşuyor. Tezgahlar açılıyor, restoranlar masalarını kapı önlerine çıkarıyorlar, her kapının önünde bir-iki müzisyen müzik yapıyor, bir TV Kanalı iftar programını canlı olarak Mehmet Akif evi önündeki parkta yapıyor, başka bir alanda kurulan sahnede konserler, seğmen gösterileri yapılıyor, hasılı ortalık insan ve ses kaynıyor. Hoş birşey aslında bu geleneklerin yaşatılması ve burada oturan halka da bir kazanç kapısı açılmış oluyor.
Sokak aralarında biraz dolaşıp Sanat Sokağı'nda açılmış İş Bankası Kültür Yayınlarının Satış Mağazası'nı keşfedip kendime hayli düşük bir fiyata "Bahçe Çiçekleri" isimli resimli bir kitap aldıktan sonra pes ettik ve evlerimize doğru yönümüzü çevirdik. Sıcaktan biraz perişan olsak da güzel bir gündü, tekrarlamak niyetindeyiz...