Sabahın seherinde çıktım balkona oturuyorum. Dün temizleyip pakladık. Bu yıl balkon sezonu epey gecikti. Evin büyük balkonu batıya bakıyor ve yazın saat 12.00 ile 18.00 arası orada oturmak kabil olmuyor. Ama kahvaltı ve akşam yemeği için ideal. Emekli olduğumuzdan beri yazları Ankara'da geçirdiğimiz için çok da dert değil, ilkbaharda ve sonbaharda keyifli oluyor, malum bir de çınarımız var, yeşerten, yabancı gözlerden koruyan ve kuş cıvıltılarıyla neşe veren. Kış boyu kullanmadık, mutfak balkonu ihtiyaç karşılamaya yetiyor. Dün "Vaktidir" dedim Kocam Bey'e, "haydi şu balkonu yıkayalım". Sıvadık paçaları, taktık hortumu, giriştik işe. Kumrular yokluğumuzda gübrelemişler de gübrelemişler. Öyle ki balkona tohum serpsen yeşerecek. Önce masa ve sandalyeleri temizledik, kurumaya bıraktık. Sonra belki bir saat zeminle uğraştık. Yorulduk ama iyi oldu, birkaç güne Umut Efendi gelecek, o balkon hastasıdır, yayılsın keyfince. Masanın örtüsünü de serince iş tamama erdi, hatta akşam yemeğini orada eda ettik.
"Yenice eleğim, seni nereye gereyim" derdi annem, bizimki yeni değil ama yeni temizlenmiş olunca sabah gözümü balkonda açtım adeta. Çayı demledim, salatalık, domates, kuzukulağı ve avokado ile renklendirdiğim bir tabak hazırlayıp kahvaltı yaparken mahalleyi seyran eyledim. Hane halkının yüzde ellisi uykudaydı netekim 😂 Yaşlanmanın en önemli belirtisinin sabahın köründe uyanmak olduğuna iyice kâniyim artık, anneannem vakt-i zamanında sabah ezanı okunurken kalkar, namazını kılıp bizi dürterdi: "Kalkın, ne yatırsınız, aş da zabaaan, iş de zabaaan" diye. Kadın haklıymış. Gerçi Kocam Bey bu genellemenin dışında ama istisnalar kaideyi bozmaz.
Ortalık sessiz, ne anırarak telefonda konuşanlar, ne geçen araçlar, ne de bir seyyar satıcı. Sadece okula giden birkaç öğrenci. "Geldi bahar ayları/Gevşer gönül yayları" hesabı onların da ayakları geri geri gidiyor zaten, kiminin elinde acemice tüttürmeye çalıştıkları sigaralar, kiminde zorla çiğnemeye çalıştıkları bir simit. Gömlekleri pantolondan dışarı uğramış, ellerinde ne çanta, ne kitap. Bunların okulda dolapları mı var? Evde ders çalışılmıyor mu artık? Ben emekli oldum olalı sistem epey değişmiş sanırım ya da öğrenciler değişmiş. Okul vakti yanaştıkça gözden kaybolan öğrencilerin yerini içinde ekmek olan poşetlerle ileri yaş grubu alıyor. Hanım kahvaltı hazırlarken beyi taze ekmek almaya yollamış. Ben de kahvaltımı bitiriyorum bu arada, bir elime çayımı, bir elime kitabımı alıp ara ara sokağı izlemeyi de ihmal etmeden okuyorum. Kitabım şu:
Johann Sebastian Bach'ın "Goldberg Varyasyonları"nın bestelenme öyküsüyle başlıyor. İlginç aslında, 18. YY. da uykusuzluktan muzdarip Kont Kayserling saray bestecisi Bach'ı çağırır ve altın dolu bir kadeh karşılığında uykuya dalmasını sağlayacak bir beste yapmasını ister. Bunun üstüne Bach otuz varyasyondan oluşan bir arya besteler, bu varyasyonları klavsenle seslendirerek kontun uykuya geçmesini sağlayan kişi Johann Gotliev Goldberg'dir. Bundan hareketle bestenin ismi de "Goldberg Varyasyonları" adıyla anılır. Ben kitabı okurken arka planda Goldberg Varyasyonları'nın çaldığını da tahmin etmişsinizdir. Kitap bununla kalmıyor Beatles'den Rhotko'ya, toplama kampı müziklerinden The Who'ya, daldan dala atlıyor. Değişik bir deneme kitabı, severek okuyorum.
Mahallemizde kentsel (daha doğrusu rantsal) dönüşüm hızla sürse de yine de ara sokaklarda pek rastlanmayacak kadar yeşillik ve ağaç var, bu da özellikle yeni yapılan devasa binaların sevimsizliğini bir ölçüde saklıyor. Balkonun baktığı cephelerden birinde iki apartman arası adeta orman gibi. Apartmanlardan birinin rahmetli sahibi hiç boşluk bırakmadan ağaç dikmiş iki bina arasındaki neredeyse bir metrelik toprağa ve zeytinden yeni dünyaya, incirden, narenciyeden selviye bir sürü ağaçla yeşertmiş göz hizamızı.
Sondaki selviyle selamlaşan neredeyse aynı boyda bir de bizim apartmanın önünde var. Serçeler ve Arap bülbülleri çınarı, kumrular selviyi tercih ediyorlar. Bize de cıvıltılarını dinlemek kalıyor.
Sabah pusluydu hava, birkaç gündür bulutla uyanıyoruz, güneş epey nazlanıyor duvağını açıp mah cemalini göstermeye. Açınca da içeri kaçırıyor beni, çınarın taze yapraklarından birini koparıp kitabımın arasına koyuyor ve içeri geçiyorum. Bulaşık makinesini çalıştırıp yazıma kaldığım yerden devam ediyorum.
Hafta sonu epeydir bekleyen ütülenecekleri halletmeye karar verince suya sabuna dokunmayan bir film aradım ütü yaparken izlemek için. Neşfilikis'de eski bir film buldum: "Allah Yazdıysa Bozsun". Başrolunde Gonca Vuslateri ve yüzüne aşina olup adını bilmediğim bir adam oynuyordu. Ben kafamı yormadan laf olsun diye izledim, ütüler de o arada bitti. Öğleden sonra da cila niyetine yine Neşfilikis'e yeni eklenen "Nonnas"ı seyrettim. O da sabun köpüğü idi ama en azından daha aklı başında bir şeydi ve sevdiğim gibi yemekler ve lokantalarla ilgiliydi.
Dünkü Anneler Günü, annesiz ve çocuklardan uzakta geçse de çok da umursamadım. Umut'un Anneler Günü videosunu izleyip güldük, annesini banyoyu uzun yaptırdığı için seviyormuş. Ah çocukluk 😂
Yeni bir haftaya girerken hepinize sağlıklı, huzurlu, güzel şeylerin gerçekleşeceği günler diliyorum.