.

.
.

22 Mart 2021 Pazartesi

22 MART (HALAM İÇİN)

Otobüsten indiğimde karşımda masmavi ve koskocaman bir su birikintisi görmüştüm, onun deniz olduğunu söylediler bana, bilinçli olarak denizi ilk görüşümdü, 5 yaşındaydım ve çok kısa bir süre sonra o denizin devamındaki bir kasabada bilinçli olarak ilk kez halamı görecektim. Trilye idi o kasabanın adı ve halam olduğunu söyledikleri kişi orada hükümet tabibi olarak görev yapıyordu. Yaradılış gereği içine kapanık ve çekingen bir çocuktum, çok çabuk utanır, ilk kez karşılaştığım kişilerle yanyana gelince iyice kabuğuma çekilirdim. Halamın boynundaki stetoskop ve evde gözüme çarpan enjektörler bir de korku eklemişti çekingenliğime. Sırtsırta vermiş, yaşı hayli ilerlemiş evlerden birinde oturuyordu halam. Gıcırdıyan ahşap merdivenlerden üst kata çıkıyor, mütevazı döşenmiş, iki odalı, bir mutfaklı eve giriyordunuz. Pencerenin önüne oturuyor, gelip geçenleri, yol üstündeki birkaç dükkana girip çıkanları izliyor, annemin dizinin dibinden ayrılmıyordum. Halamla bir çeşit flört hali mevcuttu aramızda, o yanaşmamı istedikçe ben uzaklaşıyordum ama o uzaklaşınca da ilgisini çekmek için uğraşıyordum. Bir köprüde karşılaşan iki inatçı keçi gibiydik. Mudanya'dan alınmış plastik bebeğimdi en iyi arkadaşım, sonunda halam en zayıf yerimden vurmaya karar verdi. Gözüme soka soka, hiçbir şey demeden bebeğime pantolon ve ceket örmeye başladı. Öyle de güzel örüyordu ki değme trikotajcılara taş çıkarırdı. Sonunda bitti örgü takım. Üzerinden yıllar geçti ama renkleri bile aklımda, etek ve kol uçlarında sarı çizgiler olan kahverengi bir pantolon-ceket. İçim gitmişti bitmiş halini görünce ama halamın şartı vardı: "Boynuma sarılıp 'Halacığım' dersen vereceğim". Aklım örülenlerde ama utancım isteğime mani. İçimden sarılıp istediğini söylemek gelse de fena halde utanıyordum, utancım inatçılık olarak algılanıyordu. Tirilye'de kaldığımız sürece devam etti bu çekişme. Tirilye sokaklarında geziyor, yaptığı iğneden dolayı halama "Uf Ama" adını takan çocuğun ailesinin ve halamın dostlarının davetine katılıyor, ablasıyla birlikte kalan küçük halam ve arkadaşları tarafından sahile götürülüyordum. Bir hafta mı kaldık, on gün mü kaldık net hatırlamıyorum ama halamla aramızda ne sarılma olayı gerçekleşti, ne "Halacım" diyebildim, ne de o şahane örgü takımı elde edebildim. Vedalaşırken aynı isteği tekrarladı, ben yine omuz silkip annemin dizlerinin arasına saklandım. Pantolon-ceket Tirilye'de kalmıştı, bebeğim de, ben de mahzunduk. Ankara'ya dönüp valizler açıldığındaysa beni bir sürpriz bekliyordu, bebeğimin örgü kostümü valizin en üstünde bana gülümsüyordu. 

Halamla ilk tanışmam bir inat yüzünden pek parlak olmamıştı. Aramızdaki buzların erimesi için onun ihtisas yapmak için Ankara'ya gelmesini bekleyecektik, sonrasında da canciğer kuzu sarması olacaktık. Halamı dün sabaha karşı kaybettim. Hep ölümsüz gibi gelmişti bana, daima hayatımızda olacaktı sanki. Bir bebek elbisesi ve bir sarılma yüzünden çekiştiğim halamın o beldeye hükümet tabibi olarak tayin olmasına kadar yaşadıklarını çok sonra öğrenecektim. Dedem Niğde iline bağlı, içinden E5 karayolu geçen Ulukışla kazasında yaşayan bir demiryolcu idi. Ambar şefi olarak ömrünün büyük bir kısmı istasyon lojmanlarında geçmiş, bir süre sonra da istasyonu gören bir tepenin eteğine kendi evini yapmıştı. Doğduğu yılları düşünecek olursak zamanına göre açık fikirli bir insandı ve dördü kız, ikisi erkek altı çocuğunu da okutmak için elinden geleni yapmıştı. Tanıdığım en gamsız ve en temiz kalpli, art niyeti olmayan insanlardan biriydi. Elinden görevi dışında hemen hemen hiçbir iş gelmezdi, hayatının düzenli bir şekilde yürümesi son derece cevval ve becerikli bir kadın olan babaannemin sayesindeydi. Lakin halam ilkokulu bitireceğinde kendince iyliği için aklına gelen düşünce ile halama hayattaki ilk darbesini vurmuştu. Ufak tefek, çelimsiz ama bir o kadar da akıllı ve çalışkan bir kızmış halam ilkokulda iken. Ulukışla'da ilkokul dışında okul olmadığı için tahsilini devam ettirmek isteyenler Kayseri veya Adana'daki okullara yatılı olarak giderlermiş. Dedem bu durumu gözönüne alarak halamın ufak tefek yapısıyla oralarda ezileceğini düşünüp 5. sınıfın sonunda öğretmene gitmiş, "Bunu sınıfta bırak, seneye biraz daha büyür, yatılı okulda sıkıntı çekmez" demiş. Eh dedem eşraftan bir adam, öğretmenin-hele de o yıllarda-hatırını kırması düşünülemez, sanırım öneri de makul gelmiş olmalı ki bütün notları pekiyi olan çocuğu sınıfta bırakmış. Halam durumdan habersiz sevine sevine karnesini almaya gitmiş ki karneden kocaman bir "sınıfta kaldı" yazısı var. Bu olayı şöyle anlatmıştı bize: Karneyi elime aldım, baktım sınıfta kalmışım ki imkan yok. Anladım babamın işi olduğunu. Okulun merdivenlerine oturdum ve avazım çıktığı kadar ağlayarak bağırdım: "Babam da ölsüüüün, öğretmen de ölsüüün". 

Çaresiz ilkokul son sınıfı tekrar eder ve ertesi sene Adana Kız Lisesi'ni parasız yatılı olarak kazanır. Babaannemle Adana'ya giderler, gerekli alışverişleri yaparlar ve kayıt yaptırmak için müdürün odasına girerler. Kadındır müdür ve hayli serttir. Babaannem kendisine gösterilen koltuğa oturur, halam da yollarda ve alışverişte yorulmuş, annesinin yanına, koltuğun kolçağına ilişir. 11 yaşında minicik bir kız çocuğu. Daha oturduğunu anlamadan müdür gürler: "Kalk bakayım terbiyesiz, ben sana otur demeden sen nasıl oturursun?". Babaannem kıpkırmızı olur ama ses edemez, işlemler yapılır, koridora çıkılır ve halama der ki: "Toparlan, al eşyalarını, benim yanımda çocuğuma bağıran kimbilir ben yokken neler yapar". Bu defa halam "Gitmem, ben okumak istiyorum" diye ağlamaya başlar, babaannem çaresiz gözü arkada kızını bırakıp döner. Halam altı yıl boyunca yatılı okur orada ve ne zaman bahsetse nefretle bahseder o müdürden. Liseyi bitirince Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ni kazanır, lakin yurt çıkmamıştır. Liseden bir arkadaşları İstanbulludur, evleri müsaittir ve bir odayı akşam yemeği de dahil olacak şekilde halama ve yine liseden bir arkadaşlarına kiralar. Halam yine tek başına-tabii ki babasının mesleğinden dolayı trenle-İstanbul'a gidip kaydını yaptırır ve o odada kalarak her gün fakülteye gidip gelmeye başlar. Gelgelelim her akşam yemekte kurufasulye yemektedirler. Günün birinde bezer ve başka bir yemek yemelerinin mümkün olup olmadığını sorarlar. Cevap olarak akşam eve geldiklerinde valizlerini kapı önünde bulurlar. Kış günüdür, halamın İstanbul'da gidebileceği tek bir tanıdık yoktur, hava kararmak üzeredir. Valizi alır ve yürümeye başlar. Tesadüf bu ya bir lise binasının önünden geçerken ışıkların yandığını görür, içeriye girer. Okulun hademesi görür ve ne istediğini sorar, "Müdürü göreceğim" der halam. Yine iyi bir tesadüf ki okulda kurul toplantısı vardır o gün ve müdür-daha doğrusu müdire hanım-o saatte okuldadır. Hademe müdürün yanına götürür, "Derdin nedir kızım?" der müdire, "Ben sokakta kaldım" der halam ve başına gelenleri anlatır. Kadın birkaç yere telefon eder ve "eğer çok iyi bir yer aramıyorsan bir yurt odası buldum sana" der. Halam akşam vakti başını sokacak bir yer bulduğuna razı memnuniyetle kabul eder ve kendisine tarif edilen yurda gidip yerleşir. Oldukça harap bir yerdir, bir sabah uyandığında üzerindeki battaniye karla kaplıdır. Pencereler o kadar eskidir ki yağan kar içeriye dolmuştur.

Tüm bu olumsuzluklara göğüs geren halam sonunda düzenli bir yurda geçer, fakülteyi iyi dereceyle bitirir ve burs aldığı için mecburi hizmetini yapmak üzere benim onunla tanıştığım Tirilye'ye hükümet tabibi olarak tayin olur. orada da başlangıçta zorluklarla karşılaşsa da o kadar azimlidir ki kısa zamanda her sıkıntının üstesinden gelir ve kendini Tirilye halkına sevdirir. Bugün ölümünü bildiren duyuruların altında Tirilye'den gelen başsağlığı dilekleri hala hatırlandığının göstergesi. 

Mecburi hizmeti bitince Hacettepe'de Çocuk Hastalıkları ihtisası kazanıp Ankara'ya geldi, birtakım eşyaları ve benim içine düştüğüm kitaplığı ve kitapları ile birlikte. Kendisi eşyalı lojmanda kalacak olunca Tirilyeli eşyalar bizim evin bir yerlerine sıkıştırıldı, kitaplık ise başköşeye yerleşti ve halamla birlikte yeni görev yerine gidene kadar benim en sevdiğim eşya ve gözlüğümü muhafaza eden bir yuvaya dönüştü. Halam hafta sonları bize gelirdi ve birlikte çok eğlenirdik. Trilye'deki çekişmeler, inatlaşmalar çoktan bitmiş, yağlı ballı olmuştuk. Eğlenirdik, gülerdik, tiyatrolara giderdik lakin halamın bilgisi konusunda şüpheliydim. Matematik ödevime yardım etmesi için babamı sıkıştırdığım bir gün, "benim işim var, halana sor" demişti, benim cevap şuydu: "Halam nereden bilecek?". İlkokul düzeyindeki matematik bilgisinden şüpheliydim ama kendisi idolümdü ve onun gibi çocuk doktoru olmayı planlıyordum. 

Halam ve babam. Halam Tıp Fakültesi'nde, babam İstanbul'da yedeksubay

 Halam Trilye'de, bir bayram kutlamasında

 
İhtisas için Ankara'da iken birlikte gidilmiş bir babaevi ziyaretinde dedem, babam, diğer halam ve eniştemle Ulukışla'da

Halam dört yıllık ihtisasını bitirdikten sonra Konya Ereğli'de muayenehane açtı ve uzun yıllar çok sevilen bir çocuk doktoru olarak çalıştı, bir yandan da Sümerbank'ın doktorluğunu yaptı. Daha sonra da İzmir'e yerleşti. Önce Karşıyaka Sağlık Merkezi'nde, sonra başhekim yardımcısı olarak Atatürk Devlet Hastanesi'nde çalışıp emekliye ayrıldı. Demiştim ya hep ölümsüzmüş gibi gelirdi bana, hala yakıştıramıyorum ölümü. Bugün Çeşme'de defnedilecek, pandemi son görevimizi yapmamızı engelledi ne yazık ki. Onu başka aleme şu dizelerle uğurlamak istiyorum. Ereğli'ye gideceğinde büyük halamın eşi olan eniştem teybindeki aile bandına sesini almıştı. Halam orada çok sevdiği bir şiiri okumuştu, o Ereğli'ye gittiğinde halamlarda bu bantı dinlediğimde bir köşeye çekilir, kimseye göstermeden ağlardım, o kadar çok özlerdim. Sonraları da ne zaman duysam, nerede okusam onu hatırladım. Güle güle halacım, yattığın yer incitmesin:

DİLENCİ

Sen, her gün köşe başlarında
Yırtık urbanla kirli ellerinle
Avuç açan, sefil insan.

İnan yok farkımız birbirimizden.
Sen belki tüm yaşamınca dilenecek;
Beklediğin beş kuruşu biri vermezse,
Ötekinden isteyeceksin.

Ama ben, tüm yaşamım boyunca
Tek bir kez dilendim,
Bir acımasız kalbin sevdası ile alevlendim.
Öylesine boş, öylesine açık kaldı ki elim,
Yemin ettim bir daha dilenmeyeceğim. 

Victor HUGO





26 yorum:

  1. Mekanı cennet olsun, ışıklar içinde uyusun halanız...
    Hikayesi filmlikmiş gerçekten, okurken belki hızlıca okuyoruz ama evden kapı önüne konduğu gün kim bilir ne kadar zorluk yaşamıştır:( Çok başarılıymış hep, başınız sağ olsun tekrardan, güzel iyi bir insan daha aramızdan ayrılmış...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, artık böyle azimli, kendimi mesleğine adamış insanlardan çok az kaldı ne yazık ki. Halam Türkan Saylan ile sınıf arkadaşı imiş, o devrin insanlar bambaşka imiş. Ne diyelim yattıkları yer nur olsun...

      Sil
  2. Başınız sağolsun, mekanı cennet olsun...
    Bu pandemide ölüm haberlerinden korkar oldum, sessiz ve tenha cenazeler içimi burkuyor. Sabırlar diliyorum size ve sevenlerine...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler. Sormayın aklım çıkıyor birine bir şey olacak diye, aynı şehirde bile gidilemiyor, değil ki şehirlerarası...

      Sil
  3. Trilye'den başlayan, akıcı bir romandan yapılmış filmin içindeymiş gibi okudum. Baş karakter hala olunca gönül tellerimin titrememesi ben için de imkansızdı. Çok kıymetli bir kuşak, bir doğa kanunu da olsa, ne yazık ki sahneden çekiliyor. İz bıraktıkları bir nesil var, ama sonrasındakilerde diğer nesillere aktarılacak neler kalır şüpheli. Halası kıymetlisi olan bir okur olarak o kadar iyi anladım ki sizi. Kendi halamın evlenip gittiğinde bende yarattığı boşluk inanılmazdı, hayatım boyunca bir ablam olsun istedim, halam benim abla boşluğumun da tesellisiydi. Hâlâ öyle. Bizi başta kültür olmak üzere her alanda çoğaltıkları için şanslıyız elbette. Ne çare ki ölüm de insanın yazgısı.

    Başınız sağolsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler. Gerçekten halamın yaşadıkları bir öykü konusu olabilirdi. Dediğiniz gibi gerçekten kıymetli bir kuşak ve ne yazık ki yavaş yavaş uğurluyoruz. Yazıda da belirttim ya ben halamı hep ölümsüzmüş gibi düşündüm. Zekası, hayata karşı duruşu ve son ana kadar bulanmayan zihni mi bu düşünceyi yarattı acaba? Neyse ki güzel yaşadı, kimseye muhtaç olmadı. Dilerim huzurla uyusun. Çok sevgiler...

      Sil
  4. Ya inanmıyorum, o kadar teğet geçmiş ki. Tirilye, İzmir, Çeşme... Bunlar hep benim yerlerim. Hikayeyi okuyunca da, tanıyormuş gibi bir his geldi bana, mümkün olmasa bile. Allah mekanını cennet eylesin huzur içinde uyusun ve sizlere de sabır versin, çok güzel bir insanmış gerçekten!
    Fakat bu hikayede okuma aşkının hakikaten insanın içinden geldiğini öğrendik bence. Önüne o kadar çok "bırak okuma" çıkmış ve buna rağmen öylesine uğraş vermiş ki, insan kendi rahatlıklarından utanıyor.. Böyle insanların hikayeleri yazılmalı, iyi ki yazdın Leylak Dalı! <3

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kimbilir, belki bir yerlerde denk gelmişsinizdir. Çeşme'de yazlığı vardı, o nedenle orayı istemiş. 8 yıl önce büyük halamın vefatı nedeniyle İzmir'e gitmiş ve bu halamda kalmıştık bir gece kardeşimle. Kardeşim anlattırıp kayda almıştı. Birileri bilsin, okusun, onun için bir şeyler yazılsın istediğini anlamıştım, bu yazı biraz da gönül borcu gibi yazıldı. Aslında daha yazacak çok şey var ama okuyanı sıkmak istemedim uzatıp. Ne diyeyim yattığı yer incitmesin...

      Sil
  5. Huzur içinde uyusun. Benim hiç halam olmadı; ama satırlarınızı okurken çok etkilendim. Şükrü Erbaş'ın da söylediği gibi, "insan bir güldür -dedi- hükmü bir mevsim. Tanrı toprağının yaşını size versin."

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sağol Zihin kardeş, benim de hiç teyzem olmadı ve hep özledim o duyguyu. Neyse ki oğlumun şahane bir teyzesi var, benim hayalim onda gerçek oldu. ŞükrÜ erbaş ne güzel söylemiş, hep güzel söyler zaten...

      Sil
  6. şiir, fotolar, anıların, gizlice ağlaman, hepsi çok duygulu. başın saolsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler deeptone, halamdan bir şeyler kalsın istedim geriye...

      Sil
  7. Leylakcığım,
    Ne söylersem bir eksik olacak. halan senin için kıymetli hiç şüphesiz, kanından canından. Okudum ki, kıymetli oluşu sadece ailesi için değil, tüm çevresi ve tanıdıkları için de öyle.
    O nesil, Cumhuriyet değerleriyle hamurları karılmış olmanın verdiği bir mücadele gücüyle yaşamışlar, örnek olmuşlar.
    Yerinde rahat etsin, anılarda yaşasın bundan böyle.

    YanıtlaSil
  8. Başın sağ olsun Nurşencim. Halan huzurla uyusun.

    YanıtlaSil
  9. Çok üzüldüm. Mekanı cennet olsun. Ne güzel anlatmışsınız. Ne yazık ki o güzel günler, güzel insanlar bu dünyada ki varoluşlarının sonuna geldiler. Bizim bu yaşlarımız onları uğurlama yaşlarımız. Onlarla birlikte bizden de ne çok şey alıp götürüyorlar. Size sabırlar diliyorum. Kabullenmeniz kısa sürsün acınız çabuk dinsin. Tirilye çok güzel bir küçük köydür. Üç papaz anlamındadır. Eski bir rum köyü plduğu için. Sanki Trilye'den sonra yol biter Bursa'da. kendi halinde küçük mutlu bir beldedir. Eminim halanız yaşadıklarıyla anılarda hatırlanacak. Umarım bizler de böyle anlamlı hayatlar yaşar huzurla veda ederiz bu dünyaya. Sevgiler

    YanıtlaSil
  10. Yaydığı ışığı yoldaşı olsun.Sizlere de sabırlar diliyorum.Yüreğinizin vefası kaleminizden hiç eksilmesin.Anılardır bizi biz yapan değerler...

    YanıtlaSil
  11. Ah Allahım ne yaşamlar, ne insanlar geçiyor şu dünyadan. Herkesin
    bir romanı var. Çok üzülüyor insan detayları öğrenince ki sizin acınız kat kattır.
    Allah rahmet eylesin, başınız sağolsun..

    YanıtlaSil
  12. Ne güçlü, ne hoş bir insanmış. Sayenizde ne güzel bir hala-yeğen ilişkisine şahit olduk. Sevgili halanızın mekânı cennet olsun. Başınız sağ olsun.

    YanıtlaSil
  13. Başınız sağolsun. Halanıza da Aallah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.

    YanıtlaSil
  14. Güzel bir yazı, teşekkürler:)

    YanıtlaSil
  15. Nur içinde yatsın, örnek alınacak harika bir insanmış.

    YanıtlaSil
  16. Başınız sağolsun...Güzel insanlar bir bir gidiyorlar..Ne yazık ki giderek her bakımdan yoksullaşıyoruz..

    YanıtlaSil
  17. Huzur içinde uyusun...Örnek alınacak, güçlü bir kadınmış.

    YanıtlaSil
  18. çok güzel bir hikaye, tırnakları ile kazımış başarıyı resmen...

    YanıtlaSil