Sayfalar

21 Mayıs 2013 Salı

YOLCULUK 5

Datça'yla vedalaşmadan önceki son günümde rotamızı Ovabükü'ne çeviriyoruz ama önce Palamutbükü'nde bir mola:


Kuşbakışı bakıyoruz oyuncak gibi görünen kırmızı çatılı evlere, badem ve zeytin ağaçlarına, kıraç toprağındaki iki tek ağacın traş olmuş yüzdeki etbeni gibi durduğu gitar şeklindeki adaya. Pastoral bir tabloyu seyreder gibiyiz.



Aşağıya inince bir kahve içiyoruz sarı şemsiyeli plaja ve paslanmaya yüz tutmuş sandala karşı, sandalla aynı ismi taşıyan cafede.


 

Ovabüküne ulaşana kadar birbirinden güzel koylardan geçiyoruz.  Gelincikler tek tük de olsa apansız atılan gürültülü bir kahkaha gibi canlandırıyorlar görüntüyü.



Ovabükü görünüyor uzaktan, kuşbakışı bakıldığında kafasını kabuğundan çıkarmış meraklı bir kaplumbağaya benzerken yaklaştıkça dinozor görünümü alıyor ama korkutamaz bizi:)


Ortam son derece huzurlu, benekli bir köpekten başka kimse yok kumsalda. Masamıza yerleşiyor, dalgaların sesini dinleyerek bu ortama yakışan ne yenip ne içilirse gereğini yerine getiriyoruz. 


Lavaboya gittiğimde paçama birşey yapışıyor, el kadar bir kedi yavrusu. Orada çalışan işçiler "Abla annesiz bu, alıp götürsene yanında" diyorlar. Mavi gözleriyle öyle şirin ki ama biraz erken başlamış sigaraya, akşam olmadan paketi bitirip boşunu atmış baksanıza :)


Çok geç olmadan Ovabükü'nden ayrılıyor ve bir başka güzel koyun, Hayıtbükü'nün içinden geçerek Datça'ya geri dönüyoruz. Akşam inerken şiddetini arttırmış rüzgara aldırmadan uzun bir yürüyüşle vedalaşıyorum bu güzel şehirle:


 

Ertesi sabah ayrılıyorum Datça'dan  Marmaris'e doğru; cebimde anılar, yüreğimde güzel insanlar, belleğimde unutulmaz görüntülerle...

Bitmedi, ha gayret bir bölüm kaldı :)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder