Sayfalar

22 Şubat 2022 Salı

OSCAR AMCA / 22 ŞUBAT

 

Bugün sizler için film eleştirmeni gömleğimi giyerek geldim. Büyük fedakarlıklarla, gözlerimi pörtleterek, kitap okuma hızımı azaltarak, ekran başında oturmaktan minder eskiterek kazandım bu gömleği. Malum-u âliniz her yıl törenlere de itinayla katılırım 😃 Gelgelelim şöyle bir durum var, Oscar amcamız 94. yaşını eda edecek bu yıl, eh yaş kemale ermiş, hatta kemali de geçip kemalettin olmuş. Gözlerde katarakt, kulakta işitme kaybı ve evlerden ırak demans da başlamış olmalı ki aday diye gösterdiği filmlerin neredeyse tamamı evlere şenlik, yazlık sinemada göstersen domates atarlar. Zaten bir süredir Oscar'ın kendisi de evlere şenlik.  "E madem öyle niye seyredip kendini yoruyorsun?" diyeceksiniz, kendim için bir şey istiyorsam nâmerdim, maksat siz değerli kârilerime yol gösterici, ufuk açıcı olmak, böyle de fedakarım 😃 Filmler ne kadar tırt olursa olsun bir heyecan da duyulmuyor değil, hele şu pandemili günlerde, her türlü aksiyondan, sosyalleşmeden uzak kalmışken, hayatımızı "online"a bağlamışken bir tatlı huzur alalım Kalamış'tan, pardon Oscar'dan dedik. Fena mı ettik?

Şimdi gelelim filmlere, 10 adet filmimiz "En iyi Film" dalında aday olmaya layık görülmüş. Ben bunlardan 9 tanesini izledim (birini yarım bıraktım, esbab-ı mucibesini birazdan açıklayacağım), son aday West Side Story'yi ise bulamadım henüz, kısmet belki o da düşer yakında ilgili mecralara. Tek tek mercek altına alalım şimdi:

-"Licorice Pizza"nın henüz dumanı üstünde, az evvel izledim. Adındaki pizzaya bakıp pizzacıda geçiyor sanmayın, gerçi bol bol yenilip içiliyor, birtakım restoranlarda geçen sahneler de var ama esasen o isimde bir plak şirketi varmış. 70'li yıllarda geçiyor film. 2 saati geçik süresinde 4 kere mutfağa gittim, çay-kahve içtim. Marketten istediğim ürünler geldi, onları yerleştirdim, iki telefon konuşması yaptım, kitaplığın yarısının tozunu aldım. Ne kadar sıkıldığımı tahmin etmeniz için yazıyorum bunları. Esas oğlanımız Gary 15 yaşında-aklı pek de başında olmayan-ergenlik sivilcesi dolu elma yanaklarını tombul bir vücudun üstünde taşıyan antipatik bir arkadaş. Filme torpilli girmiş belli, yönetmenin arkadaşının oğlu imiş, "hamili kart yakinimdir" diye kartvizit getirmiş. Esas kızımız Alana da antipatiklikte ondan geri kalmayan bir beybi, Gary'mizden 10 yaş büyük. Gelgelelim Gary "kendinden büyük kadınla birlikte olunursa zengin olunur" felsefesini son Türkiye seyahatinde duymuş olacak ki Alana'ya sülük gibi yapışıyor (sülük lafını Alana söyledi, zinhar benden çıkmadı). İstiyordun, istemiyordun derken bunlar aşk olmazsa iş olsun deyip ortaklığa girişiyorlar ve su yatağı pazarlamasına soyunuyorlar. Bu arada anlamını çözemediğim bir sürü olay oluyor, o olaylar sırasında ben mobilize oluyorum. Bir ara Sean Penn görünüyor, niye görünüyorsa herhalde sıkıcı filme imdat zili. Bu durum da 1 gram şeker için 1 kilo keçiboynuzu çiğnemeye benziyor. Filmde Bradley Cooper da varmış ama tanıyamadım emin olun. Finalde bir Yeşilçam havası var, Hülyağ Goçyiğit'le Eddis Hün gibi birbirlerine koşarak kavuştay yapıyorlar, tam aklımdan keşkem ağır çekim olaydı diye geçerken hacet kapım açıkmış, o da gerçekleşiyor. Durum bundan ibaret, film sevimsiz dolu, ister izleyin, ister izlemeyin.

-Gelelim "Dune"a, 20 dakika zor dayandım abilerim, ablalarım. Film pek çoğunuz, özellikle de kitabı okuyanlar için şahane olabilir ama ben ne fantastik, ne  bilim kurgu, ne de distopya sevengillerdenim. Timothy Calamet şirini bile izlettiremedi filmi, ki kendisini pek severiz. Yarın ne olacağımız belli değilken binlerce yıl sonrası için çok kıymetli zamanımı ve pörtlemiş gözlerimi feda edemeyeceğim ama yan dallardan birinden ödül alacak kadar büyük bir produksiyon olduğunu da inkar edemem. Kusura bakma Tımıtı (İkinci Bahar dizisinde Şener Şen yanına çırak aldığı Timothy'le dili dönmediği için Tımıtı diyordu, hatırlayan?)

-"Don't Look Up" sanırım bu yılın en tırt filmlerinden biri. Herbiri birbirinden ünlü oyuncuları doldurunca film iyi olmuyor maalesef. Dram mı, komedi mi, gerilim mi, korku mu, ne idüğü belirsiz bir abukluk. Zaten dikkat çekilen aldırmazlık, yok sayma, rant kapısı yapma gibi konuları yeterince günlük hayatımızda yaşarken bir de filmde izlemek katmerli bunalım yarattı. Buna da notum "Otur, sıfır!"

-"Nightmare Alley" bir düzenbazlık filmi, kapkaranlık bir ortamı var, hile, hurda, kötülük, kan ne ararsan 32 kısım tekmili birden. İlk yarısı bir sirkte geçiyor, ürpertici bir mekan. Aç bırakılıp vampire, kurda dönüştürülen insanlar, katledilen hayvanlar, cüceler, falcılar, illüzyon hileleri, yağmur, çamur, kısacası sefil bir ortam. Filmdeki herkes çok suratsız, Bradley Cooper sefaletten hileyle sefahate yükseliyor. Ama çekirge bir sıçrıyor, iki sıçrıyor, üçüncüde.. Eh gerisini izleyip görün. Yalnız film o kadar karanlık ki filmde rol alan Kate Blanchett ile Toni Colette'i uzun süre aynı kadın sandım, Bradley'e söylenip durdum, "Salak mısın be adam, sirkteki kadın bu nasıl tanımıyorsun?" diye, meğer salak olan benmişim 😃 Pis hırsızlar, size oy moy yok!

-"Drive My Car", ahan da kesin linç yiyeceğim. Allah sizi inandırsın film üç saat sürüyor, taş olsa çatlar. Yönetmen abimiz şehvetli karısını bir hastalık sonucu kaybediyor. Derdiyle hemhâl olurken bir teklif alıyor, "Değerli abimiz, Hiroşima'ya gelseniz, merak etmeyin radyasyon kalmadı artık, biz "Vanya Dayı"yı sahnelemek istiyoruz, engin tecrübelerinizden yararlansak" diyorlar. Accuk naz ediyor, "Ev isterim, araba isterim, iki Adana burması ile bir de Trabzon işi set isterim" diyor. "Birader burası Turkey değil, Caponya, eve arabaya eyvallah da altın işi yaş" diyorlar. "O zaman kendi arabamla gelirim ben" diyor, "番号" diye cevap veriyorlar (Japonca da hayır demekmiş o işaretler😃). Neyse sonunda genç bir kızı şöfer yapıp arabasız gelmeye razı ediyorlar. Sonracığıma Vanya Dayı provaları başlıyor, imdat kaçın. Bitmiyor kardeş bitmiyor, takur tukur bir Japonca ile okuyorlar da okuyorlar. Kalan zamanlarda da yönetmen provadayken duvar dibine çömen kızın şöferliğinde dolaşıyorlar. Anneannem seyretse size böyle anlatırdı, ben de kendisiyle aynı duygulardayım arkadaşlar, ister hak verin, ister linç edin...

-"King Richard", Oscar için uygun mu bilemedim ama hareketli ve rahat izlenen bir film. Venüs ve Serena Williams kardeşlerin tenis macerası, daha doğrusu çocukluklarından başlayarak tenise nasıl başladıklarının, anne ve babalarının onları nasıl yönlendirdiğinin anlatıldığı sempatik bir film. Oscar almayacağı kesin ama anne rolündeki Aunjanue Ellis ve baba rolünde Will Smith kesinlikle Yardımcı Kadın ve En İyi Erkek Oyuncu ödülünü almalı derim. 

-"Coda"- Film olarak çok abartılacak bir yönü yok, ilginç hale getiren başrol oyuncularının üçünün gerçek hayatta da, filmde de sağır ve dilsiz olması. Balıkçılık yapan sağır dilsiz bir aile ve bunların tüm yükünü üstlenen, duyan ve konuşan kızları. Müziğe olan yeteneği ortaya çıkıp kendi hayatını kurmaya niyetlenince olanlar filmin ana konusu, duygusal yönü yüksek, sevimli bir film ama Oscarlık mı derseniz, hayır diyeceğim. Sadece baba rolündeki Troy Kotsur kesinlikle En İyi Yardımcı oyuncu rolünü almalı diye düşünüyorum.  Film ayrıca Uyarlama Senaryo dalında da aday. 

-The Power Of The Dog"-Netflix filmidir, elde birdir diye epeyce bekletip ancak Oscar'a aday olduktan sonra izlediğim, başrolünde ifadesiz suratlı Benedict Cumburlop'un oynadığı filmi sevdim. İlk başta Western olarak düşünmüş, bu saatten sonra Western çekemem demiştim ama sonra durum değişti. Yine de En İyi Film'e layık bulmuyorum. Çiftlik sahibi şapşal koca ile aniden alkolik olan eski aşçı karısından hiç hazzetmedim. Benedict'le de aram yok ama bence Oscar'ı kapacak, üzecek beni ve Willciğimi. Yine de en eli yüzü düzgünlerinden biriydi adayların içinde.

-Belfast- Sonunda işe yarar, anlamlı bir film. Belfast'ı henüz aday olmadan izlemiştim. Siyah-beyaz çekilmiş film Kuzey İrlanda'da, işçi sınıfının yoğun olduğu bir mahallede, Katolik-Protestan iç savaşı fonunda bir çocuğun büyüme çabalarını ve ailesini konu alıyor. Neşeli, hayat dolu bir baba, zarif bir anne, sevgi dolu büyükbaba ve büyükanne, insanın içini ısıtan duygu dolu bir film. Benim En İyi Film adayım bu ama sanıyorum ki Oscar Japonyalı yönetmen abimizin filmine gidecek. Bekleyip göreceğiz bakalım.

Bu yazı çok uzun oldu, bir dahaki postta diğer dallarda aday olan filmlerden bahsedeceğim, şimdilik iyi seyirler 😃

28 yorum:

  1. yaaa örtmenim bir tanesiniz vallahi :) kah gülerek kah daha da gülerek ve "oh iyi ki bunu izlememişim henüz, zaten izlemeye de değmezmiş" diyerek okudum yazıyı. (içlerinden sadece don't look up, the power of the dog ve belfast'ıı izlemiştim zira ve bu üçü için de hemfikirim sizinle :)) . velhasıl örtmenim, siz beni şenlendirdiniz, allah da sizi şenlendirsin :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Siz de öylesiniz efenim :) Ekmekçim Drive My Car'ı beğenmiş, bence ona da bir şans verin derim. Allah hepimizi şenlendirsin :)

      Sil
  2. yani pek sevmemişsin filmleri :) sen belfast diyip drive my car a verirler dedin dur bakalımlım :)

    YanıtlaSil
  3. Şu ana kadar izlediklerim içinde The Power of the Dog en etkilendiğim film oldu. Licorice Pizza ile Drive My Car filmlerini henüz izlemedim ama Pizza'ya sıcak bakmıyorum zaten.
    Eleştirileri keyifle okudum, ikinci yazıyı sabırsızlıkla bekliyor olacağım :) Teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben teşekkür ederim, herkesin beğenisi farklı tabii ki, benim beğenmediklerim size hoş gelebilir ama Licorice Pizza gerçekten çok fasarya bir filmdi.

      Sil
  4. Açıkçası epeydir ödüller anlamını yitirdi. Dolayısıyla birkaç senedir maraton yapmıyorum :) Eskiden salonlara festivallere giderdik. Şimdi oturup kabak tatlısı yemeyi tercih ediyorum :D Neyse konumuz bu değil. Drive My Car bence güzel bir film olabilir..miş. 2 saat olsaydı. Bir yerden sonra "allahım sana geliyorum" dedim. Çok sıkıcı değil ama sonunu merak da ettirmiyor. Japonya manzarasıyla Saab'ın güzelliğine ses çıkarmadım. Yoksa şarlardım :)) Belfast listemde...merak ediyorum. Dune harika bir filmdi :( Don't Look Up ise üstüne beton dökülüp kapatılası kötülükteydi.

    Sevgiler, saygılar :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dune eminim ki güzeldir ama işte benim tarzım olmadığı için seyredemedim, o tarz filmleri sevmiyorum. Ben Star Wars u bile yıllar sonra çocuklar ısrar edince izledim ve hiç bir zevk almadım :)))
      Ya eminin Drive My Car da sanatsal bir şeyler ve bazı incelikler vardır ama benim sabrım o kadarına müsaade etmedi, aşırı durağan, uzun ve çok dialoğlu.
      Benden de sevgiler...

      Sil
  5. Ahh! Süper isabetli filmler seçmiş ve izlemişim. İzlemediklerimi de es geçeceğim sayende. :)
    Tamamdır bu iş, aldık Oscarları. :))

    YanıtlaSil
  6. İşte budur! Öyle güzel anlatmışsınız ki bayıldım :) Zevkle okudum, filmleri izlemiş kadar oldum ve ben izlesem ben de kesin böyle düşünürdüm diye geçirdim içimden. Bir tek Dune için dediklerinize katılmayabilirim çünkü ben fantastik ve bilim kurgu aşığıyım :) Don't look up için dedikleriniz hislerime tam tercüman olmuş, yarısını bile zor izledim. İnsan bunalıyor cidden. Gözlerinize sağlık, her sene yazın böyle :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dune benim ilgi alanıma girmiyor o nedenle sevemedim ve izleyemedim, yoksa görkemli bir film olduğuna eminim.
      Benim asıl olayım törende, kırmızı halı yazılarımı her sene itina ile yazarım :))))

      Sil
  7. Sadece Dont Look Up, Belfast ve the power of dog seyrettim. Diğerlerine de fazla prim vermemişsin
    o zaman hiç zamanımı harcamam. Bu üçü de oscarlık değil aslında ama doğru dürüst iş mi yok
    artık bunlar aday bilemiyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Valla filmlerin çoğu tırt, mahalle sinemasına layık, 3-4 film var eli yüzü düzgün bence, bakalım neler olacak...

      Sil
  8. The Power of Dog, Don't Look Up ve Dune filmlerini duymuştum. Don't look Up' ı Netflix' te olduğu halde izlemedim nedense:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bence de izlemeyin, çok saçma bir film olmuş, yazık o oyunculuklara...

      Sil
  9. Leylağım yine formundasın
    Döktürmüşsün
    Seviyorum senin bu güzel esprili müthiş yorumlarını
    Yüreğine sağlık

    YanıtlaSil
  10. Şuradan yoruma maydanoz olaraktan bir saptama yapmama izin verileceğini umuyorum. :)

    Drive My Car'ı dün izledim. Filmi izlemeye, uzunluğu nedeniyle, bir tırsık şekilde başladım. Sonra film aktı gitti. ( Şimdi bu cümlemi okuyan Leylakcığımın "niiii!?" demesi ihtimalini göze alıyorum. ) ;))
    Film güzel. Fragmana, uzun oluşuna aldırmayın, izleyin derim.
    Yönetmen Murakami, Çehov dünyalarını yanına alarak kendi dünyasını kurmuş. Hikayelerini anlatan her bir kahraman, dinlemeye değer sözler söylüyor.

    YanıtlaSil
  11. Yok, "Niii?" falan demem, sonuçta bu zevk meselesi. Ben aksiyonu az, dialogu çok filmleri pek sevmiyorum, işin açıkçası Uzakdoğu sineması beni çok çekmiyor. O nedenle gerçekten sıkıldım, incelikleri bile çok kavrayamadım sıkılmaktan ama bu kadar beğeneni olduğuna göre filmi de çöpe atmayalım yani :)

    YanıtlaSil
  12. Henüz izlemedim ama Licorice Pizza'nın pek beğenildiğini görüyorum. Sizin yorumunuz farklı ve çok eğlenceli:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Licorice Pizza'dan ve sevimsiz tiplerinden nefret ettim ben ama esasen yeni yetmelerin hoşlanacağı bir film, bana o yüzden itici gelmiş olabilir :)

      Sil
  13. Cumburlop ve Tımıtı da sesli sesli güldüm, pek iyi geldi. Yine Karadenizde gemilerimin battığı bir günümdeyim. Milletin gazına gelip Dune'u sinemada izleyeyim dedim, ara olana kadar isilik döktüm ve arada hemen çıktım. Karanlık filmleri zaten sevmem bir de kum tepeleri vs vs..

    Drive My Car ve Belfast'ı ise listeye alıyorum. Yazın harika eline sağlık Nurşen Abla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim, bugün West Side Story ile maratonu bitirdim, bakalım sonuçlar ne olacak. Çok sevgiler...

      Sil
  14. Vallahi helal olsun diyor, şapkamı çıakrıp eğiliyorum.
    Ben şahsen Dune hariç hiçibirini izlemedim. Onu da kitabı okudum da meraktan izledim. :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Filmler ve ben şapkanıza sevgiler yolluyoruz :)
      Ben de Dune'un yarısı hariç hepsini izledim, Dune tarzım dışı zira...

      Sil
  15. Örtmenim bizim evde fantastik ve bilim kurgu türünün edebiyat ve sinema kolu başkanı Hakan’dır. Ben çok tercih etmem. Dune’un romanlarını da okudu o, film anladığım kadarıyla serinin daha başı. Hakan’ın yalancısıyım izlemedim. Oscar ödüllerinde Tahmin yazısı yazarsan herkes yorumla kendi listesini yazıp bir tür iddia challenge’ı oluştururuz. Nasıl fikir? Tabii öyle teknik dalları koymadan, işte film, yönetmen, başrol, yardımcı rol gibi kategoriler olur mesela?
    Belfast’ın gönlümde yeri ayrı da vermezler gibi. Gönül almak için bir kaç minik kategorı sanki

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yapıcam onu örtmenim, hepsini izlemeyi bekliyordum, tek bir film kaldı Uluslararası dalda: Lunana. Onu da sanmam ki bulayım. Son olarak az evvel West Side Story'yi izledim ve diyorum ki kaç kez çekilmiş ve şahane çekilmiş bir filmi masraf edip tekrar çekmeye değer miydi Sipilbörgcüm. Tamam süper prodakşın ama biz bunu sahneden izlesek daha hoş olma mıydı? Hele de minicik ekranda tadı kaçtı, oysa nefis danslar, kostümler, müzikler. Diğer filmlerle aynı kategoride yarışması da tuhaf zaten.
      Neyse benim son derece sıkıldığım filmi Ekmekçim ve sen sevmişsiniz, o da normal, zevkler, renkler ve filmler tartışılmaz :) Bakalım Belfast mı Drive mı bekleyip görelim. Evet sen de bitir izlemeyi, yapalım bir puanlama bakalım biz mi yamanız, Oscar mı?
      Çok sevgiler, iyi bir hafta sonu dilerim...

      Sil
  16. Filmleri şahane yorumlamışsın Nurşen ablacım. Ve özellikle Drive My Car'da sana sonsuz katılıyorum hahahaaa :)
    Ben daha filmimi belirleyemedim iyi mi. Belki de bir olağanüstülük yakalayamadığımdan dolayı. Şu son filmimi de bir izleyeyim takkeyi önüme alıp bayağı bir düşüneceğim sanırım :)))

    YanıtlaSil