.

.
.

6 Haziran 2012 Çarşamba

NEREYE GİDER ANILAR?


Bugün bir arkadaşla Tunalı Hilmi'deki Flamingo'da buluşup kahve içtik. Kahvenin yanında minik bir çiçek süzgeci, içinde de çalı benzeri yeşil plastikten bir nesne vardı. Epeyce güldük bu absürd sunuma. Al kardeşim bir demet en ucuzundan papatya, kır boyunlarını, koy içine, illa çiçekli sunum yapacaksan bari sahici olsun. Traş fırçasına benzeyen bu yapay şeye ne hacet.

Diyeceğim o ki Flamingo'ya nostalji yapmaya gitmiştik ama orası da dekorunu değiştirmiş. Salon bölünmüş, masalar, sandalyeler yenilenmiş, lambrili duvarların yerini kahve fincanı desenli bir duvar kağıdı almış. Tamam modern ve güzel olmuş ama benim gözüm eski cam masaları, duvardaki panoları aradı. Neyse ki bakır üzerine kabartma flamingoları kaldırmamışlar, eskiden hatıra olarak duruyorlar hala. Bende anısı olan mekanların eski dekorlarıyla kalmasını istiyorum hep, bu konuda tutucuyum, ya da yenilenecekse eski ruhunu kaybetmeden yenilenmesinden yanayım, yabancılamamalıyım girdiğim yeri. Benimki de bir fikir işte, üstelik gençlik mekanlarım birer birer kapanırken Flamingo'nun dekor değiştirse de faaliyette olması da birşeydir. 

Akman için hala üzülüyorum, öyle çok anım var ki o pastaneyle. Önce Ulus'taki taşındı, hiçbir şekilde gitmeyeceğim bir yere, İstanbul yoluna. Oysa ben oranın loş ortamını, bakımsız görünümünü, ahşap vitrinlerini, turuncu sandalyelerini, yazın kenarına masa atılan kirli havuzunu, fıskiyesine konan güvercinleri, bir kısmı kopup düşmüş eski model ampullerini, arkanıza sotelenip konuştuklarınıza kulak kabartan bordo ceketli garsonlarını ne çok severdim. Üniversitedeyken okula yakın olduğu için boş saatlerde kaçıp gelirdik arkadaşımla. Menüye bakar, cebimizdeki kısıtlı parayla en fazla kahve içer, konuşur gülerdik. Sevgiliyle ilk buluşma yerimizdi, nişanlıyla uğrağımız, kocayla mola yerimiz. Bir bardak bozanın başında ne muhabbetler döndürürdük. Sonra Kızılay şubeye takılmaya başladık, ne zaman Kızılay'a insek çay molası verirdik kışsa vitraylı salonunda, yazsa küçük bahçesindeki at kestanesi ağacının altında. Sonra bir yılbaşında asılan elektrik ampulleri kısa devre yapmış ağaç yanıp kurumuş, kesilmişti. Hayatımda yediğim en güzel sosisli sandviçlerin yapıldığı yerdi orası, bir de vişneli pastası. Annemle yatağa düşmeden gittiğimiz en son mekan, yediği en son pasta, onu en son keyifli gördüğüm yer;  o gün oturduğumuz masaya ne zaman otursam annemin avucuna sıkıştırdığı parayla bize sezdirmeden hesabı ödemek için uzattığı kolunu görürdüm. Hepsi kilitlenmiş kapıların ardında, boşalmış bahçenin kirli taşlarında kaldı. 1936 dan beri süren gelenek şimdi uzak bir semtte, steril bir ortamda, anısız, ruhsuz devam edip gitmekte.

Eh vakit bu vakittir, sanırım yaşlanıyoruz ve bizimle birlikte şehir de yaşlanıp belleğini kaybetmeye başlıyor. Oysa vitamin takviyesiyle geçmişinin görkemini sürdüren şık bir hanımefendiye dönüştürülebilir, bazı değerler, bir şehri şehir yapan yapı taşları korunabilirdi ama olmuyor işte. Çarpık şehircilik, betonlaşmayı modernleşme sanan anlayış ve rant kaygısı kentleri ucubeye döndürürken anılarımızı da temel çukurlarına gömüveriyor...

13 yorum:

  1. Ne kadar haklısınız hüzünlenmekte:( ben sadece her birimizin ayrı ayrı düşünüp eksikliğinden üzüntü duyduğumuz mekanları, değerleri neden güya büyüklerimizin düşünüp korumadığına hayret ediyorum. Bu kadar zor mu ortak bir mirasımızın olması? Çok naif anlatmışsınız hislerinizi. Tanımamış olsamda annenizin parayı uzatan halini görür gibi oldum. Tüm anneler gibi:) Mekanı cennet olsun. Sevgiler

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. Gozlerim doldu, icim sizladi okuyunca. Ben de her gidisimde ayni seyleri hissediyorum. Yitip gidiyor degisimle birlikte anilarim, cocuklugum, gençligim.....

    YanıtlaSil
  4. sunum çok da kötü değil, ama daha sahici çiçekler varken ne gerek vardı...

    YanıtlaSil
  5. Devrmci ruhuma iyi geliyor bu yazıların:)Fakat çok da acıtıyor.

    YanıtlaSil
  6. Akman pastanesinin kapanma haberi verilmişti tv de ve hemen aklıma sen gelmiştin Leylak ablam, hah demiştim yazar bunu da anısı vardır mutlaka diye. Ne çok anın varmış meğer..hem gülücüklü hem hüzünlü. Yurt dışında bazı yerleri gösteriyorlar geçen asırdan beri işletilen pastaneler, restoranlar falan imreniyorum nerde bizde o geçmişe bağlılığı yeniyle tazeleme ruhu. anca bi osmanlı ruhu var geriside boş..

    YanıtlaSil
  7. Ya hele İstanbul gibi bir metropolde bir mekana 3 ay gitme,gidişinde ya mekan yok olmuştur ya el değiştirmiştir. yaşlanmak değil bence.

    YanıtlaSil
  8. Ne güzel anlatmışsınız ve nasıl da özetlemişsiniz durumu:(

    YanıtlaSil
  9. Ah be ablam yabancısıyım bu şehrin diye düşünürken geçen yaz sen götürmüştün Akman' a, kahvenin yanındaki suyun içinde bulunan damla sakızına salak salak bakmıştım, ne olduğunu anlayamamıştık da sen anlatmıştın, Flamingo' ya da ilk kez seninle gitmiştim, eski güzel haliyle görmek seninle nasip olmuştu. İçim burkuldu şimdi.

    YanıtlaSil
  10. Oyle tatlı,oyel gercekci bir anlatımın var ki Leylak Dalım.Hic kitap yazmayı denedin mi?Bence denemelisin.Kesinlikle denemelisin.Gozlerim doldu.Zira ben de universite yıllarımda oralara cok giderdim.Biz de yanındaki Rest-outta pizza yerdik.Sevgiler Leylak Dalım.

    YanıtlaSil
  11. ah bu incelikler, bu detaylar. o anne eli kalbime dokundu.

    YanıtlaSil
  12. Ben de hiç sevmiyorum anılaırmın olduğu yerlerin değişime uğramasını, yabancılaşıyorum resmen :(

    YanıtlaSil
  13. Bu anlattıklarınız bir kitap olsaydı, çevirip çevirip okur, her Ankara seyahatimde yanımda taşır, oraları anlattığınız gibi hayal ederdim ;-)
    Keşke.

    YanıtlaSil