.

.
.

25 Eylül 2023 Pazartesi

KALE'DE BİR CUMARTESİ / 25 EYLÜL

Hafta sonunun Cumartesi olarak isimlendirilen gününde giyindik, kuşandık, kendimizi bir taksiye yerleştirdik ve Kale'ye müteveccihen yola düştük (müteveccihen sözcüğünü çok seviyorum, cümle içinde kullanmak istedim, itirazı olan varsa şimdi etsin, yoksa ebediyete kadar sussun😀) Böylece yıkımı ilkel bir şekilde devam eden karşımızdaki binanın tozundan, gürültüsünden bir süreliğine de olsa kurtulmuş olduk. 

Kale'de dolaşmayı severim, ara sıra gideriz kız kardeşle ya da arkadaşlarla ama bu defaki gidiş sebebimiz farklıydı. Bir serginin açılış kokteyline davetliydik ve serginin bizim için özel bir anlamı vardı:


Serginin adı "Cebeci-Sıhhiye Hattında Tıbbiyeliler" idi, Ankara Tabip Odası tarafından düzenlenen bir sergi idi ve serginin düzenleyiciliğini de Oda'nın basın sorumlusu olan bir arkadaşımız yapıyordu. Bizi ilgilendiren yönü ise şu idi:

Fotoğraf aile albümümüzden. Babam ve aşı şubesinde birlikte çalıştıkları doktor ve kimya mühendisi hanımefendiler Hıfzıssıhha Enstitüsü'nün bahçesinde, Enstitü'nün kurucusu olan sağlık bakanı Refik Saydam'ın büstü önünde o günü ölümsüzleştirmişler. İyi ki, böylece yıllar sonra bize duygusal anlar yaşatan bir olaya sebep oldular. 1928 yılında kurulan Hıfzıssıhha Enstitüsü aşı ve serum üretiminin yanı sıra halk sağlığı konusunda da önemli çalışmalar yapılan bir kurumdu, ne yazık ki 1998 yılında aşı üretimi durmuş, 2011 yılında da çalışmalarına son verilmiştir. 

Babam yıllarca o kurumda çalıştı, önceleri aşı üretim bölümünde sağlık memuru olarak, sonra da yönetim kadrosunda Enstitü'nün genel sekreteri olarak. Kardeşimle benim çocukluğumuz ve ilk gençliğimiz o güzelim taş binaların serin, gölgeli koridorlarında, aydınlık odalarında, laboratuvarlarında, leylaklar, çamlar ve Japon elmalarının süslediği yemyeşil bahçelerinde geçti. Adeta evimiz gibiydi, personelin çoğunu tanır, rahatça girip çıkardık. Babamın iş arkadaşları tarafından şımartılır, laboratuvardaki ocaklarda, beher içinde demlenen çaylar içerdik. Baharda babam kucak dolusu leylaklar getirirdi, leylak sevgim biraz da ondandır sanırım. Babam emekli olduktan ve kurum 80 sonrası tanınmayacak hale geldikten sonra bir daha gitmedik ama anılarımda hâlâ kunt taş binalar, sonraları Hıfzıssıhha Okulu olarak kullanılan yuvarlak cepheli, pembeye boyalı binanın üstündeki Temizlik Tanrıçası Hygenia kabartması, çiçek tarhları, yemeye bayıldığım ekşi Japon elmaları capcanlı durur. 

Sergide çeşitli aile albümlerinden toplanmış sağlık çalışanlarına ait fotoğraflar var. Görmek isterseniz 8 Ekim'e kadar Kale'deki Rahmi Koç Müzesi Sergi Salonu'nda gezebilirsiniz.

Sergi çıkışı gelmişken biraz civarda dolaşalım dedik ve kendimizi Pilavoğlu Han'ın renkli mekanlarında bulduk:


Elbette ki burada fotoğraf çektirdik, kaçar mı bizden 😀


Çiçeklerle ve sanatsal objelerle bezeli atölyeleri gezdik. Üst katlara daha önce hiç çıkmamıştım, meğer çok renkli ve canlı imiş, Pirinç Han'a rakip olacak kadar...


16. ya da 17. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen Han önceleri ticari amaçla kullanılırken Osmanlı'nın son yıllarında kadın ve çocuk cezaevi olarak kullanılmış, daha sonra odaları evsiz ve kimsesizlerin konaklamasına tahsis edilmiş. 20. Yüzyılın sonlarında ise tekrar ticari amaca dönmüş, üst katlar pansiyon, alt katlar deri atölyeleri olarak işlev görmüş. Günümüzde ise tamamen sanat amaçlı kullanılmakta, otantik, renkli ve keyifli bir mekan. 

Kaleiçi'nin hatırı kalmasın diyerek biz de içeri geçip hafta sonu kalabalığına karıştık. Pandemiden bu yana uğramamıştım iyi geldi. Sonra aşağıdaki arkadaşa veda edip eve yollandık:





13 yorum:

  1. kale civarı ankara'nın en sevdiğim mekanlarından. kalenin kendisini değil ama çevresini seviyorum. müzelerini, lokantalarını, kafelerini. şermin yaşar anne müzesini de yine oralarda mı açacak acaba?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kale'yi ben de çok severim ama her zaman böyle değildi, son yıllarda düzenlendi, sanatsal aktiviteler arttı, turistik bir kimlik kazandı. Çocukluğumda Kale içinde oturan bir akrabamız vardı, anneannemin kuzenlerinden biri, giderdik sık sık. Daracık sokaklardan kirli sular akar, ahşap evler kapkara görünürdü gözüme. Merdivenleri gıcırdayan üç katlı bir evdi akrabanın evi, girişte bir oda kanarya doluydu, anneannemin kuzeni kanarya hastasıydı, yüzlerce vardı, o girişteki birbirine karışan ötüş sesleri hiç kulağımdan gitmez. Sonraları taşındılar, biz de gitmez olduk, taa ki yıllar sonra düzene girmeye başladı, Pirinç Han öncüdür, bu defa da vazgeçemez olduk :) Gelsen de gitsek...

      Sil
  2. Merhabalar.
    "İlkel bir şekilde yıkımı devam eden binanın tozundan dumanından ve gürültüsünden uzaklaşmak için müteveccihen Ankara Kalesi'ne doğru yola çıkmak" Ne güzel bir cümle ve ne güzel bir giriş. Ben çok beğendim. Müteveccihen kelimesi ile ilgili söyleyebileceğim önemli bir şey yok, yakışmış.

    Ben de Ankara kalesini zaman zaman ziyaret ederim. İlk gezdiğim yılımı pek hatırlamıyorum ama, içerisi çok berbattı. O pisliğinden dolayı kendi kendimden utanmıştım. Ankara'ya gelen yabancı turistlerin ilk gezdikleri yerdir burası. Koca devletin bir Ankara Kalesi'ne gücü yetmez mi ya, demek ki yetmiyormuş. Son gezdiğim de biraz düzene ve intizama girmiş bir değişiklik görünce sevinmiştim. Ama bu kadar yetmez! Ankara Kale'si pırıl pırıl ve tertemiz olmalı, içindeki o binalar restore edilmeli ve hiçbir gecekondu kalmamalı. Bana göre Ankara Kalesi çok ihmal edilmiş. Yazık doğrusu.

    "Cebeci-Sıhhiye Hattında Tıbbiyeliler" ile ilgili sergi için de sevindim doğrusu. Geçmişimizde yapılan her şey benim için çok değerlidir. Eskiye çok önem veririm. Ben Ankara'ya dönene kadar bu serginin sunumu sona erer. Ankara'da olup bu sergiyi görmek ve incelemek isterdim.
    Güzel, keyifli ve de zevkli bir paylaşımdı. Kaleminize, emeğinize ve gönlünüze sağlıklar dilerim.
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öncelikle çok teşekkür ederim Recep Bey, çoğunluk sevmez, bilmez ama ben eski kelimelerin anlamı güçlendirdiğine ve şiirsel bir tını verdiğine inanır, severek kullanırım. Üniversite'de "Türkçe'de Arapça-Farsça Unsurlar" dersi almıştım, çok büyük bir keyifle takip etmiştim, çoğu Arapça-Farsça kelimeyi bu yüzden kolayca çözerim. Ben de ilk gençliğimde öz Türkçe kullanmaya özen gösterdim ama dil başka dillerden gelen unsurlarla zenginleşir diye düşünüyorum artık, uyduruk kelimeler kullanacağımıza eskilerin suyunu çıkartmayalım :)
      Sergi gerçekten güzel oldu, aileler dışında kaç kişi gezer bilmem ama bence o fotoğraftaki çoğu başka alemde olan insanlar yaşasaydı kıymetlerinin bilindiğine mutlu olurlardı, kimbilir belki de hissetmişlerdir.
      Güzel dileklerinizi ben de size yolluyorum, selam, saygı bizden...

      Sil
  3. Konudan ve açıklamalardan bağımsız olarak, ilk önce görsele bakmak ve yazının uzunluğunu görmek adına yazıyı aşağıya kadar kaydırma huyum var. fotoğrafı görünce aklıma ilk gelen şey. Fotoğraftakiler acaba halen yaşıyor mu , yaşamıyorsa ailesi bu fotoğrafın sergilendiğinden haberdar mı , belki de haberdardır , sergiye davet etmişlerdir. Fotoğrafı görünce nasıl duygulanmışlardır, göz yaşları akıp gitmiştir, bir tane mi daha çok fotoğraf mı var acaba. herkesi bulabilmişler midir. Neyin sergisi... ayrıca neden bu kadar büyük çelenk, sergiye çelenk gönderilmiyor artık, ama demek ki her zaman sergi açılan bir yer değil, yine geveze iç sesim durmadı sabah sabah.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zeynepcim fotoğraflar ailelerden temin edildi, o nedenle hemen hemen tamamı haberdar, zaten altlarında bilgiler de vardı. Bizimki biraz tesadüfi oldu, sergiyi hazırlayan arkadaşımız, babam o sayede dahil oldu ve çok da güzel oldu. Yaşasa çok duygulanırdı, eminim hissetmiştir. Biz de çok duygulandık. O yılların sağlık emekçileri bambaşka karakterde idiler, kendilerini işlerine adarlardı. Babam için Hıfzıssıhha üçüncü çocuğu gibiydi, maalesef artık kurumun sadece binası var :( Çiçek aşısı yok artık, salgın olsa bulunamayacak ki ne biçim üretim vardı. O çelenkler Tabipler Odası ve Sağlık Emekçileri Sendikası'nın, haliyle kendi şubelerine yollasınlar artık :))) Sergi Rahmi Koç Müzesi'nde açıldı, sergi salonu var ama daha ziyade müze olarak gezilen bir yer, salon bodrum katta ve arka tarafta, herkes bilmez o yüzden...

      Sil
  4. Çok kıymetli bir sergi olmuş. Babanız da görebilseymiş keşke. Pandemide bir kez daha anladık Hıfzısıhha'nın kıymetini. Çocukluk anılarınızı içim cız ederek okudum. Ben de Sümerbank çocuğuyum. Fabrikadan geriye kalan yemyeşil arsayı gördüğüm her sefer üzülüyorum. İmar problemini çözer çözmez apartmanlarla dolar yeri.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Babam eminim ki hissetmiştir yattığı yerde, öyle sever ve benimserdi ki kurumunu. Gerçekten çok kıymetli bir kurumda ama işte... Sümerbank, ah! Hepimize bir şekilde dokundu, basmasıyla, pazeniyle, ayakkabısıyla ve daha neleriyle, kokusu bile burnumda mağazalarının. Çanakkale'desiniz sanırım, eniştem bir süre Çanakkale Sümerbank müdürlüğü yapmıştı, orada ziyaret edememiştim ama Denizli ve Konya Ereğli'deki lojmanları iyi bilirim. Keşke hala devam edebilseydi...

      Sil
    2. Dünya gerçekten de küçük. Enişteniz müdürlük yaptı demek burada. Babam da fabrikada müdür yardımcısıydı. Aynı zamanda çalışmasalar da birbirlerini tanıma olasılıkları çok yüksek.

      Sil
    3. Suat Diker'di eniştemin ismi, 1,5 yıl önce vefat etti, belki biliyordur babanız. Benim hatırımda müdür olarak kalmış ama müdür muavini de olabilir, geçmiş zaman. Gerçekten dünya küçük...

      Sil
  5. Sergi sizin için ne kadar da kıymetli olmuştur... Han'ın çocuk cezaevi olarak kullanılmasında kaldı aklım, ne kadar acı...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Oldu gerçekten, duygulandırdı bizi, babam vefalı bir adamdı, kendisine de vefa gösterilmesinden hoşlanırdı. Eminim hissetmiştir. Han neyse ki eski tatsız günlerini unutturacak kadar şıngırdaklı şimdilerde :))

      Sil
  6. Bu yazınızı kaçırmışım Nurşen Hocam. Sizin için ne anlamlı bir sergi. Hıfzıssıhha Enstitüsü'nün bizzat içinde bulunmanız, çocukluk anılarınızın olması ne kadar güzel. Geliştirileceğine kapatılan bu denli önemli bir kurumun anılarda kalması ise bir o kadar acı.

    YanıtlaSil