Sayfalar

1 Mart 2022 Salı

ŞUBAT OKUMALARI / 1 MART

Pandemi, ekonomik kriz ve üstüne cila olarak savaş, ne kadar sevimsiz zamanlardan geçiyoruz. Üstelik tam da bahar başlayacakken. Bahar da nasıl başlayacaksa, serpinti gibi pis bir yağmur ve gri, bulutlu bir hava var dışarda. Hiç hazetmediğim aya girdik, bahara dahil olmasa evlat olsa sevilmez, Yılmaz Erdoğan da pek sevmiyor galiba, bakın "Mart Diye Bahar Geldi" şiirinin bir bölümünde ne diyor:

"................
Mart'ı görünce kaçacak yaz ararım
Ve gözlerimi kapatırım erken martı sesi duyunca
Sanki kızım dilime vurmuş sanırım
Giderken kapattığım kapının kilidi
................" 

Kahvaltı sonrası Haluk Bilginer'in yeni başlayan "Baba" dizisinin ilk bölümüne takıldım Puhu TV'de, boş boş oturup bir şey izlemeyi sevmem, dün aldığım baklaları hatırladım. Yıkayıp getirdim ve bir yandan izleyip bir yandan ayıkladım, sonra diziye küçük bir ara verip pişirmeye gittim. Baklalar tencereye girerken, aklım da Denizli dolaylarına gitti. Üniversiteyi bitirdikten çok kısa bir süre sonra evlenip Denizli'ye yerleşmiştik. Benim için ilklerin şehridir; ilk gurbet, ilk ev, ilk öğretmenlik, kısacası pür acemilik. Leman Cılızoğlu'nun yemek kitabını okuyarak öğrenmeye çalıştığım yemekler, ev idaresi,  pazar ve çarşı alışverişleri. Yağ ve domates sularıyla lekeli, parçalanmış sayfalarıyla hâlâ çekmecelerden birinde ebedi uykusundadır o kitap. Bahar daha "B" harfini üflerken bakla mevsimi açılırdı benim için, çocukken nefret ettiğim bu yemek ne hikmetse gençliğimde vazgeçilmez olmuştu, özellikle de baharın başında, adeta mevsimi resmileştiren bir şey. Çiçekler açmaya, kuşlar cıvıldamaya başladığımda soluğu çok sevdiğim-ve hala rüyalarıma giren, çok özlediğim-Şeytan Pazarı'nda alır, mevsimin ilk baklasına ek olarak 1-2 demet nergis yüklenip dönerdim eve. Alanı geniş, tezgahı dar o saçmasapan mutfakta pişirir ve Kocam Bey gönülsüzce didiklerken ben afiyetle yerdim. Sonraki gidişlerimde zihnimde yer eden Şeytan Pazarı'nı bulamasam da, adı Melek Pazarı'na çevrilmiş olsa da bakla ve nergis benim için her daim Denizli'dir. 
 
Bu kadar nostaljiden sonra gelelim Şubat'ta okuduğum kitaplara, bu ayı Oscar filmlerine adadığım için pek verimli geçmedi okuma açısından, sekiz kitapla kapattım 28 günü. 


-"80 Trenle Dünya Turu" Ocak sonu başlayıp Şubatın ilk haftası bitirdiğim bir kitaptı. İflah olmaz bir trensever olarak adını duyar duymaz vermiştim siparişi. Hint asıllı yazar Monisha Jaresh bir gazeteci ve kitap O'nun ve nişanlısının trenle yaptığı 7 aylık dünya seyahatini konu alıyor. Yazar genelde modern trenlerden ziyade bölgesel hatları tercih ediyor ve kimi zaman çok eski, bakımsız, rötarlı trenlerle gerçekleşiyor yolculuk, bazen de daha hızlı ve gelişmiş hatlarda yol alıyorlar. Özellikle asla gitme şansımın olmayacağı Kuzey Kore'nin anlatıldığı kısım çok ilgi çekiciydi. Seyahat etmekten ve trenlerden hoşlananlar için birebir...
 
-Ralf Rothmann kitaplarını okumaya başladığım 2 yıl öncesinden bu yana favori yazarlarımdan oldu. "Baharda Ölmek" ve "Genç Işık"tan sonra  "O Yazın Tanrısı" da beni yanıltmadı. 2. Dünya Savaşının son dönemlerinde bir ailenin yaşadıklarına odaklanan bu roman benden beş yıldızı koparmayı başardı, En ağır konulardan bahsederken bile sakin bir anlatımı var yazarın, okuyun derim. 

-"Olmayan Şeyler" sevgili Füsun Çetinel'in armağanı idi bana, kendi yazdığı öyküler. İlk gençlik çağını hedef alsa da her yaşta okunabilecek durulukta ve güzellikte öyküler. Çok sevdim ben...

-Bilen bilir, Mehmet Eroğlu ne yazsa okurum, bazılarını sevmeyebilirim ama bu Eroğlu'nun benim yazarım olma gerçeğini değiştirmez. "Kendi Hayatında Ölme Vakti"nin çıktığını duyar duymaz aldım ve tüm bekleyenleri öteleyip okumaya başladım. Uzun zamandır yazamayan, hayal kırıklıkları yaşayan bir yazar uzak ve tenha bir sahil kasabasında adeta inzivaya çeker kendini ve yeni kitabını yazmaya çalışır. Ancak orada tanıştığı insanlar ve yaşadığı olaylar çok farklı bir yöne çeker yaşantısını. Daha fazla spoiler vermeyeyim ve bu kitabı sevdim diyerek bitiriyem. 

-Ve bu ayın kraliçesi, canım Allende'nin Türkçe'de çıkan son kitabı: "Denizin Uzun Taç Yaprağı". Bir süredir kendi tarzından uzaklaşıp sıradanlaşmaya başlayan Allende bu kitapla özüne dönmüş. İspanya'daki iç savaştan kaçıp Şili'ye sığınan, Şili'de düzenini oturtmuşken yine bir darbe ile Venezuella'ya kaçmak zorunda kalan bir doktor ve müzisyen eşinin öyküsünün yanı sıra Şili yakın tarihini de seriyor önümüze. En bi çok tavsiye 😄

-"Shuggie Bain", normalde bu kitabı alır mıydım bilmiyorum ama o kadar çok kişide görüp tavsiyelerini okudum ki okumazsam eksik kalacakmışım gibi hissettim. Evet güzel kitaptı ama bazı kitapları ne kadar güzel bulursam bulayım alıp bağrıma basamıyorum, bu da onlardan biri oldu. 500 küsur sayfa boyunca sürekli içen delibozuk bir anne ve onu mutlu etmek için çırpınan küçük çocuk ruhumu daralttı. İrlanda ve İskoçyalı yazarların kitapları bunaltıyor beni, en güzelleri bile. Yine de okuyun derim, kitaba lafım yok, bu benim ruh halim...

-"Dişlerimin Hikayesi"ni yazarın adına aldanarak aldım açıkcası. "Kayıp Çocuk Arşivi"ni müthiş bir beğeniyle okuduğum Valeria Louiselli bu kitapla ne yapmaya çalışmış anlamadım. Bence siz de anlamaya çalışmayın ve pek yanaşmayın derim 😃

-Ve ayı yine bir Ralf Rothmann kitabıyla kapattım, "Süt ve Kömür". En az diğerleri kadar güzeldi. Kırsalda süt sağıcılığı yapan bir adam ailesini de alarak Ruhr Havzası'na kömür madeninde çalışmak üzere göç eder. Hayata dönük karısı, birinin nörolojik bozuklukları olan iki  oğlu ile sıradan ve pek de mutlu olmayan bir hayatı sürükler. O mutsuz yaşamı bile öyle güzel anlatmış ki yazara hayran olmamak mümkün değil. Kitaba pazar günü başlamıştım ve TV'de bir belgesel açıktı. İlk sayfa zaten çiçek açmış leylak ağaçlarından bahsederek beni kendine bağlamışken TV'deki belgeselde "Ruhr Havzası" görüntülerini görmek "Bu kitabın var bir  kerameti" dedirtti. Ralf Rothmann'ı kitaplığınıza dahil edin bence...
 
Bu yazıyı müzikle bitireyim. Bugün Youtube'da tesadüfen karşıma çıkan şarkı:
 

 


12 yorum:

  1. Bakladaki durum bende de öyle gelişti, çocukken ırak kemale erince buyursun bakla oldu. Ve tabii ki fava:) Ralf Rothmann noktasında acılar içindeyim. O Yazın Tanrısı ile bakışıp duruyoruz, siz söyledikten sonra ikisinin kardeş olduklarını öğrenmiş birlikte atmıştım takip listesine ama satın alma evresinde unutuvermişim ötekini. Kavuşacaklar ama, çünkü o gelmeden ben de başlayamıyorum:)

    YanıtlaSil
  2. İngilizce'de "acquired taste" diye bir tamama var, "zamanla kazanılan / alıştıkça sevilen tat" anlamına geliyor ve bence tam da bakla için söylenmiş bir şey :) Çocukken kesinlikle nefret ederdim bakladan. Annemler büyüyünce seversin derlerdi; inanmaz, itiraz ederdim ama şimdi gerçekten seviyorum :)

    YanıtlaSil
  3. Her ne kadar ikinci cemre düştü falan da dense İstanbul'da kasvetli, soğuk, yükseklerde karlı geçen günler yaşıyoruz. Kışın zeytinyağlı yemekler, soğuktan her dem müzdarip bedenimi daha da üşüttüğünden, bakla hayallerimi bile süsleyemiyor -çok sevmeme rağmen-. Ellerinize sağlık!
    Shuggie Bain tam karşımda duruyor şu anda. Kultura Litera'nın mart kitap kulübü kitabı. Dediğiniz gibi o kadar çok konuşuldu ki okumazsak olmazdı. Ralf Rothmann da hiç okumadım. Meraktayım. Mart okumaları keyifle geçsin :)

    YanıtlaSil
  4. Çimen Yalçın'ın sesini Selda Bağcan'a benzettim.

    YanıtlaSil
  5. Çimen Yalçın geçenlerde benimde karşıma çıkmıştı, hüsnü arkan'dan dinlemeye alışkın olduğum bu şarkıyı yadırgadım açıkcası.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "benimde" değil, "benim de" olarak düzeltmeyi takıntılarıma karşı bir borç bilir, blog yorumlarınızı gereksiz işgal etmem nedeniyle affımı rica ederim öğretmenim :)

      Sil
  6. Çocukluğumda ve gençliğimde bol dereotlu zeytinyağlı bakla yemeği baharın habercisiydi. Evi kokusu sarar yaşasın bahar geldi yaz geliyor derdim. Hep severek yedim. Şimdilerde her mevsim pazarlarda bakla bulunuyor..Tıpkı patlıcan, domates, kabak, salatalık gibi yaz sebzelerinin de bulunması gibi..Ben almıyorum, mevsim sebzelerini tercih ediyorum ama artık turfanda kelimesi de anlamını yitirdi...Artık bahar gelsin..

    YanıtlaSil
  7. ralph rothman, bilmiyordum, teşekkür ederim, okurum, baklaa :) hafta sonu bakla yapayım oh, ah enginarlı bakla en sevdiğim :) oscar ikinci bölümü de yazdım :) spencer ı çok iyi buldum, 2 defa izledim :)

    YanıtlaSil
  8. Baklalı enginar, bir demet nergis ve mehmet eroğlu; bu üçü beni anında o kasabaya ışınladı bile :)

    YanıtlaSil
  9. İki ayrı yerden iki ayrı kitap kargosu gelirken üçüncü bir kargo listesi oluşturup Ralph Rothman ile tanışma fikri çık aklımdan! ;) Şaka bir yana, en sevdiğim yazılar bunlar, siz hep kitap önerisinde bulunun lütfen, zira şu ana kadar hiç şaşırtmadı sizden görüp aldıklarım. Shuggie Bain'i alınacaklar listemden çıkardım ama bu yazıdan sonra, uzun uzun bunalmak istemiyorum zira bu aralar. Sevgiler.

    YanıtlaSil
  10. Bana göre hiç az kitap okumamışsın Leylakcığım. Hem güzel kitaplar okunmuş olması, çok okuyup bir kısmını beğenmemek haline göre daha elverişli bir durum. :)

    YanıtlaSil
  11. Güzel ve bol okumalı bir ay olmuş gibi, bende boş boş birşey izlemeyi sevmiyorum özellikle Türkçe ise, proje sayımı yaparken dizi dinlerim hep. :)

    YanıtlaSil