Geçtiğimiz Salı günü koşturmacalı, stresli, telaşeli günlere küçük bir parantez açıp kısacık bir Samsun yolculuğuna çıktığımı blogumu okuyup da duymayan kalmadı herhalde. Sağolun, yokluğumda ilgilenmişsiniz, leylaklar solmamış, kızlar okumaya devam, kapılar sağlam. Yorumlardaki iyi dileklere ayrıca teşekkür ederim.
Sıcak ama nemsiz bir Ankara öğleninde bindim beni ve arkadaşımı Samsun'a götürecek olan otobüse. İnternetteki otobüs planına göre soldan aldığımı sandığım bilet sağ tarafta çıktı, önemsemedik yerleştik. İlaveten koltuğumun önündeki ekran da çatlaktı, onu da önemsemedik, zira evde bile çok ender seyrettiğim TV'yi yolculukta seyredip midemi bulandırmaya hiç niyetim yoktu. Arasıra arkadaşımın ekranına göz atarak genel durumdan haberdar olabilirdim nasılsa. En güzel şeyse otobüsün yarı yarıya boş olmasıydı, nitekim kısa bir süre sonra arkadaşım arkalarda bir yere geçti, her ikimiz de ikili koltuklarda ayaklarımızı uzata uzata rahatça seyahat etme imkanına kavuştuk. Kahvelerimizi aldık ve macera başladı.
Uyumadım, TV seyretmedim, kitap-dergi vs okumadım, yalnızca dışarıyı seyrettim ve kafamdan birsürü şey geçirdim. Yol kenarı manzaraları yeni biçilmiş ekin bozluğundan ayçiçeği sarartısına, ağaç yeşilinden çamların gümrahlığına dönüşen bir süreç izledi. Ençok ayçiçeği tarlalarını sevdim, bir de asfalt kenarlarına konuşlanmış kavun tezgahlarını. Çoğunun önüne içi saman doldurulmuş adam kılıklı korkuluklar oturtulmuştu, tombalak ve poturlu olana çok güldüm. Yolboyu kavun ticareti sektöründe bir zincire dönüşerek yolun iki yanına ve 100 metre ileriye şube açmış "Yozgatlı'nın Yeri"ni ise fevkaladenin fevkinde takdir ettim.
Kırıkkale'den Balışeyh'e, Çorum'dan Sungurlu'ya, Merzifon'dan Havza'ya köyleri, kasabaları, ilçeleri, illeri ardımızda bıraktık. Çocukluğumun Ayşegül serisi hikaye kitaplarında gördüklerime benzer pastoral manzaralar geçip gitti gözlerimin önünden. En ilgincini fotoğraf makineme değil ama hafızama kaydettim: Anız yakılan bir tarlanın çevresine sıralanmış onlarca leylek. Askeri bir kıtaymış gibi düzenle yerleşmiş adeta yakılan anızlara selam duruyorlardı. Maksat başka anladım tabii, niye yapmak gereğini duyduklarına bir türlü akıl erdiremediğim ve aynı zamanda çok kızdığım bu yakma eylemi sırasında kavrulup pişen böcü-börtüyü yemek için bekleşiyordu leylek ahalisi. Geride bıraktığım hacı leylek kabilesini çiğ değil de pişmiş yiyeceği tercih ettikleri için leylek cinsinin gurmesi ilan edip firmanın mola yerinde uyuşan bacaklarımızı hareketlendirmek için indik. Tepemizden kış poyrazı soğukluğunda üfüren klimanın etkisinden çıkıp yere ayak bastığımızda dışarıdaki sıcağın vahameti soğuyan beyinlerimize dank diye vurdu.
İhtiyaçlarımızı giderip ayranımızı içtikten, yoğun tuzluluktaki berbat bir gözlemeyi arkadaşımla paylaştıktan sonra yolculuğa devam etmek için bizi bekleyen koltuklarımıza yerleştik. İkinci leylek vakası da az sonra geldi görüntüye. Fotoğrafı otobüsün hızı nedeniyle net çekemedim ama çok tatlılardı direkteki minnacık yuvaya doluşmuş tek ayak üstünde dikilen 5-6 leylek. Ne yazık ki bir tane bile uçarken görmedim, hepsi ya yuvada ya da yerdelerdi. Bu da bu yıl fazla seyahat edemeyeceğim anlamına mı geliyor acaba? Yuvada bile olsa leylek görmek hiç görmemekten iyidir diye düşünürken Samsun'a iyice yaklaştık. Yükseklere çıktığımızda dağlara çöken pus ve yolun iki tarafında çeşitli isimler taşıyan menemen lokantaları karşıladı bizi. Benim bildiğim menemen İzmir civarının yemeğidir (yanlış biliyor da olabilirim) ama demek buraların menemeni de meşhurmuş ki onlarca mekan yumurtasever halkımızı menemene davet etmekte idi. Mobilize bir halde otobüs içinde olduğumuz için tadına bakamadık ama gördük öğrendik, canımız menemen çekerse nereye gideceğimizi biliyoruz artık. Kısa bir süre sonra da Samsun'a ulaştık. Otogar'a indiğimizde Antalya'nın düzeyine ulaşamasa da hatırı sayılır bir sıcak ve nem karşıladı klimadan buzlaşmış bedenlerimizi. Aşırı soğuktan aşırı sıcağa aniden geçmenin vücutta oluşturduğu çıtırtılarla servise attık kendimizi ve sonrasında da bizi belli bir noktada bekleyen evsahibimizin arabasına. Samsun macerası böylece başladı. Beni izlemeye devam edin, arkası yarına...
Devam etmez miyiz, ederiz tabi. Bu anlattıkların bana yetmez :)
YanıtlaSilYol hikayeni zevkle okudum. Bana inop yollarını hatırlattı. Bir sorun çıkmazsa bende Ağustos da düşecem Sinop yollarına.
YanıtlaSilFotoğraflar nefis, hikaye tam kıvamında :)) Bekliyoruz maceraları..
YanıtlaSilHooş geldin be yaw. Umarım bi güzel dinlenmişsindir.
YanıtlaSilHadi bakalım, telaşeler de bitti. Kaldığımız yerden devam...
Tabii önce yol hikayeleri. Resim kaosu yüzünden ben başlayamadım daha.
İyi Pazarlar Leylak' cım...
Yollarda ne çok şey görüyor insan değil mi? Nice yolculuklar yapman, yapmamız dileğiyle...
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilcok keyifle okudum, devamini bekliyoruz :)
YanıtlaSilO menemencilerin oldugu bolgeye Cakalli deniyor - ve menemenleri gercekten de nefis... :)
YanıtlaSilHer menemencinin arka tarafinda bahce var. Burada yetisem domates biberle, ve kendi tavuklarinin taptaze yumurtalariyla yapiyorlar menemeni. Allahim olsa da yesek; o kadar nefis ki :P
Bu postunu okmustumda menemen hakkinda bir sey yazamadan ciktim. Keske durup orda bir menemen yeme imkanin olsaydi, parmaklarini yerdin inan:)
YanıtlaSilEvet oranin menemeni cok meshurmus. Millet Samsun´dan özel menemen yemege oraya giderlermis. Bende bir kac kez yedim. Özellikle gecenin bir yarisinda yenince dahada bir lezzetli geliyor. Bende bayildim. Ayri bir lezzeti var.Ben ilk gördügümde "ne yani alt tarafi menemen iste, insan özel menemen yemege gidermi hic" falan diye düsündüm ama gidilirmis:))