Neredeyse hiç uyumadım. Gece 12'de girdiğim yatakta dön baba dönelim şeklinde toplam yarım saatlik tilki uykusundan sonra baktım olmuyor, olmasın madem dedim. Dün kanal tedavisi tekrar elden geçen dişimin sızısı, nükseden alerjik öksürüğümün köhköhleri mümkünü yok uyutmadı. Sağdan sola, soldan sağa, salla kolların yorgan üstüne yapacağıma kalkıp oturayım en iyisi. Saat 3 civarıydı yaktım gece lambasını, aldım tableti elime, düştüm gurbetin yoluna demeyeceğim tabii ki, şeker patlattım bir süre. Kocaman bir pasta oluşturdum ve yeter dedim, haydi biraz uyuyayım. 5,5 civarıydı, yine olmadı. Sabah kısa süreli bir konuk ağırlayacağım, öğleden sonra arkadaş buluşması yapacağım, akşam da konsere gideceğim için yemek yapmaya, ortalığı toparlamaya karar verdim. Kesin gün içindeki üç faaliyetin birinde uyuklarım ama bakalım hangisine kısmet olacak. Odaları şöyle bir elden geçirip mutfağa girdim. Çay demlenirken etli, terbiyeli kereviz ve pilav pişirdim. Memleketimizin pazarlarında uzun saplı, yemyeşil yapraklı ve kocaman köklü kerevizler görücüye çıkmışlar. Dişçiden gelirken en beğendiğimi Allah'ın emriyle isteyip eve getirmiştim. Tencerede düğün yaptım kendisine 😂 Kahvaltıyı da hazırlayıp balkon temaşasına çıktığımda hava yeni aydınlanmıştı. Henüz karşı apartmanın üst kat dairesinin babası sigarasını tüttürmek için balkona çıkmamıştı. Mahallenin en erken uyananı bazen o, bazen ben oluyoruz. Köpeğin biri nezleli bir sesle havlayarak caddeye doğru koşturdu, yan sokağın çilli bıçkın horozu haremi arkasında sabah teftişine çıktı. Az evvel de "Kalkın ey ahali" dercesine uzun uzun ötmüştü. Ben hayatımda böyle kasıntı horoz görmedim, alçak kümesleri ben yarattım, yüksekler babamdan miras kaldı dercesine dolaşır durur arkasına sıralanmış tavuklarıyla sokaklarda. Şehirde köy yaşamı, o lala 😂

Mahalle horozumuz şu cins ama daha görkemli ve daha karizmatik 😂 Bir de nette dolaşırken şu tavuklu, horozlu saksılardan gördüm, çok güzel değil mi?
Bir süredir aklımda bir proje var, şimdilik haftada bir blogda yayınlamak kararındayım. Çocukluğumun ve ilk gençliğimin geçtiği siteyi konu alan mektuplar yazacağım. Belki ilerde kendisiyle ciddi düşünürüm, şimdilik sadece bir tasarı. Bakalım nasıl bulacaksınız. İlk mektup anneannemin deyimiyle bu zabaaan körü postuyla gelsin. Fikrinizi yorumlarınızda belirtirseniz devam ya da tamam deme konusunda bana da yol göstermiş olursunuz, şimdiden teşekkürler. O zaman ilk mektup gelsin:
----------------------------------------------------------------------------------
MEKTUP 1
Yıllar ötesinden merhaba Maymun Kardeş,
Acaba bizi hatırlar
mısın? Başkalarını bilmem ama ben seni hiç unutmadım. Hâlâ Emel Abla’nın
raflarından birinde duruyorsan bile pilin bitmiş, kollarının gücü azalmış,
hevesle birbirine vurduğun zillerin paslanmış olsa gerek. Belki de mazinin
çöplüğünde çoktan yerini aldın. Ya uzun siyah saçlarına tezat bembeyaz teni,
uzun boyu, gösterişli endamıyla Emel abla nerelerdedir?
24 daireli apartmanın en
farklı evine Mehmet Amca’nın bavulunda girdiğinde bu kadar rağbet göreceğinin
farkında mıydın acaba? Gittiği bir yurtdışı turnesinden getirmişti seni, turne
deyince, oyuncu değildi Mehmet Amca ama Devlet Tiyatrosu’nun dekor
atölyelerinden birinin şefiydi ve haliyle her turneye katılması gerekiyordu.
Bizim sıradan, orta
halli, geleneksel evlerimizin aksine senin raflarından birinde kendine yer
bulduğun daire beni imrendirecek, hayal gücümü zorlayacak kadar şık ve
moderndi. Sokak kapısından girince ayağımız mavi, pelüş bir yolluğa gömülürdü. O
antreden hiç kimsede olmayan mobilyalarla döşenmiş salona girerdik. Gözlerimiz
oturmak için evlerimizdeki gibi karşılıklı somyalar arardı ama burada öyle bir
şey yoktu. Bir duvarda boylu boyunca kitapların ve çeşitli objelerin
sergilendiği raflar yer alırdı, karşısında ise üzerine renkli örtüler serilmiş
sedirler odaya canlılık katardı. Annelerimizin misafir odası diyerek neredeyse
kilitli tuttuğu, dört koltuğu, formika sehpası, içinde hiç kullanılmayan
çeyizlik çay takımlarının sergilendiği büfesiyle benzerini görmeyi umarak kafamızı
uzattığımız oda ise daha görkemli eşyalara ev sahipliği yapardı. Bizimkilerle
uzak yakın alakası yoktu, üstelik kapısı her daim açık, kullanıma her daim
hazırdı ve o odada hiç kimsede olmayan bir şey vardı: Telefon. Çoğu zaman PTT
şubesi görevi yapardı Emel Abla’nın misafir odası, kendisi de hiç üşenmez kimi
ararlarsa dairesine kadar gider, gelip konuşmasını sağlardı. Şehir dışından
arandığımız bir gün iki blok ötedeki anneannemin evine bile koşturmuş, haber
edip konuşmamızı sağlamıştı.
Bir gün kitapların
sıralandığı raflara baktığımı fark eden Emel Abla, “Okumak istiyorsan ödünç
alabilirsin, okuyup iade edince de yenisini götürürsün Filiz Akın” demişti.
Tuhaftır beni Filiz Akın’a benzetirdi. Uzak yakın alakam yoktu hâlbuki, sarışın
bile değildim. Benzemediğimin kendim de farkındaydım ama her ergen kendini
çirkin bulur ya, yine de hoşuma giderdi güzel bir oyuncuya benzetilmek. O
kitaplardan tanımadığım dünyalara ışınlanacağımı bilmeden kocaman ciltli bir
tanesini kucaklayıp merdivenleri koşturarak çıkmıştım bir üst kattaki evimize.
Ülkeleri, şehirleri konu edinen bir kitaptı ve çizimlerle süslüydü. Paris’in
anlatıldığı bölümde koltuğunun altında upuzun bir ekmekle yürüyen bir adam
resmedilmişti, arkada Eyfel Kulesi. Önce baston sandığım ekmeğe francala
dendiğini okuyunca eğer bu francalaysa bizdeki ne diye düşünmüştüm. Yuvarlak ve
uzun iki tür ekmeğin bakkal Niyazi Abi’nin külüstür ekmek kabininde
sergilendiği raflarda başka çeşit yoktu ve Niyazi Abi uzun olanı francala diye
satıp bizi kandırıyordu galiba. Yaz boyu Emel Abla’nın kitap rafını tükettim.
Son kitabı okuyup iade ettiğimde okullar açılmak üzereydi. Ertesi yaz bitişik
komşu Nuran Abla’nın büfesinde duran, kayınbiraderine ait üç-beş harcıâlem aşk
romanına dadanacaktım.
Lafı uzattım, sen
doğduğun uzak ülkelerden gelip de raftaki yerini alınca birdenbire meşhur
oldun, nasıl başladı bu iş hatırlamıyorum ama muhtemel ki Emel Abla’nın
çocuklarından biri arkadaşlarına hava atmak için senin marifetini döktü ortaya,
sonra da aldı yürüdü şanın. Birkaç kişi toplanıp gider, aralarında büyükler de
olurdu bazen, pelüşlü antreyi geçer, renkli sedire sıralanırdık. Emel Abla seni
raftan indirir, sırtındaki kelebeğe benzeyen anahtarı kurar, önümüzdeki sehpaya
bırakırdı. Elindeki zilleri aşk ile, şevk ile birbirine çarpıp çıkan şakırtıyla
iki yana sallanırken bizler de cezbeye tutulmuş gibi izlerdik seni.
Seyretmelere doyamazdık. Ah Maymun Kardeş bir yıl boyunca ne avuttun biz
çocukları, hakkını ödeyemeyiz. Her nerelerdeysen zilleri birbirine vuran o
ellerinden öperim…
------------------------------------------------------------------------------------------
Bugünün dizeleri Akgün Akova'nın affına sığınarak bu yıl İlhan Berk Şiir Ödülü'nü alan Oğulcan Kütük'ün "Dimdik Bakma Rehberi"nden olsun. "Kalbim Teşekkürler Beni Rezil Ettin" isimli şiirinden:
"fotoğraf karıştırmayacak kadar büyümek
ya da çok yaşlanmak tek tek bakacak kadar hepsine"