Kaç gündür ihmal ettiğimden sinek düşse başı yarılacak hale gelen buzdolabına iyi kötü bir şeyler koymak amacıyla market alışverişine gittim bugün. Markete gidince kendini kaybedenlerden olduğum için elim kolum poşetlerle dolu eve giden (hem de epeyce merdivenli) yolu yürürken bir yandan söylenip bir yandan Denizli'deki pazar maceralarımı anımsadım.
Daha önce de yazmıştım burada, 1,5 yıllık bir Denizli ikametim vardır benim. Hayatımdaki ilklerin şehri; taze evlilik, yeni ev, yeni okul, bilmediğim bir çevre, yeni edindiğim arkadaşlar, önceleri anlayamadığım sonra da neredeyse o şekilde konuşur hale geldiğim şive ve daha pek çok farklı şey. Bir haftalık falan evliydik sanırım, yine boşalmış bir dolabı doldurmak diyecektim ki hatırladım, henüz buzdolabımız yoktu, bir ay kadar teldolap nostaljisi yapmıştık mecburiyetten. Buzdolabı yok diye aç duracak değildik ya, sebze-meyve almamız gerekti, gününü ve kurulduğu yeri öğrendiğimiz pazara doğru yola düştük. Epeyce uzak bir yerdeydi, işin esası bizim ev şehir merkezine uzaktı, pazarın kabahati yok. Pazara bir girdik ki gözümüz gönlümüz açıldı, pazar değil bildiğin bostan, sebzeler meyveler tazecik, yemyeşil, pırıl pırıl. Ankara pazarlarına alışkın ben zavallının gözü döndü. Marul ve benzeri yeşillikler satan bir teyzenin tezgahına yanaştık:
-Kaça bunlar?
-Malır mı, bi lira.
-Malır?
-He malır, tezecik bunlar, pek güzel. Alcen buna pekmezi batııcen batııcen yeecen ama ille Babıdağ pekmezi olcek.
Pekmez ve marul arasındaki bağlantıyı kuramasak da marulların çıtırlığı pek hoşumuza gittiğinden aldık bir tane ve 1 lira uzattık. Kadın ıslak önlüğünün cebinde para aramaya başlarken biz tezgahtan ayrılmıştık ki arkamızdan bağırdı:
-Deeezem, daatıverem, hem para üstüne almeceeniz mi?
Meğer marulun kilosu bir liraymış. Var mı Ankara'da öyle yağma :)
Denizli'de biraz daha yerlileşip sağı solu öğrenince bir ilkbahar günü kendi başıma gitmeye karar verdim pazara. Pazar bu mevsimde kimbilir ne kadar güzeldi ve ayrıca ucuzluğu da aklımı çelen bir başka nokta idi. Uzun bir yürüyüşten sonra ulaştım pazara, gerçekten rengarenkti tezgahlar. Görgüsüzce ne bulduysam topladım, asma yaprağı bile aldım daha hiç sarma deneyimim olmamasına rağmen. Gelgelelim torbalar o kadar ağır olmuştu ki eve giden yolun tamamını yürüsem kollarım ayak bileklerime kadar uzayabilirdi. Çaresiz bir süre sonra kendimi bir taksiye attım, hayli yüksek bir taksi parası ödeyerek eve ulaştım. Ekonomi yapayım derken pazardan tasarruf ettiğim parayı misliyle taksiye bayılmıştım. Bir daha da pazara gitmedim, sebze-meyve ihtiyacımızı hala rüyalarıma giren Şeytan Pazarı'ndan karşıladık. Sonraki gidişlerimde hevesle Şeytan Pazarı'na koşturduysam da pazarın eski bolluğu ve güzelliği kalmadığı gibi ismi de Melek Pazarı olarak değiştirilmişti.
Denizli'yi, yardımsever insanlarını, güzel dostluklarımızı, yazılı kağıtlarına konuştukları gibi yazan öğrencilerimi, kulağıma bir melodi gibi gelen şivelerini hiç unutmadım. Belleğimin en nadide yerinde saklıyorum anılarını...
Balayımın ilk gününü Denizli'de geçirmiştim. Pamukkaleyi gezmiş ertesi gün de Bodrum'a doğru yola çıkmıştık.
YanıtlaSilben de hatırladım denizli'yi. enteresan komşularınızı, unutulmaz mesai arkadaşlarınızı, kaçakçı pazarını falan. kaçakçı pazarı vardı di mi? büyük şehirlerde bulunmayan birçok şey vardı orda.
YanıtlaSilYazınızıseverek okudum bendebuldanlıyım denizli bi başkadır
YanıtlaSil