.

.
.

26 Ekim 2017 Perşembe

FESTİVAL 4

Ay aman 4. günü de tükettik, kaldı bir yarın ve 2 filmcik.

Sabah yine erken düştüm yollara, taksi durağına yaklaşırken iri boy bir fare karşı kaldırımdan acele acele gidiyordu, sanırım o da filme yetişecekti. Ah Antalyamın rutubetli zerzeminleri. Neyse fareye birlikte gitmeyi teklif etmedim elbette, taksiye bindim ve dünkü poyrazla pusu süpürülmüş, berrak gökyüzünü ardına almış, kalemle çizilmiş gibi güzel Beydağları'na baka baka menzilime ulaştım. Evde içemediğim çayı yandaki cafede içip kapıların açılmasını beklemek için fuayedeki koltuğa yerleştim, meğer yanımdaki koltukta da Bılıt Aras oturuyormuş, farkına bile varmadım, arkadaş söyledi, adam botokstan tanınmayacak hale gelmiş :) Derken kapılar açıldı ve klima marifetiyle  düşük ayarlı bir buzdolabı modunda soğutulmuş salonda yerimizi aldık, yine sarındık büründük ve Meksika yapımı "Nisan'ın Kızları/Las Hijas De Abril" isimli filmi izlemeye başladık. 


17 yaşındaki hamile Valerie, üvey ablası Clara, anneleri Abril ve yeni doğan bebek Karen'n öyküsü var bu filmde ve oldukça sürprizli gelişmeler yaşanıyor. İlginç bir filmdi. 

Öğlen seansına kadar yandaki cafede kahve içtik ve yanıbaşımızdaki ağacın üstünde şu manzaraya şahit olduk. O uçusan beyaz arkadaşlar kuş değil efendim, miniminnacık sinekler:

Sonra yemek yemek için yakındaki AVM'ye gittik, gözlemeden, dönerden gına geldi zira, ev yemeği üstü çay götürdük. Öğlen seansında senaryosu ve rejisi Andaç Haznedaroğlu'na ait bir Türk filmi vardı: "Misafir/The Guest".


Suriyedeki savaşta evlerini ve ailelerini kaybeden Lina ve komşusu Meryem'in Suriye'den İstanbul'a, oradan Bodrum'a olan zorlu yolculuğu, hayatta kalma savaşları ve birbirlerine tutunmaları anlatılıyor filmde. Güzel bir sinema dili var, özellikle küçük kız çocuğunun oyunculuğu mükemmel. Gösterim sonrası oyuncularla sohbet vardı ama bizim de kahve içme ihtiyacımız vardı o yüzden katılmadık ama kahve sonrası salona döndüğümüzde Meryem rolündeki güzelim Saba Mubarek kameralar karşısında ropörtaj yapıyordu.


Ve günün son filmi bir İran yapımı idi: "Dürüst Bir Adam/Lerd". Senaryo ve rejiyi Mohammad Rasoulof yapmış, biraz uzunca ama izlenebilir bir öyküydü. İran sinemasını seviyorum, en kötüsü bile kayda değer oluyor. Bu filmde dürüstlüğünden taviz vermemeye çalışan Reza'nın sonunda toplumun adaletsizliğine ve çürümüşlüğüne teslim oluşunu konu edilmiş. Reza'nın karısı Hadis rolündeki Soudabeh Beizaee'nin güzelliği ise görmelere değerdi ve Bergüzar Korel'e çok benziyordu.
 

Çıkışta alt kat fuayede Ara Güler kitaplarını imzalıyordu, hemen sekiz çizen kuyruğa dahil ve sonuçta festival komitesinin kıyağı olarak imzalı ve tuğla boyutlu bir Ara Güler kitabına sahip oldum. Yalnız üstad hayli yaşlanmış.


Kapıdan çıktığımda alana kurulmuş podyumda İpek Açar ve Serkan Çağrı sahne almıştı. Fotoğraf çekip söyledikleri şarkı bitmeden ayrıldım oradan, zira az daha kalsam yorgunluktan çığlık atabilirdim. 


Bu post da bol fotoğraflı olsun, aşağıdaki görüntüler festival alanından:



1 yorum:

  1. Ara Güler, ne kadar büyük fotoğrafçıdır. Son aylarda "Tuhaf" dergisindeki öykülerini de zevkle okuyorum.

    YanıtlaSil