Sayfalar

26 Şubat 2024 Pazartesi

HAFTA SONU RAPORU / 26 ŞUBAT

Dün hava o kadar güzeldi ki, bahar geldi sandık. Eli kulağında gerçi, tüm belirtiler onu gösteriyor. Madem öyle dedik, gidip parkta yürüyüş yapalım. Derken yürüyüşten pikniğe evrildik, çay demleyip termosa doldurdum, yol üstü bir fırından da simit aldık. Mangal yakacak halimiz yok ya. Parka giriş yaptık ve en sevdiğim, insan eli değmemiş bölüme serdik postu.


Sütleğenler kaya diplerinde çiçeğe durmuştu:


Deniz havasını ciğerlerimize, çayla simidi midemize yolladık:




Seyirden bıkmadığımız manzaralara doyunca eve döndük. "Yargı" dizisini izleyince yatmam gecikti. uykum kaçtı, delik deşik bir uykuyla sabahı buldum. Kalktığımda tatsız bir sürpriz bekliyordu beni. Dünkü havaya güvenip balkonda bıraktığım çamaşırlar sırılsıklamdı, yağmur da yağmaya devam ediyordu. Toplayıp makineye tıktım, bir fasıl daha yıkayıp salona açtığım kurutma teline serdim. Alelacele bir kahvaltı yapıp önceden randevu aldığım kuaförüme yollandım. Uzamaktan usanmayan saçlarım boyanırken yağmur devam ediyordu. İşim bitince evden çıkmışken kesim işini de halledeyim diye diğer kuaförüme gitmeye karar verdim. Lakin salon kalabalık, benim kuaför de yoktu, kısmet değilmiş diyerek ve bir miktar da üşüyerek eve döndüm. Bir kahve yapıp dün izlemeye niyet ettiğim filmi açtım : "Safe Place". Hırvat bir yönetmenin psikolojik ağırlıklı ilk filmi, ana rollerden birini de kendisi üstlenmişti. Sonlara doğru uyku bastırsa da azmedip bitirdim, konu ağır olsa da iyi filmdi.

Cumartesi günü Bilgesu Erenus'un yazdığı "Misafir" isimli oyunu Antalya Devlet Tiyatrosu yorumuyla bir nevi seyirlik oyun gibi izledik. Almanya'daki işçilerin yaşadıklarını anlatan oyunun sunumu da, oyunculukları da gayet iyiydi. Yarın akşam da Opera Sahnesi'nde bir konsere gideceğim. 4 yıl aradan sonra sanatsal faaliyetlere tekrar kavuştuğum için mutluyum. Üstelik bilet bulmak Ankara'da olduğu gibi zor değil, mis gibi ön sıralardan hop diye alıyorum biletleri. Şehrimizi seviyoruz ❤

Bugünlük bu kadar, kalın sağlıcakla...

19 Şubat 2024 Pazartesi

SEVDA FERDAĞ, NERİMAN ABLA VE HAYAT / 19 ŞUBAT

Sevda Ferdağ'ın öldüğünü Twitter'den (Hoş, artık oraya da "X" deniyor ya, bir türlü alışamadım) öğrendim. Hakkında yazılanları okuyup en parlak dönemlerinden seçilmiş fotoğraflara bakarak ne kadar uzun zamandır aklıma bile getirmediğimi fark ettim. Bir dönem, hatta dönemimiz yavaş yavaş kapanırken zamanında dört büyüklere takılıp bu güzel ve yetenekli kadınlara ettiğimiz haksızlık için adeta suçlandım. Yeni yetmeliğimizde Hülya Koçyiğit, Filiz Akın, Türkan Şoray, Fatma Girik peşinde koşar, yan rollerdeki, "vamp" olarak nitelendirilen (Ses dergisinin yalancısıydık) bu güzelim kadınlara burun kıvırırdık. Evlerimize henüz girmeyen, girdiğinde de uzun süre magazine yüz vermeyen TV'nin yokluğunda "Ses Mecmuası" sağlardı sevdiğimiz yıldızlarla bağlantımızı. O iri gözlü, kara saçlı, endamı yerinde oyuncuyu Tamer Yiğit'le olan ilişkisi başlayınca magazinel ilgi alanımıza almış, bir ortaokul öğrencisinin merakıyla takip eder olmuş, biz teneffüs saatlerindeki, annem ve komşularsa kabul günlerindeki dedikodulara konu etmiştik bir süre.


Görsel: Buradan

Babam bizi eve giren tek memur maaşıyla çalgılı gazinolara götürürdü sık sık. Mevsim yazsa açık havada Lunapark, Japon Bahçesi, Yazar Gazinosu gibi Gençlik Parkı içindeki mekanlara, kışsa Maltepe'deki Güneypark'a. Bazen de toplaşır yine Maltepe'deki Köşk Gazinosu'nun hıncahınç dolan Kadınlar Matinesi'ne giderdik eş dostla. Sevda Ferdağ'ı da şarkıcılık yaptığı dönemde Japon Bahçesi'nde izlemiştik. Keseyi yormayacak bir giriş ücreti ve masanıza getirttiğiniz semaverle en ünlü sanatçıları izleme lüksüne orta gelirli bir aile bile sahipti o yıllarda. Hangi şarkıları söyledi elbette hatırlamıyorum, gözümün önündeki hayalse "vardakosta" tabir edilen türden, güzel, heybetli ve hafif külhan bir görüntü. Programının sonuna doğru izleyenlerden "Tamer", "Tamer" tempolu alkış artınca sahneye Tamer Yiğit de gelmiş, elele tutuşup "Aman döne döne yar geliyor" türküsünü "Tamer'le Sevda geliyor" nakaratıyla söylemişlerdi. Sonrasında "Sıcak Saatler" dizisindeki olgunlaşınca daha da anlam kazanan yüzüyle anne rolünde görünene dek günlük telaşların arasında varlığını bile unutmuştum.

Sevda Ferdağ'ın ölümü içimi yaktı; hem onun kişisel varlığı bağlamında, hem çocukluk ve ilk gençliğimizin giderek yalnızlaşması anlamında, hem de kendisine çok benzettiğim ve çok sevdiğim komşumuz Neriman Abla'yı sanki bir kez daha yitirmişim duygusuyla. Neriman Abla hep söz ettiğim Babil Kulesi benzeri sitemizin ortak balkonuna açılan köşe daireye taşındıklarında iki çocuklu bir ailenin annesiydi ve çok güzeldi, tıpkı Sevda Ferdağ'ın gençliğiydi. Mütevazı evini çekip çeviren, kendi dikişini diken, örgüsünü ören, ertesi yıl dünyaya gelecek olanla üç erkek çocuğunun peşinde koşturan bir kadın, apartman annelerimizin bir benzeri daha. Kocası uzun yol şoförüydü ve 3. oğlan henüz bebekken feci bir trafik kazasında can verecekti. Neriman Abla'nın dönüşümü de o zaman başlayacaktı. O kendi halinde kadının içinden bir Amazon çıkacak, hayatla didişe didişe onu mağlup edecekti. Kısa süre sonra girdiği memuriyetle 24 daireli apartmanımızın yegane çalışan kadını olacak, ona verdiğimiz annelik rolünden sıyrılıp babalarımızınkine benzer bir statüye geçecekti. Mert kadındı Neriman Abla, sözünü sakınmaz, tavrını koyar, ihtiyacı olan kimseden de desteğini esirgemezdi. O güzel endamın, süzülür gibi yürüyüşün altında çocuklarını ve kendi yaşamını koruyan demirden bir yumruk gizliydi. Komşuluk yaptığımız yıllarda yakınlığını ve gerekiyorsa yardımını hiç esirgemedi. Yaşının ilerlediği zamanlarda bile yüzünün o anlamlı güzelliği hiç kaybolmadı. O mahalleden taşındığımızda seyrek de olsa sürdü bağlantımız. İşlem yaptırmak için gittiği bankanın merdivenlerinde düşmek gibi akıl almaz bir sebeple öldüğünü duyduğumda çok yandım. Ne zaman aklıma gelse Dranas'ın dizeleriyle andım: "Ne güzel komşumuzdun sen Neriman Abla".

Şimdi Sevda Ferdağ'ı uğurlarken Neriman Abla'yı bir daha uğurluyormuşuz gibi algılıyor beynim. Hem O'na, hem Sevda Ferdağ'a bir kez daha yanıyorum. Huzurla uyusunlar...

17 Şubat 2024 Cumartesi

SANATSAL ŞEYLER / 17 ŞUBAT

Evime döneli bir ay, özüme döneli de iki gün oldu. Pazartesiyi salıya bağlayan gece başlayan dehşetengiz yağmur şehri perişan edip bizim de ödümüzü kopardıktan sonra dün yerini ılık ve güneşli bir havaya bıraktı. Yağış nedeniyle okullar tatil ve o akşam biletimiz olan bale iptal olunca Antalya'daki sanatsal faaliyetimi çarşamba günü başlatabildim. Opera Sahnesi'nde izlediğim son gösteri pandemi süreci başlamadan, tamtamına 4 yıl önceydi. Bugünlere şükür...

İlk kez izlediğim bir bale idi "Giselle" ve şahaneydi, soluksuz izledik. Sahneyi dolduran Uzakdoğulu balerin ve baletlerin çokluğuna da şaştık. Giselle'i canlandıran müthiş balerinimiz ise aşağıda:

Görsel: Buradan

Bale ile özüme döndüm ya, eh devamı gelsin tabii ki. Oscar adayı filmlerden henüz linkini bulamadığım için izleyemediğim iki tane kaldı. Onları bulana kadar önce "Perfect Days"ı, sonra da bir yerli filmi, "Kar ve Ayı"yı seyrettim. "Perfect Days" bana inanılmaz bir huzur ve mutluluk verdi. Bulursanız kaçırmayın bu şahane filmi. "Kar ve Ayı"yı ise karlı bir kasabada geçen değişik konusu ile sevdim.

Film bitince almam gereken bir-iki şey için Kalekapısı'na yürüdüm, gitmişken Antalya Kültür-Sanat binasına uğrayıp Devrim Erbil ve aile bireylerinin resimlerinin sergilendiği "Buluşma" sergisini gezdim.


Devrim Erbil'in devasa boyutlu "Selimiye'de Namaz" isimli bu tablosuna bayıldım. Önünde en az 10 dakika dikildim. Büyüterek bakmanızı öneririm. Sanatçı camiyi adeta kubbesinden izleyerek çizmiş ama sanki şeffafmış gibi namaz kılanları caminin süslemeleriyle birlikte resimlemiş. Nasıl bir yetenektir bu?


Yine Devrim Erbil'den: "Rüstem Paşa Camii"


Sanatçının "Ayasofya" tablosu halıya aktarılmış.


Aile bireylerinden Evrim Erbil'den "Bodrum".  Alüminyum üzerine değişik bir teknikle baskı.


Renk Erbil'den: "Toxic Love"


Ve Çiğdem Erbil'den...

Üç kata yayılan sergiyi gezdikten sonra biraz dinlenip kahve içmek için terastaki cafeye çıktım. Görevli meydanda yoktu. İstediğim sütlü filtre kahveyi başka bir çalışan yapıp asıl görevliyi çağırdı. Kahvem boynu bükük beklerken görevli nihayet göründü. "Süt" dedim, "Ayy kalmamış, aşağıdan getireyim" dedi, yine gitti, kahvem biraz daha soğudu. Sonunda süt geldi ama fincana boşaltırken çantama, masaya ve fincanın etrafına döktü. Ortalık temizlenirken kahvem biraz daha soğudu. Sonunda ortam yatıştı ama kahve buz oldu. Tombul, yaşlı bir hanımdı görevli, canın sağ olsun deyip soğuk kahveyi içtim ve kalktım, serginin keyfiyle kendimi teselli ettim.

Alışverişimi yapıp yine yürüyerek döndüm eve ama yol üstü Yivli Minare ve Yat Limanı'na bir selam göndermeden geçemedim:




13 Şubat 2024 Salı

KUMRULAR ÜZERİNE / 13 ŞUBAT

Cuma günü Süpirik Efendi (ya da Hanımefendi) yuvayı terk edip balkon demiri ve pencere pervazını mesken tutmuştu.


Biz aman düşmesin, aman üşümesin derdindeyken ertesi sabah bir baktık Süpirik yok, uçmuş. Veda bile etmemiş hayırsız. Henüz normal kumru boyutlarına ulaşmadığı için biraz endişelendik ama takip eden saatlerde anasının yanında görünce anladık ki hayata atılmış çocuğumuz. Anası demişken, yaptığım gözlemler sonucu "Kumrularda Analık Müessesesi" konulu bir tez yazacak duruma geldim. Kumriye hanımlar yumurtladıktan sonra 12-13 gün kuluçkaya yatıyor. Son derece ciddi ve vazifeşinas bir biçimde oturuyor iki-üç çöple yaptığı uyduruk yuvanın içinde. Bu arada olan üstüne konuşlanıp aynı zamanda alaturka hela olarak da kullandığı bizim eşyalara oluyor. Süpirik uçar uçmaz attık doğumhane görevi yapan sandalyeleri. Bunca sene gözlediğime göre arada Kumru Bey'e devrediyor kuluçka işini ve yem aramaya gidiyor. Geri döndüğünde "Guguuukguk", yani "Bey. ben geldim, sen kahveye gidebilirsin" diyor 😂 Yavru gagadan gagaya besleniyor ve müthiş ilginç bir görüntü çıkıyor ortaya. Süpirik fena halde iştahlı idi sanırım, utanmasa kadının midesine girecekti, öyle saldırıyordu. Bilmeyen biri kavga ya da dans ettiklerini sanabilirdi, öyle hareketli bir beslenme hali. Sonra ne oluyor, yavru biraz ele gelince anamız "İki şekerli, bir sade, hadi bana müsaade" deyip gurbanlar olduğu erinin yanına taşınıyor, sadece besleme yapmaya uğruyor. "Nasılsa iki enayi var gözkulak olan, ben keyfime bakayım" diyor sanırım 😃 Besleme işi sona erince de yavrunun hatıra defterine "Hayatın sarp ve dikenli yollarında başarılar dilerim" yazıp ilişiğini kesiyor analıkla. Geçen baktım alt katın balkon demirinde yan yana duruyorlar. Süpirik yandan yandan yanaşıyor, anasının zerre umuru değil, bir kanat darbesiyle "Çek git, kendi başının çaresine bak" diyor. Hayın ana 😂 Nerede bizim evlenme yaşına gelmiş çocuklarının ağzına "Uçak geliyor" diye lokma sokmaya çalışan hemcinslerimiz, nerede Kumriyeler 😂

Gece berbat bir yağmur indi buraya. Şimşek parıltısı ve gök gürültüsünden uyuyamadım. Saniye sektirmeden ardarda gümbürdedi gökler ve yağmur yağmadı, yukarılardan kovalarla su boşaldı şehrin üzerine. Kim bilir kaç evi, serayı su bastı, kaç ağaç devrildi. Baktım uyuyamayacağım Şilili Şair'in kalan 40 sayfasını okuyup bitirdim gümbürtüler ve şakırtılar arasında. Sonra bir ara dalmışım, uyanınca evi teftişe çıktım. Salona girince zemindeki su birikintisini gördüm. "Eyvah" dedim, "pencereden su girdi". Baktım pencerelerde sıkıntı yok, halı da ıslak değil ama laminatların üstüne su göllenmiş. Ara, tara sebebini bulamadım. Bu durumda ya bizim salon zemininde artezyen var, ya da alt kattaki kıracı tavana hortum tutuyor 😂 Bu saçma olayın sebebini bulursam bilgi vereceğim. Şu anda yine coştu yağmurumuz, gidip sağı solu kontrol edeyim.

Güneş eksilmesin üstümüzden...

7 Şubat 2024 Çarşamba

OCAK OKUMALARI / 7 ŞUBAT

6 Şubat'ın yıllarca bizi terk etmeyecek ağırlığını Beydağları'nın görkemiyle biraz biraz hafifletmek için sabah kendimi Falezler'e yönlendirdim. Bir doz dağ, bir doz deniz, bir doz yeşillikle az da olsa şifa buldum.


Doğa olup bitenlere, acılara, sevinçlere, hırslara, kötülüklere aldırış etmeden hükmünü icra ediyor. İnsanoğlu başına ne getirirse kendi aymazlığından, iş bilmezliğinden, doymak bilmez hırsından getiriyor. Bizim yavru kumru Süpirik mesela, büyüdü, gübreli ininden çıkıp pencere pervazlarında, balkon demirlerinde temaşa ediyor alemi. Kanatları güçlenene kadar gözlemde:


Biz bütün insansı tasalarımızla "Üşür mü?", "Yuvadan düşer mi?", "Aç kalır mı?" diye dertlendik durduk. Kocam Bey her gün yuvaya ekmekler ufaladı, akşamları tepesini leğenle, çevresini kartonla kapattı. Ben geleneksel Türk annesi olarak neredeyse yelek örüp giydirecektim (Çocukken bir mor, kolsuz süveterim vardı, annem en sıcak yaz gününde bile onu sırtıma geçirmeden sokağa, oyuna salmazdı, genetik işte :) Lakin Süpirik ne ufaladığımız ekmeklere yüz verdi, ne üşütüp nevazil oldu, ne de yuvadan düştü. Annesi ne getirip ağzına tıktıysa onu yedi, büzüldüğü köşede efendi efendi uçacağı günü bekledi. Gördüğünüz gibi ergen oldu artık, yarın bir gün de yuvadan uçar. Biz de doğanın akışına müdahale edebileceğimizi sandığımızla kalırız.

Bu ay sekiz kitap okudum. Ayın ikinci yarısı çocukların taşınma, bizim şehir değiştirme telaşımızla geçip üstüne bir de kutlu doğum haftası eklenince daha fazlasına imkan olmadı.


-Isabel Allende hayranlığımı blogumun takipçileri bilir, "Violeta"nın çıktığını duyar duymaz verdim siparişi ve ön planda Violeta ile kuşaklar süren, tadına doyulmaz bir aile öyküsü okudum. İyi edebiyat, adeta cana gelmiş kahramanlar ve nefis bir anlatı istiyorsanız mutlaka okuyun...

-"Eski Zaman Türküsü" Cabir Özyıldız'ın gerçekten güzel öykülerini içeren bir kitap. Öykü okumaya pek sıcak bakmayan ben bile böyle diyorsam bir şans veriniz...

-Fernando Pessoa'nın "Bulmaca Meraklısı Quaresma"sını polisiye merakımdan almıştım. Lakin kitap beni biraz sıktı, o yüzden polisiyeseverlere bile önermiyorum.

-"Baumgartner" Paul Auster'in hasta yatağındayken yayınlanan son kitabı, dilerim gerçekten son kitabı olmaz. Çok sevdiği karısını saçma sapan bir kazada kaybeden, altmışlı yaşlarını süren öğretim üyesi Baumgartner'in yaşadıklarına odaklanıyor kitap. Yazarın kendi yaşamından da izler taşıdığını düşünüyorum. Okuyun derim, zaten incecik bir kitap ama çok yoğun.

-Adını ilk kez duyduğum John Fosse 2023'de Nobel'i kapınca okumak şart oldu dedim ve "Üçleme"ye başladım. Lakin öyle tuhaf bir yazım tarzı, zamanda gel-gitler ve kim kimdir durumlarıyla karşılaştım ki elimden bırakmakla bırakmamak arasında ikircikler yaşadıysam da Alida ve Asle'nin öyküsünü dişimi sıkaraktan bitirdim. Sanırım ben biraz klasik bir okuyucuyum ya da Nobel jürisi cıvıttı. Ben önermiyorum, yine de siz bilirsiniz.

-Richard Yates sevdiğim bir yazar, "Özel Bir Yazgı"yı da severek okudum. Sanatçı ruhlu ama hesapsız anne Alice ve 18'inde savaşa gitmek zorunda kalan oğul Robert'in romanı. Bir yanda savaş, bir yanda kadın sorunları var. Okuyun derim...

-"Bayan Caliban" gerçeküstü olduğu kadar psikolojik yönü de ağır basan bir roman. 2 çocğunun ölümünden sonra evliliği de sarsıntı geçiren, yalnızlık çeken Bayan Caliban'ın hayatına bir şekilde başka dünyadan gelen bir yaratık girer. Sayılı mutlu günlerin ardından düş kırıklıkları başlayacaktır. Okunası...

-Ve son kitap, "Küçük Tilkili Kadın". Paris'te bir çatı katında yaşayan, yoksul, kimi zaman çöpleri karıştıran yaşlı bir kadının öyküsü. Pek sevemedim deyip bitireyim...

Gelelim dinlediklerime:


-Storytel'e üye olduğumdan beri Tanpınar dinlemelere doyamıyorum. O kadar güzel seslendiriliyor ki (Tolga Korkut) okuduğum bazı kitaplarını ikinci defa dinledim ve daha çok beğendim. "Sahnenin Dışındakiler"in konusu Milli Mücadele yıllarında geçiyor. Çevresindeki değişik yapıda insanların sahteliğinden bunalan ve mücadelenin içinde yer almak isteyen bir genci ilmek ilmek işlemi Tanpınar. Bütün eserleri gibi şahane...

-Hikmet Hükümenoğlu ak ayında iki kitabıyla dahil oldu dinleme listeme. Üçüncüyü de Şubat ayının ilk kitabı olarak dinlemedeyım. İlki "Küçük Yalanlar Kitabı". Faruk, Cemil ve Rezan'ın öyküsü, Sofya'yı da unutmayalım tabii ki. Cemil Büyükdöğerli, Ünal Yeter ve Berrak Kuş'un seslendirdiği kitap az bulunan bir lale soğanının peşinde karmaşık ilişkiler yumağı şeklinde ilerliyor. Yazarın en iyi kitabı diyemiyorum ama üç farklı seslendirme ile dinlemesi keyifli idi.
Diğer kitap "Kar Kuyusu", Başak Meşe seslendirmiş. Beyoğlu'nda bir arka sokakta takı dükkanı açan Nur'un garip bir kadın olan üst kat komşusu ve oğlu ile yaşadığı ilginç olaylar. Oldukça gerilimli, merak duygusunu eksiltmeyen bir kitap.

-"Bir Katilin Güncesi" bu ay dinlediğim yegane yabancı kitap. Erdem Akakçe Alzheimerli katile adeta can katmış. Dinleyiniz...

-Nermin Yıldırım'ın "Rüyalar Anlatılmaz"ını her zamanki gibi Deniz Yüce Başarır başarıyla seslendirmiş. Aniden ortadan kaybolan kocası Eyüp'ün izini sürmek için Barselona'dan İstanbul'a gelen Pilar kocasının rüyalarını anlattığı kitabı okuyarak bir aile sırrını ortaya çıkaracaktır. Yazarı sevenlere tavsiye...

-Atilla Atalay'ın "Menekşe İstasyonu" eğlenceli ama Sıdıka dizisinin esinlenildiği kitap olduğu için geçmişte kalmış oldu, o eski tadı vermedi haliyle...

-Ayın son dinlemesi adını ilk kez duyduğum Ceren Ceran'ın "İstanbul'un Bodrum Katları" oldu. Fatih Özkul'un seslendirdiği kitap büyük umutlarla ve hayallerle İstanbul'a gelen ve ne yapsa bodrum katlardan kurtulamayan Ömer'in yaşadığı hayal kırıklıklarını çok güzel anlatan bir kitap olmuş. Dinleyiniz...

Yeni kitaplarda buluşmak üzere...

4 Şubat 2024 Pazar

OCAK AYI DÖKÜMÜ / 4 ŞUBAT

Yılın ilk ayını yedik bile. Benim için oldukça yoğun, koşuşturmalı, yorucu, telaşlı, mekan ve iklim değiştirmeli, buluşmalı-görüşmeli, kutlamalara doyulmayan bir ay oldu. Bunca şeye isyan eden beli ve omurgayı da sayarsak bünyeyi de biraz zorladık haliyle. Eh, Fadime'nin hatırlamadığı yaşlara ulaşınca bu tür sıkıntılar vaka-yı adiyeden sayılıyor, bunları geçelim güzel şeylere odaklanalım.


Ayın ilk yarısı Ankara'da idim malumunuz. Oradaki dostlarla, lise arkadaşlarımla ve kız kardeşle buluşmalar, Kale civarına bir veda ziyareti, çocukların taşınması ve yerleşmesine yardım derken Antalya'ya dönüş günü geldi çattı. Bol bulutlu bir yolculukla güneşli şehrimize ve özlediğim evime ulaştık. Beni bekleyen "Süpirik"i biliyorsunuz. Kendisi epey büyüdü, bir hafta içinde uçururuz diye düşünüyorum. Bilgisayarımsa hala bozuk, laptopta tuş aramaya devam. 

Biraz dinlenip kendime geldiğimde kutlu doğum haftam da başlamıştı. Sağ olsunlar dostlar, arkadaşlar, kuzenler, yiğenler beni bol bol şımarttılar, kutladık da kutladık, mum üflemelere doyamadım. Katkısı olan, kutlayan herkese bir kez daha teşekkür ediyorum.

Tüm bu koşturmalar nedeniyle arzu ettiğim kadar okuyamadım. Okuduklarımı ve Storytel'den dinlediklerimi bir dahaki postta aktaracağım. Kitap sayım eksik kaldı ama Oscar adayları belli olunca izlediğim film sayısı arttı.


11 film izlemişim bu ay, bunlardan 8'i çeşitli dallarda Oscar adayı, fırsat ve link buldukça diğerlerini de izlemeye çalışıyorum. Kolajını yaptığım filmler içinde "Past Lives" favorim. Erkek Oyuncu dalında şimdilik "The Holdovers"in başrolündeki Paul Giamatti diyorum. Uluslararası film dalında henüz iki film izledim ama gönlüm "Öğretmenler Odası"ndan yana. Onca övülen "Maestro"yu çok yavan buldum, "Nyad"ı da doğal yaşlanmış Annette Bening ve Jodie Foster hatrına izledim. "American Fiction" da gayet sıradandı. Diğerlerini ise sevdim.

Bu ay böyle geçti, bitirirken ferah kahveleri olsun mu?



1 Şubat 2024 Perşembe

YAŞ ALMAK MI, YAŞLANMAK MI? / 1 ŞUBAT

Dün bir yaş daha büyüdüm. Bu marifetimin Ortadoğu ve Balkanlar'da, ilave olarak yavru vatan Kıbrıs'ta  kutlanması arzusundaydım ama piyasa malum, mesarif olmasın diye ülke, hatta narenciye diyarı Antalya şehrimizin sınırları içinden selamlarla kısıtlı tutmayı uygun buldum. Gelgelelim yaş kemale ermekten kemalettine tırmanmaya isteğim dışında azmettiği için "Ne kadar kutlasan yanına kâr kalır Leylak bacım" diyerekten provalı, prömiyerli, müzikal arka planlı üç-beş kutlama yakışır diyerek kolları sıvadım. Pek de güzel oldu. Şu pastamın kirpisel şirinliğine bakındı hele, bu yaşa da böyle pasta yaraşır elbet:


Daha bir takım bislerle tekrar sahne almam da mümkün, bir Leylak kolay büyümüyor haliyle 😂 Günlerdir yorgunluk ve bel ağrısıyla eve tıkılmamın acısını da çıkarmam gerekir ki sağ olsun eş dost bu konuda desteklerini esirgemiyorlar. Hem Antalya da beni özlemiştir, hasret gidermek lazım. Beni düşünen arkadaşlar bin yaşasın. Şu hediye fincanda yazan yazının inceliğine bakın, gel de egon tavan yapmasın 😂


Şaka bir yana, yeni yaşımdan ve bundan sonra gelmesi ihtimal dahili olan yaşlarımdan tek isteğim sağlık, geri kalan her şey bende biter. Yeni yaşımı kutlayan tüm dostlara bin şükran, iyi ki hayatımdasınız ❤


Son olarak:

Fadime'ye sormuşlar: 
"Kaç yaşındasın?"
"Her sene değişen şeyi niye aklımda tutayim da!" demiş 😂