.

.
.

1 Nisan 2021 Perşembe

1 NİSAN (YEŞİLÇAM'DAN)

 

Dışarıdaki havaya ve benim eve kapanmış halime bakılırsa pek Nisan gelmiş gibi durmuyor ama takvim de yalan söyleyecek değil ya, üstelik Aylin yapmış takvimi, önceden araştırmıştır elbet 😃

Mart ayında okuduğum kitaplar pek tatmin etmedi beni, içlerinde 1-2 si dışında "Niye vakit kaybettim ki?" duygusuyla kapattım kapağını. Yarın topluca yazacağım, elimdeki kitabın son birkaç sayfası kaldı onun bitmesini bekliyorum ama bugün buraya biraz da o kitaptan bahsetmek amacıyla geldim.

Anı okumayı oldum olası severim, aynı anıları kızkardeşle birlikte okuyup sonra üstünde saatlerce konuşmaya ise bayılırım. Hele o anıların içine biraz da dedikodu karışmışsa, tanıdık isimler varsa ohoo tadından yenmez. Dedikodu iyidir arkadaşlar, ruhu besler 😃😃😃 Yeşilçam dedikoduları ise ruha kilo bile aldırır 😃 Elimdeki kitabı da Yeşilçam'ın duayenlerinden biri olan Türker İnanoğlu yazmış, daha doğrusu o anlatmış, Serpil Akıllıoğlu yazmış. 20'li yaşlarının başından beri sinema piyasasında olan bir kişiden daha iyi kimse bilemez elbette bu alemi. Şimdi hakkını yemeyeyim kimseye çamur atmamış, özel hayata saygı göstermiş, mahrem alanlara girmemiş. Dedikodu derken şaka yapıyorum ama beyazperdede görüp aşina olduğumuz, evin insanı haline gelmiş oyuncular hakkında bilmediklerimizi öğrenmek de şu boğucu ortamda ilaç gibi geldi bana. Özellikle de Yeşilçam'ın siyah-beyaz olduğu zamanları hatırladım. Gündemden, pandemiden o kadar bunalmışım ki o sakin, tasasız günlere müthiş bir özlem duydum. Seyran Sineması'nda cumartesi-pazar günleri 10.00 ve 12.00 matinelerinde, evin yanındaki arsaya konuşlanmış açık hava Güneş Sineması'nda ve bir sokak ilerideki kapalı salonunda izlediğim siyah-beyaz filmlerin tadını, naifliğini hatırladım. O saçma sapan sahneler, eğreti efektler, tuhaf seslendirmeler bile ne kadar sevimliymiş meğer. Dünyanın en güzel filmlerini bile izlesek şimdi o naif yılları özlememek mümkün değil. Okuduğum ilkokulun zemin katındaki büyük kütüphane salonunu pazar günleri sinema salonu haline getirirler, duvara gerilen bir perdede izlememizde sakınca olmayan Türk filmlerini ufak bir bedel karşılığında izlettirirlerdi. Okulda yapılan bir etkinlik olduğu için de aileler rahatlıkla izin verir, tek başımıza bile gidip izlerdik. "Kötü Tohum"u orada izlemiştim mesela. Zamanında pek sükse yapan bir filmdi. Lale Oraloğlu kızı Alev Oraloğlu ile birlikte oynamıştı. Sonra Küçük Hanımefendi serisinden birkaç filmi hatırlıyorum. Belgin Doruk'un "cina" denilen kulak altında kıvrılan saç modeli (muhtemel ki o devrin ünlü İtalyan yıldızı Gina Lollobrigida'nın saç modelinden esinlenilerek) ve puanlı elbiselerine bayılırdım. Göksel Arsoy ilk göz ağrım, tahtını kısa sürede Kartal Tibet'e devretti. Kartal Tibet gençliğiyle kıyaslanamayacak kadar kötü yaşlandı diye düşünüyordum ki kitaptan okuduğum kadarıyla içkiden olduğunu anladım, hatta o nedenle böbreğinin biri alınmış. Necdet Tosun'dan çok bahsediyor İnanoğlu, evimizin çocuğu gibiydi diye. O kocaman adam gözüme ne kadar yaşlı görünürdü çocukluğumda, meğer 51 yaşında ölmüş. Hasta hasta şehir dışına gitmiş iş için, döndüğü gün hastalanıp ertesi gün de vefat etmiş. Kalp o koca gövdeyi taşıyamadı demek, boğazına çok düşkün olduğu belli, çok da güzel yemek yaparmış, bunu tahmin edebiliyordum ama çapkın oluşuna çok güldüm. Karısından da fena halde korkar, gizli yapmaya çalışırmış ama çevresindekiler bunu bildiği için adama binbir çeşit oyun oynarlarmış.  O eski oyuncular birer birer geçti gözümün önünden okudukça, Vahi Öz ile Mualla Sürer'i görünce gülümsedim. "Rükneddin", "Bediaa" deyişleri geldi aklıma. Cevat Kurtuluş, Sami Hazinses, Salih Tozan, Erol Taş. Erol Taş Yeşilçam'a girmeden önce sırt hamalıymış meğer. Yapılı gövdesi, sarı saçlarıyla bir devrin çok sevilen kadın oyuncusu Neriman Köksal ile ilgili bir anekdot vardı, çok güldüm. Trene binmiş bir gün Neriman Köksal, Ankara mı, İstanbul mu bir yere gidiyor. Yemekli vagona oturmuş, karşısında tesadüfen Vehbi Koç ama Neriman Köksal hiç tanımıyor, uzun uzun sohbet ediyorlar, sonra aklına gelip adını soruyor, "Vehbi Koç" cevabını alınca "Aaa!" diyor, "ne tesadüf", "ben de hep Koç Seyahat'le yaparım yolculuklarımı" 😃 Bir de filmlerin monşeri, monokl gözlüklü papyonlu Feridun Çölgeçen anısı anlatayım. Çok uyanık ve dedikoducu imiş, duyduğu, gördüğü bir şeyi mutlaka yayarmış herkese. Bir gün Önder Somer'i İzmir'de bir hanımla samimi bir vaziyette görmüş. Önder Somer İnanoğlu'na gelip Çölgeçen'e tembihlemesini, bu durumun duyulmamasını sağlamasını istemiş. İnanoğlu yarı tembih, yarı tehdit ağzını sıkı tutmasını söylemiş. Aradan iki gün geçmiş Feridun Çölgeçen gelmiş, "Ya Türker deli olacağım, ne olur izin ver de bir kişiye bari söyleyeyim, duramıyorum" demiş 😃

Unuttuğum ya da zihnimin gerisine ittiğim çocukluğumun ne kadar oyuncusu varsa bir bir çıktı karşıma. Ne yazık ki çoğu içki ve uyuşturucuya çok düşkünmüş, ölümleri içki yüzünden olmuş ve  içki-esrar-kumar yolunda kazandıkları paraları çarçur edip düşkün bir halde ölmüşler. Çocukluğumun güzel çağlarına katkıda bulundukları için hepsine bin teşekkür, yattıkları yerde huzurla uyusunlar...

Almak isterseniz kitabın adı: "Sinemaya Adanmış Bir Ömür/Türker İnanoğlu"-Türvak Yayınları


3 yorum:

  1. Ah ah bayılırım bu tarz kitaplara ama en çok senin anılarını anlatmanı severim. Yine buluşuruz da anlatırsın inşallah canım Leylak'cığım

    YanıtlaSil
  2. Bugün markete giderken dondum ya bu nasıl Nisan dedim
    Ani kitabı ben de çok seviyorum bu sene bir iki tane okuyacaktım Türker Inanoğlu kitabı iyi bir seçim olabilir benden sonra annem de okur:)

    YanıtlaSil
  3. Yeşilçam filmleri naifti, insanlar daha iyi niyetliydi. O filmleri nasıl olup da hayranlıkla izlediğimize şaşıyorum bazen:) Şimdi gençler YouTube'dan eski filmlerin belli sahnelerini izleyip gülüyorlar. Oysa ki bizler ne saf ne mutluyduk.

    YanıtlaSil