Malumunuz iki gündür Hollywood'daki otelimde, suit dairemdeydim. Tören zamanına kadar elimde Niğde gazozu (hemşehrilik bağlarım kuvvetlidir), dizimde evden taşıdığım Mamaklı Meliha Teyze'nin ördüğü yün battaniyem film kritiklerini kıraat ettim. Favorilerimi daha önce yazmıştım zaten. Tören saati yaklaşırken Snoopy'li pijamalarımı ve diğer kombinlerimi kuşanıp kapıya gelen Limuzinle salona ulaştım. Bordo terliklerimi tıpırdatarak kırmızı halıda yürürken tüm gözlerin üstümde olduğunu farketsem de çaktırmadım. Zaten iki adım atmıştım ki önüme şu çıktı:
LEYLAK DALI
Sanat, edebiyat, kitaplar, müzik, mutfak. Kısacası her telden...
11 Mart 2024 Pazartesi
AND OSCAR GOES TO LEYLAK DALI / 11 MART
9 Mart 2024 Cumartesi
OSCAR ADAYLARIM / 9 MART
Efenim malumunuz yarın büyük gün, ben şu an Hollywood'da, Dolby Tiyatrosuna nazır oteldeki suit dairemde yarınki tören için son hazırlıklarımı yapıyorum. Akademi'den kırmızı balmumlu mühürle gelen davetiyeye bu sene olumsuz cevap vermeye utandım. İnsanları pandemiydi, ameliyattı derken kaçtır refüze ediyorum, zor olacak ama bu sefer katılayım bari dedim. Kostüm olarak pembe renkli, Snoopy'li pijamamı hazırladım. Bordo terlik ve Snoopy'li bez çanta ile kombin yapacağım. Sizler için de kırmızı halıda gözümü dört açacağım 😁
Gelelim Oscar tahminlerime, bu yıl aday filmlerin tamamını yalayıp yuttum, sağ olasın İzocam, pardon İnternet (tövbelerce, yaşım ortaya çıkacak İzocam Mizocam derken). Bazılarında sıkıntıdan bayılayazdım, bazılarını ise gerçekten beğendim:
-EN İYİ FİLM:
Akademi: Oppenheimer
8 Mart 2024 Cuma
KEVGİR MESELESİ / 8 MART
Bulutlu bir havaya uyandım. Zaten kevgir gibi delik deşik bir uyku uyumuştum. Bak şimdi kevgir nereden aklıma geldi, öyle uzun zamandır kullanmadım ki bu kelimeyi, epeydir yerini süzgece bırakmıştı. Sanırım eskinin o ağır, bakır mutfak eşyaları yerlerini hafif plastiklere verince sözcükler de yer değiştirdi. Annemin vardı bakır bir kevgiri; epey büyük, ortasındaki delikler çiçek motifi gibi düzenlenmiş, kenarında gerektiğinde asmak için bir halkası olan. Çeliklerin rahatlığı mutfaklara girince kalay derdi olan tüm bakırları babamın itirazlarına rağmen kömürlüğe yollamıştı annem. Sonra bakırlar bir gece kömürlük kapısı kırılıp çalınmış, bu defa da ardından yas tutmuştu, kevgir de dahildi o çalınanlara elbette. Kevgir dışında kendilerine has isimleri olan başka bakırlar da vardı, mesela anneannemin "kuşane" dediği "kuşhane". Fazla yüksek olmayan, iki kenarında oymalı iki kulpu olan, bir nevi karnıyarık tenceresi. Çok eskilerden bir de kapak kalmış aklımda, tutma yeri kuş şeklindeydi, belki de ismi oradan geliyordu. Sonra "kirtikli sahan". Çukur tabak formunda, kenarları dilimli ve dilimlerin üstünde süsler olan. Birkaç tane mevcuttu, sonra yok oldular kömürlüğün karanlığında :) Bir tanesini bir-iki yıl evvel annemin mutfak dolaplarının derinliklerinde bulunca eski bir dosta rastlamış gibi sevinmiştim. En çok teşrik-i mesaide bulunduğum ise küçük bir bakır tastı, aile arasında "Funda'nın çorba tası" olarak anılırdı. Annem yaz tatillerinde her sabah babamı işe yollar, sonra ayakkabılarını giyip bana "Kahvaltı bulaşıklarını yıka, kardeşinin çorbasını pişir" talimatını vererek apartmandaki milyon tane komşudan birine kahveye giderdi. Bu her gün sırayla tekrarlanan bir gelenekti adeta komünal yaşanan sitemizde. Haliyle söylenerek çay bardaklarını yıkar, ardından domates rendeleyip henüz bebek yaşlardaki kardeşimin şehriye çorbasını pişirirdim, başkasını yemezdi çünkü. Yaa, "Kuvvetli Bir Alkış" o zamanlar çekilse annemle kıyak bir diyaloga girebilirdim sanırım 😂 Sonuçta bu hatıra değeri yüksek olan tas da mevcut değil, kömürlük hapsinden kurtulamamış belli ki.
4 bloklu sitemizin kocaman bir bahçesi vardı, yetmezmiş gibi arka cephesi de Atatürk Orman Çiftliği'ne kadar uzanan bakir bir kırlık alandı. Mutfak eşyalarının çoğunun bakır olduğu o yıllarda kalaycılar gelir, ya sitenin bahçesine ya da arkadaki kırlara yerleşir, sabahtan akşama kap kalaylarlardı. Biz çocuklara da eğlence çıkar, o gün oyunları unutur, tiyatro izler gibi kalaycıları seyrederdik nişadır kokuları arasında.
O siteden taşınıp şimdilerde yazları gittiğimiz eve taşındığımızda bakır kaplar hala kullanımdaydı. Babam bir gün eve ellerinde paketlerle geldi. "Ne bunlar?" dedik, "Bakırları kalaylayacağım, kalay malzemesi" dedi. "Nerede?" dedik, ana cadde üstünde, bahçesiz bir apartmanda oturuyorduk. "Mutfakta" dediği an annemde sigorta attı. Ciddi bir kavga koptu ama babamı caydıramadık. annem kepenklerini indirdi ve olay sona erip kalaycılık macerası unutulana kadar mahkeme duvarı moduna geçti. Babam bizim "Sen kalaycı mısın?" şeklindeki caydırma çabalarımıza Demirel'i de aşan bir demagoglukla "Babanızın kalaycı olmasından utanıyor musunuz?" cevabını verdi. Çaresiz mutfağı babama ve kalay malzemelerine terk ettik.
2 saatlik nişadır koklamalı ve dumanlı seansın sonunda babam eli yüzü kapkara, üstü başı kir içinde yanımıza geldi. "Anladım ki" dedi, "şu dünyada beceremeyeceğim yegane iş kalaycılıkmış". Mutfağa girdiğimizde saçımızı başımızı yolacaktık. Her santimetre kare nişadır tozuyla simsiyah, bakır kaplar ise alaca bulaca bir şekilde tezgah üstünde sıralıydı. Babamın kalaycılık hevesi ossaat sönmüştü ama bizim mutfağı temizlememiz üç gün sürmüştü 😂
Bir kevgir sözcüğü beni nerelere götürdü. Buraya kadar gelebildiyseniz sabrınıza teşekkür eder, tüm kadın takipçilerimin Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü kutlarım. En güzel günler henüz yaşanmamış olanlardır diyor ve buralarda mimoza olmadığı için bu karanfilleri her yaştaki kadın dostlarım için paylaşıyorum...
5 Mart 2024 Salı
MART GÜNLERİ / 5 MART
Sabah biraz keyifsiz kalktım, umarım hasta olmam. Balkona çıktığımda ilk gördüğüm şey merkez ilçemizin şu andaki başkanı ve aynı zamanda seçimdeki adayının tüm mahalleye gülücük saçan kocaman suratı oldu. Önce bir afalladım, Kızılcık Şerbo'nun Pembo'su gibi bir "La havle ve la kuvvet" çektim, sonra fark ettim aile boyu bir afişe baktığımı. Seçim bürosunun olduğu apartmana boylu boyunca asmışlar. Ben sokaklardaki her partiden en havalı pozlarını vermiş adaylara tahammül edemezken penceremden bayrak gibi sallansa ne tepki verirdim bilemedim. Bir de muhtar adayımız var, eski Yeşilçam filmlerindeki kavgacı figüranlara benziyor. Bezden bir posterini köşemizdeki apartmanın 1. kat balkon demirine bağlamışlar, önünden her geçişte adam balkonda oturmuş mangal yapıyor sanıyorum. Her yerde boy boy muhtar afişi var ama birini bile hayatımda görmedim. Madem adaysın bir uğra, kendini tanıt, mah cemalini görelim, öyle fotoşoplu afişle olmaz, az bilgi ver, kimsin, necisin, ne iş yaparsın, bir intiba uyansın üstümüzde. Bugüne kadar tek bir kadın çaldı kapımızı, güler yüzle tanıttı kendini, broşürünü bıraktı, ayak üstü sohbet ettik gitti. Eh benim kalbimi de, oyumu da çaldı, bıyıklılara oy yok, Kadınlar Günü de yaklaşıyor zaten işte sana kadın dayanışması 😃
Dün çoğunluğun beğenmediği "Kuvvetli Bir Alkış" dizisini izleyip bitirdim. Zaten her biri 20 dakika ancak süren 6 bölümlük bir şey, aşırı absürd oluşu nedeniyle çoğunluğun sevmeyeceği malumdu, ben de "Leyla ile Mecnun"u ve Onur Ünlü filmlerini (birkaçı dışında) pek sevmem mesela. Lakin bunu sevdim, tabii ki bazı sahnelerde, özellikle dizide temsil ettiği yaştan çok büyük duran oğulun bölümlerinde sıkılmadım diyemem ama yer yer çok güldüm ve zekice kurgulanmış metaforik sahnelere, göndermelere bayıldım. Notum 3 ama en yüksek puanım Aslıhan Gürbüz'ün oyununa. O finale yakın, portakal oğlan yılanıyla havada oturup dilenirken tasına para atan adama "Oğlum" deyişi vardı ya fena çarptı beni, ah analık!
Pazar günü bahar "Ben geldiim!" diye bağırıyordu ama bu bahar kısmına ve Mart ayına pek güvenilmez, toparlanıp gidebileceği gibi yerleşip kalabilir de. Haydi dedik, madem gelmiş, bir hoş geldin diyelim. Uzun uzun yürüdük, Varyant'ın başında durup on yüz milyon bininci defa Konyaaltı sahilini ve açmaya başlamış badem çiçeklerini fotoğrafladık:
2 Mart 2024 Cumartesi
ŞUBAT DÖKÜMÜ
Şubat ayının son haftası Twitter'de "Mermer zemine düşen gözlüğü 9 saniyede bulabilir misiniz?" fotoğraf üstü sorusunun zırt pırt karşıma çıkması ile geçti. İlk seferde 9 olmasa da az zamlı olarak bulmuştum ama övünerek söylüyorum ki sonrakilerde saniye sektirmedim 😂 Hay mermer zemininize de, gözlüğünüze de. "Şaşı bak şaşır" zamanları ne güzelmiş, en azından her sefer başka bir görüntüye şaşırırdık. Sosyal medya iyice çığırından çıktı, millet paylaşım altı meydan savaşı veriyor. Geçen ünlü bir eski gazeteci kadının Instagram fotosunun altında takipçiler birbirine girdi. "İkinci ayak parmağı ne kadar uzun" dedi biri, öteki "Sana ne" diye çemkirdi. Bir diğeri "Benimki de uzun" diye daldı konuya, alta yanaşan "Şanslı olur, şanslı" dedi. Parmak bitti saça geçildi, kimi çamur attı, kimi müdafaa etti, kimi "çirkinsiniz" dedi, kimi bunu diyene sataştı. Hesap sahibinin umurunda olmayan şeyler için neredeyse saçsaça, başbaşa kavga edeceklerdi. Yahu her fırsatta m.k atmaya çalıştığınız birini niye takip ediyorsunuz, hesap onun, istediğini paylaşır, zorunuza gidiyorsa mecbur musunuz?
Neyse dönelim gerçek hayata, güdük Şubat epeyce dolu geçti. Doğmalara doyamadığımız artçı doğum günü kutlamaları, arkadaş buluşmaları, park piknikleri, konser, bale, tiyatro izlemeleri, sergiler, evde izlenen filmler, okunan kitaplar, dinlenen kitaplar, dostlarla yemekler, kahveler, yağmurlar, fırtınalar, su baskınları derken bitmek bilmez Mart'a ulaştık. Bakalım kapıdan baktırıp kazma kürek yaktıracak mı, yoksa madem başladık bahar havasıyla devam edelim mi diyecek, yaşayıp göreceğiz.
Malum Oscar töreni bu ay içinde, gedikli davetli olarak dersime çalışmam lazımdı, Ocak içinde başladığım aday filmleri Şubat'ta izleyip bitirdim. Umarım çalışmadığım yerden soru çıkmaz:
26 Şubat 2024 Pazartesi
HAFTA SONU RAPORU / 26 ŞUBAT
Dün hava o kadar güzeldi ki, bahar geldi sandık. Eli kulağında gerçi, tüm belirtiler onu gösteriyor. Madem öyle dedik, gidip parkta yürüyüş yapalım. Derken yürüyüşten pikniğe evrildik, çay demleyip termosa doldurdum, yol üstü bir fırından da simit aldık. Mangal yakacak halimiz yok ya. Parka giriş yaptık ve en sevdiğim, insan eli değmemiş bölüme serdik postu.
19 Şubat 2024 Pazartesi
SEVDA FERDAĞ, NERİMAN ABLA VE HAYAT / 19 ŞUBAT
Sevda Ferdağ'ın öldüğünü Twitter'den (Hoş, artık oraya da "X" deniyor ya, bir türlü alışamadım) öğrendim. Hakkında yazılanları okuyup en parlak dönemlerinden seçilmiş fotoğraflara bakarak ne kadar uzun zamandır aklıma bile getirmediğimi fark ettim. Bir dönem, hatta dönemimiz yavaş yavaş kapanırken zamanında dört büyüklere takılıp bu güzel ve yetenekli kadınlara ettiğimiz haksızlık için adeta suçlandım. Yeni yetmeliğimizde Hülya Koçyiğit, Filiz Akın, Türkan Şoray, Fatma Girik peşinde koşar, yan rollerdeki, "vamp" olarak nitelendirilen (Ses dergisinin yalancısıydık) bu güzelim kadınlara burun kıvırırdık. Evlerimize henüz girmeyen, girdiğinde de uzun süre magazine yüz vermeyen TV'nin yokluğunda "Ses Mecmuası" sağlardı sevdiğimiz yıldızlarla bağlantımızı. O iri gözlü, kara saçlı, endamı yerinde oyuncuyu Tamer Yiğit'le olan ilişkisi başlayınca magazinel ilgi alanımıza almış, bir ortaokul öğrencisinin merakıyla takip eder olmuş, biz teneffüs saatlerindeki, annem ve komşularsa kabul günlerindeki dedikodulara konu etmiştik bir süre.
Görsel: Buradan
Babam bizi eve giren tek memur maaşıyla çalgılı gazinolara götürürdü sık sık. Mevsim yazsa açık havada Lunapark, Japon Bahçesi, Yazar Gazinosu gibi Gençlik Parkı içindeki mekanlara, kışsa Maltepe'deki Güneypark'a. Bazen de toplaşır yine Maltepe'deki Köşk Gazinosu'nun hıncahınç dolan Kadınlar Matinesi'ne giderdik eş dostla. Sevda Ferdağ'ı da şarkıcılık yaptığı dönemde Japon Bahçesi'nde izlemiştik. Keseyi yormayacak bir giriş ücreti ve masanıza getirttiğiniz semaverle en ünlü sanatçıları izleme lüksüne orta gelirli bir aile bile sahipti o yıllarda. Hangi şarkıları söyledi elbette hatırlamıyorum, gözümün önündeki hayalse "vardakosta" tabir edilen türden, güzel, heybetli ve hafif külhan bir görüntü. Programının sonuna doğru izleyenlerden "Tamer", "Tamer" tempolu alkış artınca sahneye Tamer Yiğit de gelmiş, elele tutuşup "Aman döne döne yar geliyor" türküsünü "Tamer'le Sevda geliyor" nakaratıyla söylemişlerdi. Sonrasında "Sıcak Saatler" dizisindeki olgunlaşınca daha da anlam kazanan yüzüyle anne rolünde görünene dek günlük telaşların arasında varlığını bile unutmuştum.
Sevda Ferdağ'ın ölümü içimi yaktı; hem onun kişisel varlığı bağlamında, hem çocukluk ve ilk gençliğimizin giderek yalnızlaşması anlamında, hem de kendisine çok benzettiğim ve çok sevdiğim komşumuz Neriman Abla'yı sanki bir kez daha yitirmişim duygusuyla. Neriman Abla hep söz ettiğim Babil Kulesi benzeri sitemizin ortak balkonuna açılan köşe daireye taşındıklarında iki çocuklu bir ailenin annesiydi ve çok güzeldi, tıpkı Sevda Ferdağ'ın gençliğiydi. Mütevazı evini çekip çeviren, kendi dikişini diken, örgüsünü ören, ertesi yıl dünyaya gelecek olanla üç erkek çocuğunun peşinde koşturan bir kadın, apartman annelerimizin bir benzeri daha. Kocası uzun yol şoförüydü ve 3. oğlan henüz bebekken feci bir trafik kazasında can verecekti. Neriman Abla'nın dönüşümü de o zaman başlayacaktı. O kendi halinde kadının içinden bir Amazon çıkacak, hayatla didişe didişe onu mağlup edecekti. Kısa süre sonra girdiği memuriyetle 24 daireli apartmanımızın yegane çalışan kadını olacak, ona verdiğimiz annelik rolünden sıyrılıp babalarımızınkine benzer bir statüye geçecekti. Mert kadındı Neriman Abla, sözünü sakınmaz, tavrını koyar, ihtiyacı olan kimseden de desteğini esirgemezdi. O güzel endamın, süzülür gibi yürüyüşün altında çocuklarını ve kendi yaşamını koruyan demirden bir yumruk gizliydi. Komşuluk yaptığımız yıllarda yakınlığını ve gerekiyorsa yardımını hiç esirgemedi. Yaşının ilerlediği zamanlarda bile yüzünün o anlamlı güzelliği hiç kaybolmadı. O mahalleden taşındığımızda seyrek de olsa sürdü bağlantımız. İşlem yaptırmak için gittiği bankanın merdivenlerinde düşmek gibi akıl almaz bir sebeple öldüğünü duyduğumda çok yandım. Ne zaman aklıma gelse Dranas'ın dizeleriyle andım: "Ne güzel komşumuzdun sen Neriman Abla".
Şimdi Sevda Ferdağ'ı uğurlarken Neriman Abla'yı bir daha uğurluyormuşuz gibi algılıyor beynim. Hem O'na, hem Sevda Ferdağ'a bir kez daha yanıyorum. Huzurla uyusunlar...