
İnsan bir şekilde dalıyor içine bu bayram denilen şeyin. İster istemez bazı hazırlıklar yapmaya başlıyorsun. Ben de Arife günü bir yandan hazırlanıp bir yandan ardımda bıraktığım az sayılmayan bayramları geçirdim aklımdan. Kimi zaman bir olay, kimi zaman bir görüntü, kimi zaman bir sözcük geldi geçti şu hafıza denen yamalı bohçadan. Saimekadın'daki çok kısa süre oturduğumuz evimizin önünde bir grup yaşıtım çocukla sevine sevine dolaştığım görüntü hatırladığım ilk bayram görüntüsü, 5 yaşında falan olmalıyım, anneannemin annesi tedavülden kalmış bir 5 kuruşluğu harçlık diye vermişti bilmeden, para kesesinin nerelerinde kaldıysa, bir de onu unutmadım, tuhaf öncesi hiç yok. Sonra komşu kapısı çalmalar başlıyor, kimi şeker, kimi mendil veriyor. Bir kere para geçti elime, arkadaşım erkek Fatma Özden'in annesi Fikriye teyze koymuştu avcuma elini öpünce. Oysa ben çok utangaç bir çocuktum, uzun yıllar kimsenin elini öpmedim daha doğrusu utandığım için öpemedim. Herkes beni yabani, saygısız, kural dışı olarak niteledi ama kimse utandığımı aklına getirmedi. El öpmenin neyinden utanırdım ki, haydi sevmeyebilirsin-ki hala sevmem-ama utanmak niye, bunun psikolojik bir açıklaması olmalı. Her neyse, ben o aile büyüklerinin bile elini öpmeyen çocuk git sen arkadaşlarınla komşu kapısı çal, ellerini öp. Zaten çok da uzun sürmedi, bir daha da gitmedim. Radyo var anılarımda en çok; "Hoşgeldin evimize/Şiir oldun dilimize Bayram gecesi" şarkısı var "Yurttan Sesler" korosundan. Karagöz-Hacivat temsilleri var Hayali Küçük Ali'den. Babamın bayram namazından dönmeden yataktan kaldırılışım ve onun elinde balonla eve gelmesi bir Bayram rutini. Kömürlüğe kapatılan koyunların melemesi kulaklarımda, bıçakları bileyen iğrenç masatlar var nefretle hatırladığım. Arkadaşlarım Filiz ve Vildan kardeşlerin beyaz kabartılı bir kumaş üzerine kocaman kırmızı güllü bayramlıkları nedense aklımda kalmış, annem perdeye benzetmişti, kih kih :) Ayaklı küçücük kadehlerde sapsarı parlayan muz likörleri, babamın iş arkadaşı bir hanımdan öğrenip yıllarca her bayram evde yaptığı çikolatalı, hindistancevizli toplar, uzun süre kuyrukta beklenip doldurulan Eyüp Sabri Tuncer'den alınmış limon kolonyaları, anneannemin pek sevdiği, benimse nefret ettiğim İzmir'li kolonya Altın Damla, kararmış tavalarda kavrulup pirinç değirmenlerde öğütülen çekirdek kahvenin mis kokusu, yemeği hep reddettiğim kavurmalar, komşuların kapıya getirdiği veya bizim komşuların kapısına götürdüğümüz kurban etleri çocukluğumun unutulmazları. Karşı komşumuzun şaşaa ile alıp bahçeye bağladığı dana ve kesmeden önce yanında artistik pozlar vererek fotoğraf çektirmesini gülerek hatırlıyorum, aile albümünde baş köşeye yerleştirip bakanlara "bu da arkadaşım dana" diye tanıştırdığını düşünmüştüm muzırlıkla. Ha bir de eniştemin çalınan kurbanlığı vardı.
Daha yazsam uzayıp gidecek bu yazı, en iyisi hepinize tekrar iyi bayramlar diyerek bitirmek. Buyrun alın, artık geride kalan bayramlardan bir hatıra bunlar da, annemin el emeği örtünün üstünde annemin yıllanmış şekerliğinden bir çikolata. Bayram anılarınız bol olsun...