.

.
.

27 Eylül 2018 Perşembe

ES-ES (YA DA YENİ BİR BACISAL SEYAHAT ETKİNLİĞİ)

Dün sabah erkenden, yazdığı dizi senaryosunun bazı çekimleri Eskişehir'de yapılan eniştenin peşine takılıp ailecek YHT'ye attık kendimizi. Hava daha evden dışarı çıktığımızda kendini belli etmişti esasen ama gün ilerledikçe bir nebze de olsa ısınacağını düşünmüştük, çok iyi niyetliymişiz, Eskişehir soğuğu diye bir olguyu hesaba katmamışız :) Yüksek hızlı trenleri seviyorum, rahat, çabuk ve temiz, sayelerinde günübirlik şehirlerarası seyahat yapma imkanı buluyoruz birkaç yıldır. Kaç kez Eskişehir'e gittim unuttum doğrusu, Konya, İstanbul, Bursa'yı da dahil edebilirim Eskişehir sıklığında olmasa da. Nitekim 1,5 saat sonra Eskişehir garında idik. Bizi şık bir ayaz karşıladı, kendimizi "Ayrık Otu" isimli cafeye atıp çay içerek ayıldık :) Hava öyle serindi ki cafenin üstü ve etrafı kapalı bahçesinde bile üşüyüp içeri girdik. Pek hoş bir mekan idi, özellikle duvar resimlerine ve hemen altındaki masaya oturduğumuz Jeanne Moreau ve Yves Montand'ın kocaman seramik tablosuna bayıldım. Ben çay içtim, bildiğimiz çaydı ama kızkardeş gelen filtre kahveyi çok beğendi. Eskişehir'e yolu düşeceklere önerilir:



Sonrasında senaristimizi sette bırakıp biz şehri turlamak üzere yola düştük. Düştük düşmesine de Ankara'yı yazlık mekan olarak kullanan biz haliyle kışlık giysilerimizi yanımıza almadığımız için bir miktar ince kaldık. Böyle durumlarda sık başvurduğumuz çözüm olarak civarda bir LCW aradık. Bu amaçla girdiğimiz uçmaya niyetli AVM'yi mesken tutmamıştı kara gün dostu mağazamız. Vitrininde "Son İndirim", "Damping" benzeri çeldirici afişler olan ve hesaplı bir yere benzeyen bir dükkana daldık-sorsanız adını bile hatırlamıyorum şimdi-bulduğumuz en ehven kazaklarla zırhlanıp kaldığımız yerden şehri gezmeye devam ettik. Benim zırhım parlament mavisiydi, kocanınki siyah. Kızkardeş zaten kış ortamına uygun giyindiği için onun yedeklenmeye ihtiyacı olmadı :) 

İlk olarak daha önceki gelişlerimde uğrama fırsatı bulamadığım Kentpark'a gitmeye karar verdik. Tabii bir ön hazırlık çalışması gerekliydi, önce tramvay bileti alabileceğimiz bir büfe, sonra da tramvay durağını bulduk. Çok geçmeden gelen tramvaya yerleştik. Oturacak yer de bulunca hem ısındık, hem dinlendik. "Otogar" son duraktı, karşısında da "Kentpark", sonbahar yapraklarının döküldüğü atkestaneli bir çimenlikten geçerek girdik Kentpark'a. Bir adet atkestanesi çantama yerleşti haliyle:


Sonbahar yapraklarının üstünde ayaklarımızın izini de bıraktık ki tekrar gelelim ama mümkünse daha sıcak bir havada. Bu arada en çirkin benim ayakkabım çıkmış, bak şimdi, üzüldüm :))))


Kentpark'ın kapısını gören Buckhingam Sarayı'na giriyorum sanacak :)


Park pek hoş, pek yeşil ve pek ıssızdı. Rüzgar meydanı boş bulmuş ağaçlıklı yollarda ahenkle dans ediyordu:


Tabanı maviye boyanıp deniz hissi verilmiş plajımsı sezon bitince kaderine terkedilmiş, şezlonglar bomboş ve mahzun, şemsiyeler ağlamaklıydı (amma salladım) :)))


Daha önce bize önerilmiş ve burada olduğunu düşündüğümüz restoran ne yazık ki başka bir yerdeymiş, Kırımlıların çibörek evini önerseler de bu aralar ete şarbon alerjimiz olduğu için şehre dönüp karnımızı orada doyurmaya karar verdik. 



Bizi uğurlamak için saygıyla önümüzde eğilen hanım kızımıza veda edip tramvay durağına doğru yollandık. 

Odunpazarı civarında indik tramvaydan, geçen gelişlerimizden birinde yemek yiyip memnun kaldığımız "Arzu'nun Yeri"nde karnımızı doyurmaya karar verdik. Yolüstü girdiğimiz hediyelik eşyacıda bize zorla lületaşı kolye satmaya çalışan hafif üşütük satıcıdan paçayı zor kurtarıp Arzu'nun mekanındaki kilim desenli sedirlere kurulduk. Toyga çorbası ve mercimekli, cevizli mantı sipariş ettik. Sonra da bu kadar yoğurtlu taamı yedikten sonra "umarız uyumayız" diyerek Odunpazarı'nın dördüncü kere keşfe çıktık. 


Simit almak için tavsiye edilen fırına gittik önce, Ankara simidi gibi bol susamlı ve çıtır olmasa da yöresel simit merakımızı gidermek için birkaç tane edindik:



Sözkonusu fırın, içeriden ve dışarıdan

Elimizde simit, midemizde yoğurtlu hamur birkaç tur attık Odunpazarı sokaklarında. Bir cam atölyesinden minik cam kolyeler, küçük bir fırından "Talkan kurabiyesi" denen leblebi unundan yapılma kurabiyeler aldık. Ben yerken ıslık çalmayı denedim ama başaramadım :))))


Bunlar vitrin dışı Odunpazarı evleri, restorasyona girmemiş doğal halleriyle yaşamlarını sürdürüyorlar.


Bu arkadaşımız da "Yıkılmadım ayaktayım" türküsüne konu olmuş olabilir :)


Ve dalında kurumuş üzümleri, sararmış yapraklarıyla duvardan sarkan bu asma "Sonbahar geldi ey gafiller, haberiniz ola" diyor.

Odunpazarı'nda yeteri kadar dolaştığımızı düşünerek Köprübaşı ve Adalar'a doğru kırdık rotayı. Bu kez daha önce geçmediğimiz Hamamyolu'nu seçtik yürümek için, hayli kalabalık, yer yer eski ve güzel binalara rastlanan, yeni elden geçirilmiş, araç trafiğine kapalı bir yol burası:



Şekilde görüldüğü gibi bazı dazlak kafaların eşlik ettiği renkli ve hoş binalar göze çarpmakta :)


Ve dünyanın en hüzünlü, en bıkkın görünümlü yelekleri :))

Sonunda Porsuk kıyısına ulaştık ve fena halde yorulduk, dinlenmeye ve sıcak bir şeyler içmeye ihtiyacımız var:



Hep adını duyduğum "Adımlar Kitap-Cafe"de alıyoruz soluğu. Kitap görüntüsü ve kahve kokusu, süper ikili. Gondollu Porsuk çayı manzarası da ekstrası:

 
"Akasya 13" numaralı masaya oturuyor ve menüdeki "Sultan Çayı"nı ısmarlıyoruz, içinde benden başka her şey var, adeta bir baharatçı dükkanı. Fincan gelince içine parmağımı batırıp kendimi de dahil ediyor ve bünyeye yolluyorum. "Oh!", gerçekten pek güzelmiş, tam bu soğuk havaların içeceği:


"Ee, Leylak hanım, buraya oturmaya mı geldiniz? Hani kitaplar?". Hayali piyanist şantörün uyarısı üzerine fincanım boşalınca içeriye girip kitabevini dolaşıyoruz kızkardeşle. Adetim olduğu üzere (her gittiğin şehirden bir kitap) bir kitap alıyorum kendime, Metis Yayınları'ndan yeni çıkan Eduardo Berti'nin "Yabancı Bir Baba"sını. İki ayraç, bir de magnetle alışverişimi tamamlıyor, bu defa kahve içmek için tekrar dışarı çıkıyorum. 


Kahvem bittiğinde beni bir sürpriz bekliyor. Sultan çayını instagrama koymuştum içerken, blogdan tanıyıp sanal alemde ahbap olduğum ama hiç görüşmediğim sevgili Eda giriyor kapıdan içeri. Yerimi instagramdan saptamış ve koşup gelmiş sağolsun. Bağırış çığırış kucaklaşıyoruz. Trenimizin hareket saatine kadar sohbet ediyor ve tekrar görüşmek dilekleriyle ayrılıyoruz. 

İstasyonda kızkardeşin eşiyle buluşuyor, trene yerleşiyoruz. Arkamızda bir adam oturuyor, az sonra bir başka adam gelip "Burası 4. vagon mu?" diye soruyor diğerine. Gayet kendinden emin "Hayır"ı basıyor arkamızdaki, oysa burası 4. vagon gerçekten. Adam gidiyor fakat uyarmak gereği duyuyoruz vagon numarası hakkında, "Yaa, hay Allah" diyerek kalkıp gidiyor. Çok geçmeden vagon numarasını soran kulaklarından ateşler çıkararak ve küfrederek gelip berikinin boşalttığı yere oturuyor. Neredeyse on dakika süreyle basıyor kalayı kendini yanıltan adama, en kibar sözcüğü "Öküz" diyeyim siz anlayın gerisini :)))

Sonuçta başka bir vukuatla karşılaşmadan, kitabımı okuyarak Ankara'ya ulaşıyoruz. Eryaman'a geldiğimizde kitabın son cümlesi de sona ediyor, gayet senkronize bir okuma oluyor böylece.

Efendim, diyorum ki yeni seyahatlerde buluşmak dileğiyle kalın sağlıcakla...

15 yorum:

  1. Ne güzel gezdim valla hem de üşümeden ;)) Hemen yenisiyle buluşalım lüffen ;))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ah ne güzel olurdu Ecehan hemen yenisiyle buluşabilmek ama ufukta şimdilik sadece Home Sweet home var, istikamet Antalya önümüzdeki hafta sonu :)

      Sil
  2. Her gittiğimde ayrı bir zevkle gezdiğim, farklı bir sokağında dolaştığım güzel şehir :) İyiki gezmişsiniz, bize de sunmuşsunuz :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynı duygulardayım, defalarca gidebilirim.
      Çok sevgiler...

      Sil
  3. Her yazınızı keyifle okuyorum ama bu başka. Çünkü Burası benim şehrim. Hee ne kadar 23 yıldır Istanbul'da olsam da o gezdiginiz yerlerde büyüdüm ben.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, şehrinizi size tekrar tanıtabildimse çok sevinirim. Sevgiler...

      Sil
  4. Fotoğraflara kaynayan kel kafaya, bıkkın ve üzgün yeleklere bayıldım. O ne sahiden yahu? Bir de sırf yelek mi satıyor acaba adam? ve o yelekleri?
    hahaha, beni de götürün yanınızda yahu :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Valla sadece yelek satıyormuş gibiydi ve çok hüzünlüydü görüntüsü, Funda ile ikimiz aynı anda aynı şeyi düşündük :)
      Ay birlikte gitsek ne güzel oluuuuur :))))

      Sil
  5. Okurken kendim geziyormuşum gibi bir hisse kapıldım. :)

    YanıtlaSil
  6. Seninle bir kez daha gezdim Eskişehir'i sevgili Leylakdalı. Böyle
    gezmeli yemeli içmeli yazıları okumaya bayılıyorum zaten, bu da çok
    iyi geldi bu sabah. Bizde bugün iş çıkışın yakın bir yere ( yakın dediğm 6 saat
    otobüsle sürecek ) gideceğiz. Haftasonu hava güzelmiş , kaçırmayalım dedik.
    dönüşte ben de yazacağım kısmetse gezimi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de sizin gezi yazılarınızla geziyorum. Bu tarz yazılar çok yararlı oluyor ilerde gidilecek yerler açısından. Sanırım Amasra imiş planlanan, öyle çok severim ki, iyi gezmeler...

      Sil
  7. Bize de yaşattığın için çok teşekkürler. Ben de trene binip bir Eskişehir seyahati planlıyorum, ama öncelikle havalar biraz ısınsın. Tatar böreği kokusu burnuma geldi bile :))

    YanıtlaSil
  8. Son yazıları okudum ama Eskişehir seyahatine yorum yapıyorum. Gezileri ve gezi yazılarını seviyor muyum yoksa?:)
    Eskişehir'e bir kez gittim bu arada. Çok sevdim. Tekrar gidersek -ki istiyorum- tavsiyeler için tekrar başvururum. Sevgiler...

    YanıtlaSil
  9. Eskişehir çok görmek istediğim yerlerden biri.Umarım bir gün nasip olur...

    YanıtlaSil