.

.
.

11 Mart 2010 Perşembe

HASRETİNLE YANDI GÖNLÜM

Şimdi dün Festival'in açılışındaydım ya devamını getirmem lazım. Yarışmaya katılan filmlerin dişe dokunur görünenlerini Portakal'da izlemiştim, o yüzden sinemaya gitmeyeceğim. Diğer etkinliklerini takip etmek niyetinde olduğum için günlerdir mesaj kutuma gelen festival programı maillerinde bahsedilen "Sanat Sokağı" nı bari göreyim dedim. Çok açık bir bilgi yoktu, yalnızca Kavaklıdere Sineması'nda olduğunu okumuştum, o yüzden öğleden sonra sinemanın bulunduğu Tunalı Hilmi Caddesi'ne doğru yollara düştüm. Bizim evden yürüyerek gidilebilir çok yakın olmasa da, tek sorun başlangıçta tırmanılacak sıkı bir yokuşun olması. Ihlaya tıslaya tırmandım meret yokuşu, su kaynatmasam da epey ter döktüm, kondüsyonu sıfırlamışım ne yazık ki. Bugün Ankara'da bahar havası vardı, o yüzden herkes kendini sokağa atmış. Biz de yokuşu bitirdikten sonra sağı-solu seyrederek ilerlemeye başladık. Aklımızca Kavaklıdere Sineması'nı görünce girip bakacağız ne var ne yok diye.

Eğlenceli bir caddedir Tunalı Hilmi, bir nevi Ankara'nın piyasa mekanı. Kaldırımlarda cafeler, pastaneler, şık dükkanlar, karşıdan gelen, yanınızdan geçen süslü hanımlar, çılgın görünümlü gençler, güzel ve şık kızlar sayesinde keyifle yürürsünüz. Eh malzeme çok; "aa, bunun saçı mavi", "ha ha kadının dudakları silikondan cankurtaran simidine dönmüş", "vay be, pastanelerin açık büfe 5 çayı popülasyonunu 70 yaş ve üstü oluşturuyormuş" diye söylene söylene yürürken bir de baktık Kuğulu Park'a gelmişiz. Eeee, sinema nerde? Şaştık kaldık, yıllarca gelip film izlediğim, her önünden geçişte neden artık işletilmediğine şaştığım sinemayı görmeden geçmişiz. "Lafa daldık galiba, bari gelmişken Park'ta oturup biraz dinlenelim" dedik ve Kuğulu Park'a dalıp yerleştik bir banka.

Sokaklar gibi parkta çok kalabalıktı. Hem insanlar, hem kuşlar vıcır vıcır hareket halindeydiler. Kuğular cool tavırlarla süzülmekteydiler havuzda. Lakin Karakız'ın ayaklarından birinde sorun vardı fotoğrafda gördüğünüz üzere. Muhtemelen kırık, kırmızı bantla tesbit edilmiş sanki. Yine de kasılmaktan geri kalmıyordu, atılan simitlere pek yüz verdiği yoktu.

Güvercinlerse kuğuların tam tersi ne atılırsa havada kapıp birbiriyle dövüşe çekişe yemekteydiler. Hele bit kadar bir serçenin önündeki simit parçasını kaptırmamak için verdiği mücadeleye gülmekten kırıldık. Haline bakmadan koca güvercinlere kafa tutuyordu kerata.

Ve bu da günün yıldızı. Şu zerafete, asalete bakar mısınız? Gaganın rengine ne demeli? Kendisine Kuğu Güzeli yarışmasında birincilik ödülü verdim.

Yeteri kadar uçan-uçamayan kanatlı gördüğümüze karar verdikten sonra aynı yolu geri döndük, bu defa sinemayı kaçırmamak için dikkatle ilerledik. Fakat heyhat, cadde bitti sinema yok. Deli olacağım, sinema buhar olup uçmuş sanki. Gerisingeri döndük, inat bu ya, illa bulacağım ve gireceğim "Sanat Sokağı"na. Oradaki esnaflardan birine sorduk, "İlerde, solda" dediler, yani varlığı teyit edilmiş oldu. Bu defa başımızı biraz yukarı kaldırarak levhalara baka baka ilerledik. Sonunda "Kavaklıdere Sineması" tabelasını gördük. Gördük görmesine de adı var, kendi yok. Koca sinema pasaj olmuş. "Sanat Sokağı" denen şeyse giriş holünün tabanına döşenmiş Festival afişleri ve duvarlara asılmış, üzerlerinde bazı yazarların Ankara'yı anlatan öykülerinden alınmış paragrafların bulunduğu posterler. Şaşkın şaşkın bakındığımı gören genç bir kız yanıma gelip bana iki sayfa basılı kağıt uzattı ve ertesi gün kısa film gösterimleri olduğunu söyledi. Boş bulunup "Sanat Sokağı bu mudur? Ben daha görkemli birşey beklemiştim" deyiverdim. Kızcağız ne yapsın "Keşke elimizde olsa da daha görkemli yapsaydık" cevabını verdi. "Kolay gelsin " diyerek ayrıldık. Onca yorgunluk, elde var sıfır derken kulağıma gelen müzikle durakladım. Bir yerlerden anlayamadığım bir müzik aleti ve darbukayla "Hasretiyle yandı gönlüm" şarkısının ezgileri geliyordu. Sesin geldiği yere doğru yürüyünce karşı kaldırımda müziğin kaynağını gördüm. 15-16 yaşlarında kavruk bir genç kaldırıma oturmuş ağzında mızıka, elinde darbuka tek başına o güzelim melodiyi çalıyordu. Bir çığlık gibi, bir bıçak gibi içe işleyen bir sesti yükselen. Uzun zamandır bu kadar güzel çalındığını işitmemiştim bu çok sevdiğim şarkının. Yorgunluğuma değdiğini düşündüm, sırf bu şarkıyı duymak bile yeterdi.

Hemen yakındaki Simitçi Cafe'ye oturduk, bu güzel ezgiyi dinleyerek fotoğrafta görülen muhteşem ikiliyi gövdeye indirdik. Yorulduk, umduğumuzu bulamadık belki ama sadece "Hasretinle Yandı Gönlüm" için bile bu yorgunluğa değdiğini düşünüyorum.

5 yorum:

  1. Yazılarını mı yoksa fotoğraflarını mı daha çok beğeniyorum karar veremedim. İki işi de o kadar güzel yapıyorsun ki.
    Tunalı Hilmi' de Kuğulu Park' ta Yeni Mahalle' de Emek' te ve Ayrancı' da bulunmuşluğum gezmişliğim kalmışlığım vardır. :)))
    Devamını bekliyoruz...Öpüldünüz...

    YanıtlaSil
  2. Belki de kader o şarıkıyı dinlemeniz için sizi oraya sürüklemiştir:)

    YanıtlaSil
  3. ne güzel gezmişsiniz,sahi bugün hava güzeldi ama ben çizmekten başımı kaldıramadım.pencereden giren havayı teneffüs etmekti bugün payıma düşen:)
    çokkk sevgilerimle...

    YanıtlaSil
  4. sıcak bir öğleden sonra ayaklarımde derman kalmayınca dinlendiğimi hissettiğim kuğularına bayıldığım, ağaçlarını sevdiği bir yer olarak anılarımdadır Kuğulu Park.

    YanıtlaSil
  5. Leylakcığım hem yazı hem fotoğraflar bir harika. Ankara'ya hep duruşmalarım için gittim. Bittikten sonra da Tunalı Hilmi'deki kafelerden birinde oturur gelen geçene bakardım. Ne güzel,özlemişim.

    Sevgilerle..

    YanıtlaSil