Bugün sizler için film eleştirmeni gömleğimi giyerek geldim. Büyük fedakarlıklarla, gözlerimi pörtleterek, kitap okuma hızımı azaltarak, ekran başında oturmaktan minder eskiterek kazandım bu gömleği. Malum-u âliniz her yıl törenlere de itinayla katılırım 😃 Gelgelelim şöyle bir durum var, Oscar amcamız 94. yaşını eda edecek bu yıl, eh yaş kemale ermiş, hatta kemali de geçip kemalettin olmuş. Gözlerde katarakt, kulakta işitme kaybı ve evlerden ırak demans da başlamış olmalı ki aday diye gösterdiği filmlerin neredeyse tamamı evlere şenlik, yazlık sinemada göstersen domates atarlar. Zaten bir süredir Oscar'ın kendisi de evlere şenlik. "E madem öyle niye seyredip kendini yoruyorsun?" diyeceksiniz, kendim için bir şey istiyorsam nâmerdim, maksat siz değerli kârilerime yol gösterici, ufuk açıcı olmak, böyle de fedakarım 😃 Filmler ne kadar tırt olursa olsun bir heyecan da duyulmuyor değil, hele şu pandemili günlerde, her türlü aksiyondan, sosyalleşmeden uzak kalmışken, hayatımızı "online"a bağlamışken bir tatlı huzur alalım Kalamış'tan, pardon Oscar'dan dedik. Fena mı ettik?
Şimdi gelelim filmlere, 10 adet filmimiz "En iyi Film" dalında aday olmaya layık görülmüş. Ben bunlardan 9 tanesini izledim (birini yarım bıraktım, esbab-ı mucibesini birazdan açıklayacağım), son aday West Side Story'yi ise bulamadım henüz, kısmet belki o da düşer yakında ilgili mecralara. Tek tek mercek altına alalım şimdi:
-"Licorice Pizza"nın henüz dumanı üstünde, az evvel izledim. Adındaki pizzaya bakıp pizzacıda geçiyor sanmayın, gerçi bol bol yenilip içiliyor, birtakım restoranlarda geçen sahneler de var ama esasen o isimde bir plak şirketi varmış. 70'li yıllarda geçiyor film. 2 saati geçik süresinde 4 kere mutfağa gittim, çay-kahve içtim. Marketten istediğim ürünler geldi, onları yerleştirdim, iki telefon konuşması yaptım, kitaplığın yarısının tozunu aldım. Ne kadar sıkıldığımı tahmin etmeniz için yazıyorum bunları. Esas oğlanımız Gary 15 yaşında-aklı pek de başında olmayan-ergenlik sivilcesi dolu elma yanaklarını tombul bir vücudun üstünde taşıyan antipatik bir arkadaş. Filme torpilli girmiş belli, yönetmenin arkadaşının oğlu imiş, "hamili kart yakinimdir" diye kartvizit getirmiş. Esas kızımız Alana da antipatiklikte ondan geri kalmayan bir beybi, Gary'mizden 10 yaş büyük. Gelgelelim Gary "kendinden büyük kadınla birlikte olunursa zengin olunur" felsefesini son Türkiye seyahatinde duymuş olacak ki Alana'ya sülük gibi yapışıyor (sülük lafını Alana söyledi, zinhar benden çıkmadı). İstiyordun, istemiyordun derken bunlar aşk olmazsa iş olsun deyip ortaklığa girişiyorlar ve su yatağı pazarlamasına soyunuyorlar. Bu arada anlamını çözemediğim bir sürü olay oluyor, o olaylar sırasında ben mobilize oluyorum. Bir ara Sean Penn görünüyor, niye görünüyorsa herhalde sıkıcı filme imdat zili. Bu durum da 1 gram şeker için 1 kilo keçiboynuzu çiğnemeye benziyor. Filmde Bradley Cooper da varmış ama tanıyamadım emin olun. Finalde bir Yeşilçam havası var, Hülyağ Goçyiğit'le Eddis Hün gibi birbirlerine koşarak kavuştay yapıyorlar, tam aklımdan keşkem ağır çekim olaydı diye geçerken hacet kapım açıkmış, o da gerçekleşiyor. Durum bundan ibaret, film sevimsiz dolu, ister izleyin, ister izlemeyin.
-Gelelim "Dune"a, 20 dakika zor dayandım abilerim, ablalarım. Film pek çoğunuz, özellikle de kitabı okuyanlar için şahane olabilir ama ben ne fantastik, ne bilim kurgu, ne de distopya sevengillerdenim. Timothy Calamet şirini bile izlettiremedi filmi, ki kendisini pek severiz. Yarın ne olacağımız belli değilken binlerce yıl sonrası için çok kıymetli zamanımı ve pörtlemiş gözlerimi feda edemeyeceğim ama yan dallardan birinden ödül alacak kadar büyük bir produksiyon olduğunu da inkar edemem. Kusura bakma Tımıtı (İkinci Bahar dizisinde Şener Şen yanına çırak aldığı Timothy'le dili dönmediği için Tımıtı diyordu, hatırlayan?)
-"Don't Look Up" sanırım bu yılın en tırt filmlerinden biri. Herbiri birbirinden ünlü oyuncuları doldurunca film iyi olmuyor maalesef. Dram mı, komedi mi, gerilim mi, korku mu, ne idüğü belirsiz bir abukluk. Zaten dikkat çekilen aldırmazlık, yok sayma, rant kapısı yapma gibi konuları yeterince günlük hayatımızda yaşarken bir de filmde izlemek katmerli bunalım yarattı. Buna da notum "Otur, sıfır!"
-"Nightmare Alley" bir düzenbazlık filmi, kapkaranlık bir ortamı var, hile, hurda, kötülük, kan ne ararsan 32 kısım tekmili birden. İlk yarısı bir sirkte geçiyor, ürpertici bir mekan. Aç bırakılıp vampire, kurda dönüştürülen insanlar, katledilen hayvanlar, cüceler, falcılar, illüzyon hileleri, yağmur, çamur, kısacası sefil bir ortam. Filmdeki herkes çok suratsız, Bradley Cooper sefaletten hileyle sefahate yükseliyor. Ama çekirge bir sıçrıyor, iki sıçrıyor, üçüncüde.. Eh gerisini izleyip görün. Yalnız film o kadar karanlık ki filmde rol alan Kate Blanchett ile Toni Colette'i uzun süre aynı kadın sandım, Bradley'e söylenip durdum, "Salak mısın be adam, sirkteki kadın bu nasıl tanımıyorsun?" diye, meğer salak olan benmişim 😃 Pis hırsızlar, size oy moy yok!
-"Drive My Car", ahan da kesin linç yiyeceğim. Allah sizi inandırsın film üç saat sürüyor, taş olsa çatlar. Yönetmen abimiz şehvetli karısını bir hastalık sonucu kaybediyor. Derdiyle hemhâl olurken bir teklif alıyor, "Değerli abimiz, Hiroşima'ya gelseniz, merak etmeyin radyasyon kalmadı artık, biz "Vanya Dayı"yı sahnelemek istiyoruz, engin tecrübelerinizden yararlansak" diyorlar. Accuk naz ediyor, "Ev isterim, araba isterim, iki Adana burması ile bir de Trabzon işi set isterim" diyor. "Birader burası Turkey değil, Caponya, eve arabaya eyvallah da altın işi yaş" diyorlar. "O zaman kendi arabamla gelirim ben" diyor, "番号" diye cevap veriyorlar (Japonca da hayır demekmiş o işaretler😃). Neyse sonunda genç bir kızı şöfer yapıp arabasız gelmeye razı ediyorlar. Sonracığıma Vanya Dayı provaları başlıyor, imdat kaçın. Bitmiyor kardeş bitmiyor, takur tukur bir Japonca ile okuyorlar da okuyorlar. Kalan zamanlarda da yönetmen provadayken duvar dibine çömen kızın şöferliğinde dolaşıyorlar. Anneannem seyretse size böyle anlatırdı, ben de kendisiyle aynı duygulardayım arkadaşlar, ister hak verin, ister linç edin...
-"King Richard", Oscar için uygun mu bilemedim ama hareketli ve rahat izlenen bir film. Venüs ve Serena Williams kardeşlerin tenis macerası, daha doğrusu çocukluklarından başlayarak tenise nasıl başladıklarının, anne ve babalarının onları nasıl yönlendirdiğinin anlatıldığı sempatik bir film. Oscar almayacağı kesin ama anne rolündeki Aunjanue Ellis ve baba rolünde Will Smith kesinlikle Yardımcı Kadın ve En İyi Erkek Oyuncu ödülünü almalı derim.
-"Coda"- Film olarak çok abartılacak bir yönü yok, ilginç hale getiren başrol oyuncularının üçünün gerçek hayatta da, filmde de sağır ve dilsiz olması. Balıkçılık yapan sağır dilsiz bir aile ve bunların tüm yükünü üstlenen, duyan ve konuşan kızları. Müziğe olan yeteneği ortaya çıkıp kendi hayatını kurmaya niyetlenince olanlar filmin ana konusu, duygusal yönü yüksek, sevimli bir film ama Oscarlık mı derseniz, hayır diyeceğim. Sadece baba rolündeki Troy Kotsur kesinlikle En İyi Yardımcı oyuncu rolünü almalı diye düşünüyorum. Film ayrıca Uyarlama Senaryo dalında da aday.
-The Power Of The Dog"-Netflix filmidir, elde birdir diye epeyce bekletip ancak Oscar'a aday olduktan sonra izlediğim, başrolünde ifadesiz suratlı Benedict Cumburlop'un oynadığı filmi sevdim. İlk başta Western olarak düşünmüş, bu saatten sonra Western çekemem demiştim ama sonra durum değişti. Yine de En İyi Film'e layık bulmuyorum. Çiftlik sahibi şapşal koca ile aniden alkolik olan eski aşçı karısından hiç hazzetmedim. Benedict'le de aram yok ama bence Oscar'ı kapacak, üzecek beni ve Willciğimi. Yine de en eli yüzü düzgünlerinden biriydi adayların içinde.
-Belfast- Sonunda işe yarar, anlamlı bir film. Belfast'ı henüz aday olmadan izlemiştim. Siyah-beyaz çekilmiş film Kuzey İrlanda'da, işçi sınıfının yoğun olduğu bir mahallede, Katolik-Protestan iç savaşı fonunda bir çocuğun büyüme çabalarını ve ailesini konu alıyor. Neşeli, hayat dolu bir baba, zarif bir anne, sevgi dolu büyükbaba ve büyükanne, insanın içini ısıtan duygu dolu bir film. Benim En İyi Film adayım bu ama sanıyorum ki Oscar Japonyalı yönetmen abimizin filmine gidecek. Bekleyip göreceğiz bakalım.
Bu yazı çok uzun oldu, bir dahaki postta diğer dallarda aday olan filmlerden bahsedeceğim, şimdilik iyi seyirler 😃