.

.
.

1 Nisan 2023 Cumartesi

MART OKUMALARI / 1 NİSAN

Upuzun ve sıkıntılı Mart ayı hoş izlenimler bırakmadan biterken kitap okuma konusunda da son derece verimsizdi. Elime aldığım her kitap günlerce süründü. Aksi gibi hep üzerinde düşünülerek okunması gereken, akmayan, ağır tempolu kitaplar seçmişim başlangıçta. Elbette deprem sonrası hepimizde oluşan olumsuz ruh hali de etkendi buna ama kendimi-Altay? Türkçesi ile anlatırsam-kalarda, koparda, hazarda, seferde yılmadan okuyan biri olarak nitelerdim, meğerse eskidenmiş çok eskiden. Alper Tunga ölmüş, acun ısız kalmış 😃

Elimdeki kitapların okunması uzayıp bir yerlerde tıkanınca çare polisiyede dedim, arka arkaya iki tane yuvarlarsam idrak yollarım açılır, birikmiş por-kireç temizlenir. Fena olmadı ama yine de istediğim verime ulaşamadım. Ne yapalım bu ay da tek derdimiz bu olsun. Gelelim kitaplara:

-Aya bir Türk yazarla başlamak istedim, methini duyduğum ve ilk kez okuyacağım bir yazardı Batuhan Aşıktoprak. İsmi bile edebî duygulara yol açıyor, elbet iyi bir şeyler yazmıştır dedim. "Alesta" günümüz İstanbul'unda geçen bir hikaye. Orta sınıf bir ailenin horoz döğüştüren bir babası, her şeye rağmen babaya sevgiyle bağlı bir annesi ve geceleri taksicilik yapan, kapağı yurt dışına atma derdinde olan yaşı kemale ermiş bir oğlu var. Ülkemizdeki pek çok aile gibi ekonomik sorunlarla boğuşup kıt kanaat geçinen bir aile bu. Sonra karşıya taşınan Suriyeli ailenin küçük oğlu sevilen komşu çocuğu kadrosundan dahil oluyor aileye. Bir de amca var, tam günümüzün adamı ve tuhaf bir de arkadaş. Dolardaki yükseliş kitabın önemli unsurlarından. Gündemi güzel dile getiren bir kitap olmuş, bence tanıyın yazarı derim.

-Sibilla Aleramo 20. YY.ın başlarında doğmuş bir kadın. Yaşadığı dönem düşünülürse "Bir Kadın" çağını aşan bir roman olmuş. Kendi hayatını özgürce yaşayan, kendi ayakları üstünde durmak isteyen bir kadını konu almış. Çağına göre oldukça feminist bir yaklaşımla. Lakin akıcı ve akılda kalıcı olmadı benim için, yine de yukarıda belirttiğim unsurlardan dolayı okunmalı derim. 

-Bu ay beni en zorlayan kitap Herta Müller'in "Yürekteki Hayvan"ı oldu. İnsanı hayran bırakacak kadar dolu ama bir o kadar da dağınık geldi. Kafamın çok karışık olduğu bir dönemde elime alışımdan kaynaklı sık sık takıldım ve bıraktım. Bu kopukluk da kitaptan arzu ettiğim zevki almamı engelledi. Sanırım sakin bir dönemde tekrar okuyacağım. 

-Yukarıda bahsettiğim gibi ayın ortasını geçtiğim halde üçüncü kitabımı zor-bela bitirince kendimi polisiyeye vurdum. Okuyan bir arkadaştan övgüsünü duyduğum ve bir süredir kitaplıkta bekleyen Tuna Kiremitçi'nin iki polisiyesini ardarda okudum: "Mezun Cinayetleri" ve "Perinin Ölümü". Karmaşık bir yapısı olmayan, katili tahmin etmekle etmemek arasında bocaladığınız, kolay okunan kitaplardı, en güzel sürprizi ise cinayetleri "Bacılar Timi" adı verilen bazen iki, bazen üç kadından oluşan bir ekibin çözmesi idi. Başkomiser Perihan'ı ve yardımcısı rasta saçlı Ayla'yı çok sevdim. Umarım devamı gelir. 

-Mart ayının son kitabı Herman Hesse'nin tabiriyle Altın Balık Magda Szabo'nun YKY tarafından yeni basılan "Abigail"i oldu. Daha sipariş verirken kitabın ilk gençlik çağı için yazıldığını biliyordum ama Szabo'nun yazdığı bir kitabı okumamam sözkonusu olamazdı. 450 sayfalık kalın bir kitaptı Abigail ama sanırım ergenlere yönelik diye düşünülerek iri puntolarla basılmıştı. Esasen ergenler karınca duasını bile okuyabilir. Yayınevlerinin ergenlerden ziyade 40 yaş üstünü düşünerek iri puntoları kullanması gerekir ama kağıt tasarrufu düşüncesi hakim sanırım, umurlarında mı okurların göz sağlığı. 

Kitaba gelecek olursak, dediğim gibi ilk gençlik kitabı. 15 yaşında olsam bu kitaba bayılırdım ama ne yazık ki değildim ve kafayı boşaltmak için okudum gitti. Asla bir Magda Szabo romanı tadı vermedi. Herhangi biri yazmış olabilirdi. Şirin bir yatılı okul öyküsü, arka planına ciddiyet dozu olarak İkinci Dünya Savaşı eklemlenmiş. Magda'ya benim kadar tutkunsanız okuyun, hatırı kalmasın ama bence ilk gençlik çağındaki kızlara armağan edin, daha çok hora geçer.

Bu ay okumadaki yetersizlik Storytel dinlemelerinde de kendini gösterdi. İki kitap dinledim. İlkini ilk basımndan okumuştum, aradan geçen zamanda unuttuğum yerler olunca hatırlama kabilinden tekrar dinlemek istedim Şükran Yiğit'in "Çatıkatı Aşıkları"nı. Hem hatırladım, hem de kitabın keyfine tekrar vardım. 

İkinci dinlemeyi de daha önce birinci kitabını dinlediğim Doğu Yücel'in ilginç kahramanı Mitat Karaman'ın ikinci macerasıyla yaptım: "Beter Ol Mitat Karaman!". Bu absürt roman da kafa boşaltma açısından faydalı, birincisi kadar olmasa da yemek yaparken iyi eşlikçi oluyor 😀

Bu ay düzenli olarak izlediğim üç dizi oldu, TV'lerde günlük akan dizileri kastetmiyorum. 6 Şubat depreminde yerle bir olan güzelim şehir Hatay'a olan acım hâlâ geçmiş değil. Bir vedalaşma gibi zamanında izlemediğim, Hatay'da geçen "Asi" dizisine verdim kendimi. 71 bölümlük, her bir bölümü iki saate yakın süren diziyi bitirmek neredeyse 1,5 ayımı aldı. Diziyi değil şehri izledim aslında, sokakları gösteren her karede ağladım, final bölümü ise tüy dikti. Uzun süre unutamayacağım sanırım, üzerime attığı keder hep benimle olacak. 

İkinci dizi Blu TV'de yayınlanan "Bozkır"ın ikinci sezonu oldu. 7 bölüm yayınlandı, haftada bir yeni bölüm geliyor. Komiser Seyfi ve Bahtiyar'ın baş rollerde olduğu iyi kurgulanmış, cesur bir polisiye, izleyin derim. 

Ve son olarak Netflix'in son Türk yapımı dizisi "Biz Kimden Kaçıyorduk Anne?". Yıllar önce Perihan Mağden'in aynı adlı kitabını okumuştum. Ana hatları dışında detaylar çıkmış aklımdan haliyle. Niyet edip oturdum başına ama Allah sizi inandırsın bunaldım. Başlamışken bitireyim dedim, bir de dizinin pek çok bölümü Antalya'nın muhtelif yerlerinde çekilince ilginç geldi. Lakin karanlık, tekinsiz, bunaltıcı bir diziydi. Me.lisa Söz.en'in mumya görüntüsü, oteldekilerin "Ay çok güzel kız" nidalarıyla peşinde dolandığı, hiç de o kadar şirin bulmadığım kız çocuğu içimi baydı. Beğeneni çok, onlara mübarek olsun ama ben sevmedim...

Bu ay film izleme açısından da kısır bir ay oldu. Dört film izlemişim, daha önce kitabını da okuduğum, Netflix'de yayınlanan "İyi Adamın On Günü", Oscar adaylarından "Women Talking", geçen yıl Altın Portakal'da Nihal Yalçın'a ödül kazandıran "Zuhal" ve şahane İran filmi "Leyla'nın Kardeşleri". Haliyle en beğendiğim de sonuncusu oldu. 

Nisan ayı daha çok kitap, daha çok film, daha çok etkinlik, daha az acı ve sıkıntı getirsin dilerim...


12 yorum:

  1. Zuhal'i beğenmemişsin sanırım, ben yine de bir bakayım diyorum. Ne dersin? ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ya sıkıldım biraz, tekdüze geldi, konusu da saçma. Bir kedi miyavlaması üstünde dönen film. Tamam bir takım metaforlar var ama ince ince onları düşünemeyecek kadar kafam karışık bu aralar. Ama izle, sonuçta bu görece bir olay, sen sevebilirsin...

      Sil
  2. Magda uyarısı çok iyi oldu, allahtan kitaba -duyar duymaz- fikren hemen atlamıştım ama almamıştım, iyi olmuş, eleştirmeye kıyamazdım çünkü:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben biraz o tarz kitapları severim ama yetişkin bir erkek olarak size pek hitap etmeyecekti eminim, aklınız kalmasın. Üstelik fiyatı da hayli tuzluydu, muhtemelen biliyorsunuzdur...

      Sil
  3. dün biz kimden kaçıyorduk annenin ilk bölümünü seyrederken aynı şeyi söyledim "bu kız mı güzel?" :)
    leyla muhteşemdi, son zamanların beni en çok etkileyen filmi oldu kesinlikle!
    iyi adam nejat işlercimi de pek beğendim :)

    tuna kiremitçinin kitapları benim de listemde. bu adamı seviyorum. şarkılarını da kitaplarını da :) bir de böyle birden çok alanda etkin olan kişilere gıpta ediyorum:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İyi adam serisini okumuştum ben, birebir çekmişler, ben de beğendim ama Leyla'nın Kardeşleri müthiş filmdi. Kiremitçi'nin karısı tesadüf bu ya çok genç yitirdiğim can arkadaşımın kızı çıktı. Hüzünlendim biraz, yazmıştım daha önce de. Kitaplarrahat okunuyor sevdim ben, devamı gelirse alırım. Çok sevgiler Şulecim...

      Sil
  4. Yürekteki Hayvan var listemde. Diğerlerini bilmem ama o farklı sanki. Film seyrediyorum şu sıralar, biraz daldan dala atlıyorum ama İran filmini listeye aldım şimdi. İyi adamın on günü'ne başladım ama devam ettiremedim içinde ki bazı unsurlardan dolayı. Artık yozlaşmış bir çok faktörü taşıyan Özellikle türk yapımları seyredemiyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İran filmini mutlaka izle derim Buketcim, ben İran filmlerinin hemen hepsini severim ama bu müthişti. 3 saate yakın zaman nasıl geçti bilemedim ki sıkılırım ben uzun filmlerden. Yürekteki Hayvan sağlam kafayla ilgi dağılmadan okunacak zor ama iyi bir kitap, umarım seversin. Sevgiler...

      Sil
  5. Szabo'yu seviyorum ama Abigail konusunda kararsız kaldım şimdi:) O zaman şöyle yapayım. Ben yine de alayım, okuyunca yeğenime vereyim, "sana almıştım" derim:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sezercim önerdiğin yöntem süper, oku ve yiğene ver :))))

      Sil
  6. Leyla'nın Kardeşleri'ni gördüm, Instagram'da da paylaşmıştınız. O günden beri çok merak ediyorum. Ama bizim beyin İran filmi şimdi bizi melankoliye sürükler serzenişi ile ona biraz zaman tanımaya karar verdim. Perihan Mağden'in Biz Kimden Kaçıyorduk Anne? romanını ben de yıllar önce okumuştum. Sırf okuduğum bir kitabın uyarlaması olduğu için izleyecektim ama notunuzu görünce vazgeçtim. Tuna Kiremitçi'ye nedense hep biraz tavırlıyım. Bu tavrın çıkış noktası da İclal Aydın'ın "kendi gibi gamzeli sevgilisi" olmasından kaynaklı. İyi Adamın On Günü hem kitap olarak çok sevdiğim hem de dizisini pek beğendiğim bir yapıt.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu seferki İran filmi melankoliye sürüklemez, kesinlikle izleyin derim. Ben ki hele de sinemada değilsem uzun filmlere tahammül edemiyorum ama bu 3 saate yakın film nasıl aktı geçti anlamadım. Çok çok iyiydi. Perihan Mağden kitabı uyarlamasını gerçekten laf olsun diye izledim, biraz da antalya görüntüleri hatrına. Kiremitçi genç yaşta kaybettiğim bir arkadaşımın damadı çıktı iyi mi, girişteki ithaf beni ağlattı (toruna arkadaşımın adı konmuş), bir de tavsiye üstüne okudum kafam dağıldı, sırf polisiye olduğu için. İyi adam serileri güzel gerçekten, film de iyiydi...

      Sil