.

.
.

3 Temmuz 2009 Cuma

ÇİKOLATA: MUTLULUĞUN TA KENDİSİ



Bilimsel olarak kanıtlandı, öğrendik; çikolata ile mutluluk arasında kesinkes ilişki var, hem de ciddi bir ilişki, düzeyli bir beraberlik, sonu evliliğe bile gidebilir hatta. Ama ne yazık ki çikolata ile şişmanlık arasında da ciddi bir ilişki var. Aslında ben çikolata ile şişmanlık arasında bir ilişkinin olmamasını, hatta ilişkinin en düzeysiz, bir gecelik türden olmasını nasıl da tercih ederdim, elbette mutlu olacak başka birşey bulurduk.

İşte bu ikinci ilişki nedeniyle bir süredir ben çikolata ile ilişkimi askıya almış durumdayım, oysa nasıl severim, nasıl deli olurum uğruna. Süpermarketlerdeki en favori rafım çikolata raflarıdır, piyasaya sürülen her çeşidi bilirim, giderek seçkinleşen bir damak zevki geliştirip çikolata sevenlerle yeni çıkanlar üzerine sohbet etmeye bayılırım ama işte malum sebeplerle bir süredir ayrı yaşama kararı aldık. Fakat bu demek değil ki ben en sevdiğim, hafıza çekmecelerimde saklı çeşitleri sizlerle paylaşmayım.

Fotoğraflar için üzgünüm, Google amca pek çikolata sevmiyor galiba ya da damak zevklerimiz uyuşmuyor. Tüp çikolata yazıp arattığımda saç boyası ve tüp bebek resimleri verdi, parmak çikolata ise zaten fi tarihinde kaldığı için herhangi bir bulguya rastlanmadı. Çaresiz sevdiğim bir başka çeşit olan şemsiye çikolata ile benim yediklerime benzemese de Çokokrem tüpünü koymak zorunda kaldım. Affınıza sığınırım.

Hayatıma ilk giren ve tadını ve görünümünü unutamadığım çikolata, küçük bir kızken babamın her akşam iş dönüşü aksatmadan getirdiği parmak çikolatalar idi. İçi pralinli, 10 santim uzunluğundaki çikolatanın tadı gerçekten enfesti ama beni asıl çeken ambalajıydı. Babam işyerinin yakınından mı alırdı, mahalle bakkalından mı, hiç merak etmedim. Önemli olan küçük kızına sevgisinin bir nişanesi olarak her akşam onu bana uzatmasıydı. Annemin "Yemekten önce yeme" uyarılarını hiç dikkate almadan parlak renkli, kimi zaman desenli kağıdını yırtmamaya özen göstererek açar, iki-üç lokmada yutardım. Sonra sıra en zevkli ana gelirdi. Çikolatanın arkadaşlar arasında "Altın" dediğimiz aliminyum kağıttan ambalajını masaya koyar, tırnağımla bir güzel düzleştirirdim. Ertesi sabah ilk işim karşımızdaki tek katlı evde oturan, en iyi arkadaşım Gülcan'a gitmek ve "Altın" koleksiyonuna yeni bir parça eklemek olurdu. Gülcan sabırsızlıkla beklerdi gelecek olan çikolata kağıdını, yeni bir renk, yeni bir desen mutlu ederdi, kazara elindekilerin aynı birşeyse getirdiğim hayal kırıklığıyla kırıştırıp atardı. Altın koleksiyonunu bir kitabın sayfaları arasında korurdu Gülcan; o kadar narindi ki herbiri , dışarıda kalsa en ufak bir esintide uçması, buruşması, kırışması an meselesiydi. Tıpkı bizim çocukluk düşlerimiz gibi.

İlkokula başladığımda bir başka muhteşem tadı, "Tüp çikolatayı" okula gidip gelirken önünden geçtiğim "Musta Bakkal"da keşfettim. Her ne kadar dükkanını maviye boyayıp tabelasına "Mavi Köşe" yazsa da, o herkesin diline "Musta Bakkal"dı. Kısa boyu, koca göbeği, kel kafası ve cin gibi bakan gözleriyle tipik bir mahalle esnafıydı. 10-15 santimlik, sarı-kahverengi tüplerin içinde tüp çikolatalar Musta Bakkal'ın vitrinli tezgahında kendilerini alacak şanslı çocukları beklerdi. Benim için bu muhteşem lezzet uzun aralıklarla ulaşılabilecek bir lükstü, tek maaşlı bir memur çocuğu olarak. Birkaç gün babama dil döktükten sonra simit parasının haricinde 50 kuruş daha koparır ve parayı yastığımın altına koyup ertesi gün yiyeceğim tüp çikolatanın hayaliyle uykuya dalardım. Sabah olup da vuslat anı gelince Musta Bakkal'a koşar, parayı çalımla tezgahın üstüne atar, elime tutuşturulan çikolatayla mutluluk içinde okulun yolunu tutardım. Yeme aşaması ayrı bir törendi. Tırtıklı beyaz kapağı açınca iş bitmiyordu, tüpün ağzı kapalıydı. Kapağı ters çevirip sivri kısmıyla delmek gerekiyordu. Delinen ağız kısmından önce mis kokulu bir kakao yağı akardı, sonra da alttan hafifçe sıkınca krem çikolatanın ucu görünürdü. Biberondan süt içen bir bebek hazzıyla tüpün ucunu ağzıma alır, aliminyum-çikolata karışımı bu tadı ağır ağır emerdim. Okul kapısına kadar sürerdi bu zevk. Bir süre sonra ne kadar sıksanız da, zorlasanız da birşey çıkmazdı tüpün ağzından. Bu defa dişlerime acımadan tüpün incecik aliminyumunu yırtar, içinde kalanları yalardım. Ağzıma, yüzüme bulaşan çikolataları sevgili Firdevs öğretmenim görmesin diye mendilime aceleyle silip sınıfa koştururdum.

Günümüz çocukları bu yazdıklarımı okuyunca muhtemelen gülerler bana. Piyasada yerli-yabancı envai çeşit çikolata ve çikolata kreması varken ve bu kadar kolay ulaşılabiliyorken onların da benimkine benzer bir zevk almalarını beklemek safdillik olur zaten.

Çikolata tadında bir gün sizinle olsun...

3 yorum:

  1. Çikolata tadında harika bir yazı olmuş. Beni de çocukluğuma götürdünüz. Bende çok severim çikolatayı. Bende uzun zamandır kilo sorunu nedeniyle ara verdim. Geçenlerde markette dolaşırken 55 kalorilik uzun çubuk şeklinde çikolatalara rastladım. Çekmecemde duruyor, her gün bir tane yiyorum, ama yetiyor mu tabii ki de hayır :) Size de tavsiye ederim.

    YanıtlaSil
  2. Okurken yaşadım sanki.. haklısınız zamane çocukları bunu anlayamaz.. sık sık çocuklarıma buna benzer hikayeler anlattığım da eğleniyorlar...Facebook'ta ''çokomel kağıtlarını tırnağı ile düzeltip defter arasında saklayanlar'' diye bir grup var.. makara olsun diye oraya üye oldum.. valla çocuk gibi sevinmiştim yalnız değilim diye he he he ..Az ve zor şartlarda alınabildiği için bu kadar tatlıydı belki de değil mi?

    YanıtlaSil
  3. selam,
    çikolata değilde mabel görünce aklıma zengi kızı olan üzerindeki resimde sakız gelir benim aklıma

    öneriler için teşekkürler
    bloğumu sevmene çok sevindim
    teşekkür ediyorum

    sevgiler

    YanıtlaSil