Son derece çabuk ve bir o kadar da faal geçen bir ay oldu Mayıs. Eş-dost buluşmaları, sahilde kahvaltılar, yaylada gecelemeler, festivaller, tiyatrolar, konserler, filmler, kitaplar derken bitiverdi gitti. Gözdeki sıkıntı bitmedi ama üstüne bir de dündenberi inceden inceden kendini hissettiren bir diş ağrısı eklendi hayırlara vesile olsun 😕
Kitaplarla başlayalım, okuyamama konusundaki makus talihimi yendim sonunda, sağ gözümün önünde uçup duran tırnak büyüklüğündeki gölgeye rağmen dokuz kitapla kapattım bu ayı:
-Ayın ilk iki kitabı Uzakdoğu kökenli oldu. Hişaşi Kaşivai isimli yazarımızın yemek üzerine yazdığı iki kitabını ardarda okudum. Esasen ikisi birleşip tek kitap olabilirmiş, aynı konuda birbirinin devamı idi zira, o nedenle de sona doğru biraz bıktırıcı oldu. "Yemek Dedektifleri" ve "Şefin Menüsü" adını taşıyan bu kitaplar Japonya'da geçiyor. Mütevazı bir lokanta, hem yemek çıkarıyor, hem de ayrı bir bölümde geçmişte yedikleri bir yemeğin izini süren müşterilere hizmet veriyor. Fikir güzel, iki kitap anlamsız, tadında bıraksalar iyiymiş. Okuyacaksanız ilk kitap yeterli...
-Nehir söyleşi ve yaşam öyküsü okumayı severim. İşin içinde biraz dedikodu olursa da daha çok severim 😂 Rutkay Aziz'le yapılmış bir nehir söyleşi (!) diye aldığım "Sahnede Yaşamak" bırak nehiri dere bile olamazdı. adeta bir broşür, zahmet edip kitap diye basmışlar. İçinde yazanları herhangi bir derginin birkaç sayfasında okuyabilirsiniz zaten, cebime ve gözüme zarar, ben ettim siz etmeyin...
-"Erkeksiz Kadınlar" İranlı bir yazarın birarada yaşayan farklı mesleklerden beş kadını konu alıyor, kadın özgürlüğünü konu aldığı için de İran'da yasaklanmış. Çok övülen bir kitap ama ben beklediğimi pek bulamadım.
-Rebia Arif İzmirli bir kadın yazar ve "Kadın Tipleri" isimli tek kitabını 1935 yılında yazmış. Kadın gazeteci Sencan'ın hemcinslerini tiplere ayırması ve bundan bir kitap çıkarmasını anlatıyor. Konu ilginç olsa da anlatım kuru geldi, sevemedim...
-Bu ayın en keyifle okuduğum iki kitabından biri oldu Veronica Raimo'nun "Yalan Dolan"ı. Yazar kendi yaşam öyküsünden hareketle büyüme, özgürleşme ve aile hikayelerini esprili ve kıvrak bir dille anlatmış. Okuyun derim...
-"Annem Gittiğinden Beri Çiçek Ekmiyoruz Bahçeye", itiraf edeyim ismi şiirsel geldiği için satın aldığım bir kitaptı. Kafamda kurduğum hikayeden çok farklı bir şey okudum. Kayıp yakınlarının öykülerinin peşindeki Asaf ile ölü bedenleri ailelerine ulaştırmaya çabalarken etik olmayan işlere de bulaşan Hanip'in öyküsü darladı beni biraz...
-"Malma İstasyonu" daha önce "Hayatta Kalanlar isimli romanını okuyup çok sevdiğim Alex Schulman'ın yeni kitabı. Malma istasyonu'na giden bir trende değişikzaman dilimlerinde seyahat eden bir baba-kız, bir karı-koca ve bir kadın, kaderleri ve yaşamları içiçe geçmiş insanlar. Düğüm Malma istasyonu'nda çözülüyor. Schulman ilk kitabıyla yükselttiği çıtayı düşürmedi. Ben severek okudum, belki siz de seversiniz.
-Ve ayın son kitabı içinden müzik geçen bir kitap: "Kupa Kraliçesi". Tıpkı yazarın daha önce okuduğum diğer iki kitabı gibi. Savaşın ayırdığı iki sevgiliyi ve yıllar sonra tesadüfün biraraya getirdiği kuzenleri konu alıyor. Diğer kitaplara göre biraz Yeşilçamvari bulsam da içindeki müzik okuma keyfimi kaçırmadı. Akira Mizubayashi her zaman benim yazarlarımdan biri olarak kalacak...
Gelelim filmlere, bu ay film açısından bereketli bir ay oldu:
Bu ay 11 uzun, 2 kısa film izledim. İçlerinde mutlaka izleyin diye tavsiye edebileceklerim şunlar: Göçmen konusunu ve dayanışmayı işleyen "Old Oak", bir Gürcistan filmi olan ve yalnız bir kadının yaşadıklarını anlatan "Blackbird Blackbird Blackberry", İranlı bir yönetmenin çektiği futbol meraklısı kızları konu alan, çok eğlenceli "Offside", çevreci bir konusu olan "Evil Does Not Exist" ve geçen yılın Oscar adaylarından aşırı şişman bir adamın yaşadıklarını konu eden "The Whale". "Asteroit Şehir", "Dünyanın Sonundan Çok Bir Şey Beklemeyin", "Bomboş" ve "Mendirek" başlamışken bitsin bari dediğim filmler oldu, izlemesem de olurmuş. "Bekleyiş" evlilik dışı bir bebek bekleyen kadının kendi çektiği belgeseli, fazla ilginç gelmedi. "Aniden" yeni çekilmiş bir yerli film, başrol oyuncusu Defne Kayalar'ın hatrına izledim, izleseniz de olur izmlemeseniz de kategorisinden. "Yara" mesajı olan bir kısa filmdi, denk gelirseniz izleyin, kısacık zaten ama anlamlı.
Peki neler dinledim:
İki yerli, iki yabancı kitapla değerlendirdim ev işleriyle geçen zamanlarımı. "Dizboyu Papatyalar" Tomris Uyar'ın biraz günümüzün dışında kalmış ama hoş öyküleri idi. "Çaça" ise çok keyifli bir eski İzmir romanı, Storytel'iniz var ve İzmir'i seviyorsanız Çaça'yı da seveceksiniz.
Storytel dinlemelerimin bazılarını geçmişte okuyup unuttuğum ya da okumadığım klasiklerden seçiyorum. Andre Gide'in "Pastoral Senfoni"si hüzünlü bir aşk öyküsü idi. Stendhal'in "Kırmızı ve Siyah"ını ise henüz yarıladım. Genç Julien Sorel'in maceralarına devam ediyoruz bakalım.
Her anlamda dolu dolu geçen bu ayda ancak iki diziyi izleyip bitirebildim:
-"Yetenekli Bay Ripley"i yıllar önce sinemada izlemiştim Matt Damon ve Jude Law'dan. Lakin dizi "Ripley"i daha çok sevdiğimi söylesem filmi izleyenler beni linçler mi acaba? Andrew Scott'un soğukkanlı halleriyle canlandırdığı Tom Ripley bana inandırıcı geldi, siyah-beyaz İtalya görüntüleri ise gözlere ziyafet denecek kadar güzeldi.
-"Baby Reindeer"e gelince ne desem bilemiyorum. Bazı bölümleri sevdim, bazı bölümlerden ürktüm, bazı bölümlerden sıtkım sıyrıldı, kahramanımızın körlemesine içine dalıp depresyona sürüklendiği olaylara sinir oldum. Hasılı izlediğime pişman mıyım, hayır. Peki sevdim mi, ona da hayır 😃
Gelelim bu ayın etkinliklerine, bir önceki yazıda bahsemiştim zaten.
Festival biletlerini alırken yabancı grupları tercih ettim, yerlileri her daim izleme şansımız var. Yabancıları da daha ziyade müzikal ağırlıklı seçtim ki dil sıkıntısı olmasın. İspanyol "Desconcerto", Polonya'dan "Balatlar ve Aşklar", Macaristan'dan "Atlı Karınca" ve Küba "Flamenca" izlediğimize pişman etmeyecek güzellikte gösterilerdi.
Eh buraya kadar geldiyseniz, kahveyi hak ettiniz, afiyet olsun (Laf aramızda biraz abartmışım galiba 😃)