.

.
.

5 Ocak 2018 Cuma

DÜNLÜK

Çarşamba akşamı Opera Sahnesi'nde "Yeni Yıl Konseri"ne gittik. Ankara'daki opera sahnesinde daha önce tiyatro oyunu, bale, modern bale seyretmişliğim vardı ama orkestralı bir konsere ilk kez gittim. Biletler satışa çıkar çıkmaz internete saat kurup daldığım halde balkonun arkadan üçüncü sırasında ancak yer bulabildim. Bu biletleri kim alıyor, ne ara alıyor anlamadım. Daha satışa çıkmadan bitiyor mübarekler. Hatırlı bir zümre var onlara mı ayrılıyor, davetiye için mi tutuluyor o yerler, biletlerin çoğunu gişeye ayırıp internet kontenjanını kısıtlı mı tutuyorlar, çözebilmiş değilim. Grup Vitamin'in saçma ötesi şarkısını söylemek istiyorum: "Ellere var da bize yoh mi?". Antalya'da böyle bir sorun yok, girersin biletlerin açıldığı gün siteye, bomboş salondan istediğin yeri alırsın. Abone gibi her daim 2. sıra, ortadaki 2 koltuk şahsımın almasını bekler durur. Hoş bu sezon ilk iki sıraya 5 lira zam yaptılar, artık 3. sırayı parselliyorum, hem izlemesi daha keyifli imiş :)

Neyse bu kadar sitem, serzeniş yeter. Sonuçta arkalardan da olsa bileti kaptım, ayrıca konser gözden ziyade kulağa hitap eder. Orkestrayı Artun Hoinic isimli genç bir şef yönetiyordu ve konser George Gershwin'den Küba Uvertürü ile başladı. Bas Bülent Ateşoğlu'nun "Ah Bir Zengin Olsam" yorumu şahaneydi. İlk bölümün yıldızı piyanist Burçin Büke idi, yine Gerschwin'in "Rhapsody in Blue"su için çok iyi bir solo yaptı. 

İkinci bölüm daha popüler parçalara ayrılmıştı, "Mazi Kalbimde Bir Yaradır"dan "Lüküs Hayat"a, "Granada"dan "Lippen Schweigen"e, Carmen'in en ünlü aryaları "Habanera"dan "Toreador"a kadar pek güzel şarkılar dinledik. Sondan bir evvelki parça bu tarz konserlerin gediklisi "Radetzky Marşı" idi ve son olarak tüm solistler "La Traviata" operasından "Brindisi"yi seslendirdiler. Ben de "İşteee, temizlik ferahlık sizlereeee, hem de hiç durulamadan kurulamadan, Maarrrrk  Marrrrk" diye içimden söyleyip nostalji yaptım :) Telefonların ekran ışıklarıyla nurlanan konser, sona erip dışarı çıktığımızda başlayan yağmurla rahmete de erişmiş oldu :)



Fotoğraflar: Buradan

Dün sabah kapıya merdivenleri çifter çifter atlayarak çıktığı için özendiğim genç kargo görevlisi geldi, az sonra ben de dışarı çıkacağım için "Yağmur yağıyor mu?" diye sordum. Bir süre düşündü, "Eee yağıyor gibi de, yağmıyor gibi" dedi. "Nasıl yani, yağıyor mu, yağmıyor mu?" diye üsteledim. "Yani yağmur gibi değil de kar gibi, kar gibi değil de yağmur gibi, ay anlamadım yağıp yağmadığını" demez mi? Çocuk kafasında kudretten şemsiyeyle mi geziyor nedir, "Hadi canım güle güle, kolay gelsin" deyip postaladım. Yağmur yağdığı falan da yoktu zaten, az sonra ben de çıktım dışarı. Hatta bir ara güneş bile göründü. Mahallenin postanesine gittim, iki kitap yollayacaktım kargo ile. Öğle paydosuna çok az kalmıştı ve sanırım görevli memure iyiden iyiye acıkmıştı. Tüm sohbet girişimlerimi ekşi bir suratla geri çevirdi. Kendimi müşterisinin refüze ettiği taksi şoföru gibi hissettim. Neyse ki kitap gönderme sitesini itirazsız ve kolayca açtı da cüzi bir miktar ödememi sağladı, her zaman yapmıyorlar bu kıyağı. Dışarı çıkarken camlı ağır kapıyı önümden yürüyen ben yaşlardaki kadın açtı ve geçmem için bekledi. Kendime kapı açtırmış pozisyonuna düşmeyeyim diye, "Buyrun siz geçin" dedim. Arka arkaya çıktık dışarı, "Benim kafa pek yerinde değil" dedi çıkınca. "Olur bazen öyle, hepimizde oluyor" dedim. "Yok" dedi, "benimki öyle değil, oğlumu bıçakladılar, çok üzgünüm, yoğun bakımda yatıyor". Ne diyeceğimi bilemedim, çok bunalmış anlaşılan. Hemen hemen 15-20 dakika ayaküstü, hayatında ilk defa gördüğü kadına dert yandı, ağladı. İçim sızladı, teselli etmeye çalıştım ama böyle bir durumda teselli nereye kadar. Sonunda yanından ayrılabildiğimde hem çok üzülmüştüm, hem de kendi kendime "Gişe memuru konuşmadı der misin, buyur sana konuşan" diye söyleniyordum. Dünyanın en saçma üst geçidine tırmanmaya başladım, yolun bu tarafından çıkmak isterseniz adeta 500 metrelik, 8 çizen bir rotayı tırmanmak zorundasınız. Hangi müthiş zekanın ürünüdür bilemedim. Adım attığım her yere transların telefon numaralarını taşıyan kartvizitler serpilmişti. Birinin adı Nejla idi, bir tele trans için pek uygun olmayan bir isim. "Yol boyu nelerle karşılaşıyorum" diyerek devam ettim. Kamyonetli çiçekçinin yanında mola verip ziyarete gideceğim arkadaşıma nergis aldım. Pazarlık etmek istedim çiçekçi beni neredeyse elitlikle suçladı. Yanında torunu vardı, toraman bir oğlan. Dedesini pek seviyor olsa gerek ki ben çiçekleri alıp parasını ödeyene kadar adamı öpe-seve bir hal oldu. Dede-torunu muhabbet içinde ardımda bırakıp yola devam ettim. Apartmanlardan birinin bahçesinde sarı bir köpek kendisini içeri almayan sahiplerine burnunu cama yapıştırıp şiddetle havlıyordu, eminim ki köpek dilinde küfretmekte idi. "Bence de sence" diye seslenip yürüdüm. Simit almak için caddenin en kıyak simitçisine uğradım. Görevli kız çok süslü ve çok kibardı, simitlerimi güzelce paketleyip verdi, uzattığım parayı aldı ve melodik bir sesle "Güle güleeeeee" dedi. Kendisine bir zamanlar çıktığı reklam programındaki Zeki Müren'in tarzıyla "Allahaısmarladık sevgili şoför arkadaşlarıııım" demek istedim, diyemedim çünkü şoför değil simitçi idi :) Bir elimdeki torbada şemsiye, simitler, diğer elimde nergisler Dost Kitabevi'ne girdim. Önce kişisel gelişim standında "Kanserim Ben" isimli kitabın yanında duran kendi kitabımı ziyarete gittim ama yoktu. Sonunda ayılıp yeni çıkanlara koydular diye düşündüm ama orada da yoktu. Aradım taradım restoranda-pardon yemek standında-buldum. 
Türk Yemekleri arasına dahil olmam uygun görülmüş kitabevi tarafından :) Neyse ki yan komşum kanser taşınmış, yerine zeytinyağı gelmiş. Üst katta yılların Gönül Candaş'ı, alt katta ise biberli kahvaltı var. Diyette biri için iştah kabartıcı, lakin yemek kitabı diye alan olursa hayal kırıklığı yaratacak :) İzan diyorum izan, idrak diye de ekliyorum, kitabı bir karıştırsak keşke yerleştirmeden önce. Mutfak yazıyorsa hatıra da yazıyor, bari anı kitaplarının arasına yerleştir. Ne diyeyim, "Bereketli Olsun" 😀

Kitabıma restoranında saadetler dileyip yeni çıkanlardan 1 anı, 2 roman, 2 de şiir (Şükrü Erbaş-Ursula Le Guin) alıp çıktım kitabevinden. İnternet sitesinden daha ucuz alabilecekken kitabevlerinin dayanılmaz cazibesi engel oluyor bu duruma. Eh sefam olsun, haydi kalın sağlıcakla...

3 yorum:

  1. Ön sıralar operadaki gişeden yalnızca satılıyor diye biliyorum. Ufak tüyo :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ya Zihin kardeşim gişeye gitmeye üşenince böyle oluyor işte :)
      Neyse ben şehrime dönüyorum yakında, orada böyle dertler yok :)

      Sil
  2. Ah Leylak Dalı, opera önündeki duraktan ( hala var mı bilmiyorum) 4 sene her gün
    Bahçeli otobüsüne bindim. Okulumuz oralardaydı, hey gidi günler. küçük
    bir kasabadan Ankaraya yeni gelmiştim, ilk okula kayıt olmaya
    gitmiştik. sonrasında gençlik parkında gezmiştik ailece. etrafta ki
    insanları görünce biraz canımın sıkıldığını hatırlıyorum. sonra yurda yerleşmeye
    gittik Bahçeliye. orada gezmiştik sonra da keyfim yerine gelmişti. hemen o ay
    hiç gitmediğim çok merak ettiğim operaya bilet alıp yalnız başıma gitmiştim.
    hiç unutmadım; cosi fan tutte

    YanıtlaSil