Sayfalar

2 Kasım 2021 Salı

SOMBAHAR / 2 KASIM

Antalya sonbaharın geldiğini kabullenmemiz gerektiğini 31 Ekim'i 1 Kasım'a bağlayan gece tepemize Nuh tufanı yollayarak eyleme döktü. Ardarda şimşek parıltısı, gök gürültüsü, yağmur şakırtısı arasında uyumaya çalıştım ama ne beyin söz dinledi, ne rutubetle coşan dizler. Daha önce böyle bir hava bilgisayar arızasına sebep olduğundan kalkıp fişi çektim, sonra da "Neler oluyor?" diye pencereye yanaştım. Yağmur damlalar halinde değil su kütleleri halinde iniyordu. Antalya'ya ilk kez gelen biri olsam bu yağmurun asla dinmeyeceğini, yerlerin ilelebet kurumayacağını düşünürdüm. Lakin bunca yılda alışmıştım, yapılması gerekenleri yapıp biraz daha uykusuz kalmak için yatağa döndüm. Balkon giderlerini kontrol, pencere denizliklerine bez tıkama, perdeleri camlardan uzaklaştırma işleri tamamdı. Gerisi gökyüzüne kalmış. 

Sabah yağmur dinmişti, yere inen onca su sihirli bir şekilde kaybolup gitmiş, geriye hafif bir ıslaklık kalmıştı ama kara bulutlar her an indirmeye hazır ve nazır nöbetteydiler. Netamelidir bu havalar hiç sevmem, kışçılara şaşarım. Hayatımın her döneminde, Antalya'nın Cehennem sıcağında bile yazcı oldum. Mevsim kışa dönmeye başlarken daha, öksürüğüm, hapşuruğum, cümle ağrılarım ve güneşsizlikten kaynaklanan keyifsizliğim saklandıkları yerden çıkıp "Biz buradaydık, hiç gitmedik ki" diye yapışırlar yakama. Bakmayın siz Antalya'nın güneşli, ılıman kışlarına. Rutubet içinize işler, bir sezonda yapamadığı soğuğu, ayazı 15 güne sığdırır ki içiniz katılır. Evlerin çoğunda kış düşünülmemiştir, Akdeniz iklimi ya, yazlar sıcak, kışlar ılık ve yağışlı geçer ya, üşümezsiniz diye hesap etmişler herhalde ama hele de kuzeye bakan bir eviniz varsa yandınız. Kara ikliminden daha çok üşürsünüz. Antalya'ya ilk yerleştiğimizde yeni bitmiş bir apartmana taşınmıştık, daha üzerinden yaz geçmemiş, betonlar tam kurumamıştı, rutubet hissediliyordu. Üstelik alt katımız sığınak, üst katımız da henüz sahibi taşınmadığı için boştu. Haliyle ekmeği unutulmuş sandviç gibiydik, koruyucu kılıfımız yoktu. O kış epey üşüdük, Kocaman bir alanı olan ev öyle biçimsiz bir şekilde dizayn edilmişti ki küçük bir antreden sonra girdiğimiz mekan eskilerin sofa tabir ettiği tüm oda kapılarının açıldığı, hiçbir işe yaramayan bir bölümdü. Tek eşyası koyacak başka bir yer bulamadığım için kapılardan fırsat bulup kenarda kalmış 1,5 metrelik alana yerleştirdiğim dikiş makinemdi. Buna karşılık oturma odası diye ayırdıkları oda bundan çok daha küçük bir yerdi. Kış gelince mecburen oraya tıkılır, gürül gürül yanan kömür sobasında hem ısınır, hem terler, kazara odadan çıkacak olursak soğur, sonra da hababam hasta olurduk, bakınız: Ben 😄 Üstüne üstlük okul bundan da beterdi. Ticaret Lisesi ile Otelcilik Okulu inşaatı aynı zamanda bitmiş iki ayrı bina idi ve her iki okulun kalorifer kazanı ortaktı. Gelgelelim bizim sistemde bir arıza vardı ve orada çalıştığım 25 yıl boyunca o kaloriferler bir kez bile yanmadı, radyatörler dekor olma niteliğinden öteye gidemedi. Kuzeye bakan sınıflarda ders yapmak Kars'ta ders yapmaktan daha konforsuzdu dersem bilin ki yalan söylemiyorum. Elbet orası çok daha soğuk bir iklimdi ama en azından ısınma düzenekleri çalışırdı. Üniversiteyi bitirine kadar Ankara'da okudum, hiçbir okulda bir gün üşüdüğümü hatırlamam en karlı, buzlu günlerde bile. Öğretmenler Odası'na bir soba kurdular sonra, şu kovalı tabir edilenlerden. Sınıflar yine soğuk. O soba da her türlü işe yarardı, üstünde simit ısıtılır, ardından hava yağışlı ise ayakkabısı ıslanmış bir arkadaş ayakkabısını koyabilirdi kurutmak için. İşe yaramayan, saklama süresi dolmuş yazılı kağıtlarını yakmaya da yarardı, üstünde birinin getirdiği kestaneleri pişirmeye de. Teneffüslerde kim erken girerse o kapardı soba başındaki sandalyeyi. Sınıflara hiç girmeyeyim, oralar buzhaneydi, haydi biz bir, taş çatlasa iki derse girip çıkıyorduk gün içinde ama bır kışı o sınıfta geçirmek zorunda olan battaniyelere sarılmış öğrencilere hala acırım. Bir ara sınıflara soba kuruldu ama baca deliği yok. Camdan dışarı çıkarıldı borular, sanırsın gecekondu. Sonra müfettiş geldi eleştirdi, olmazmış efenim. Çaresiz söküldü, üşüsün çocuklar, kime dert. Burası Antalya idi ve okul da kayıt olabilmek için milletin kapısında kuyruk oluşturduğu güya seçkin bir okul, hah güleyim bari. Dışı seni içi beni yakar. Ne zamanki emekli olduk sınıflara klima takıldı. Konfor biz ayrıldıktan sonra gelebilmişti ancak 😃

Yine benim çenem-pardon klavyem-düştü. Ne diyecektim, ha bu sabah kalktım ki ortalık günlük güneşlik, tipik Antalya işte. Gök masmavi, bulutlar pıtırak. Mavi bir halıya mısır patlağı dökülmüş gibi:


Henüz sokak ıssız, ağaçlar yağan yağmurla yıkanmış, çam tozlu yeşilden ışıklı bir yeşile dönmüş, zeytinler fosforlu gibi parlıyor. Köşeden yanında köpeğiyle bir adam göründü. Emekliye yeni ayrılmış orta yaş sonu top sakalı bırakmış 😀. Yanında minnak bir Kaniş, mavi kostüm giydirmişler, müthiş sevimli. Tasması yok, kafasına göre kendi gibi minnak adımlarla yürüyor. Bizim binanın önüne geldi, sahibi ne kadar çevirmek istese de razı olmadı. Yere düşen çınar yapraklarını kokladı, sonra sokak lambasının direğiyle biraz ilgilendi, ardından çam ağacını denedi. Sanırım hiçbirini teslimatı bırakmak için uygun bulmadı, geri dönüp yan sokağa kıvrılmıştı ki sahibi kucaklayıp götürdü. Ben de mutfağa dönüp çayı koydum.
 
Aslında bugün geçen ayın kitaplarından biraz bahsetmek istiyordum ama fazla uzadı bu yazı. Onlar da bir dahaki posta kalsın. Hepinize en güneşlisinden günler diliyorum...


16 yorum:

  1. Ben de kışın Antalya'da, Bodrum'da, Kıbrıs'ta üşünmez oh ne güzel ılık ılık olur, sananlardan(d)ım. Oralarda kışın yaşayan arkadaşlarım oldukça, çoğaldıkça öğrendim ki, öyle değilmiş, kışın bir süre pek zor geçer ve üşünürmüş.
    Sağlıklı bir kış olsun Leylakcığım. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynen öyle oluryor Ekmekçim, evin yönüne göre biraz farklılaşıyor ama kuzeydeyse fena gerçekten, rutubet işliyor insanın içine.
      Hepimizin kışı sağlıklı geçsin, hatta tüm mevsimleri...

      Sil
  2. Ah örtmenin sayfalar sayfalar dolusu yazsan da okusam okusam okusam. Bayılıyorum yazdıklarını okumaya bilirsin. Bir vakitler biz de kuzeye bakan yeni bitmiş bir evde oturduk, burnumun ucu buz tutardı yeminnen, annem geldi de "yaşanmaz burda" diye bizi zorla aynı evlerin güneye bakanına taşıttırdı, ah ne rahat etmiştik, o günleri hatırladım. Ben sıcağı hiç sevmem, tansiyonum sebebi ile şimdi de dayanamıyorum zaten, kışlar güzeldir derim hep. ;)) Kocaman öptüm seni <3

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Canım Ecehan, tahmin ediyorum o evde nasıl üşüdüğünü. Sıcağa bayılmıyorum ama kışa hiç bayılmıyorum be kuzum, ne derdim varsa azıyor :))
      Ben de seni öptüm.

      Sil
  3. Mersinden bilirim o rutubetli soğuğu, insanın içine işler... Antalya bu konuda daha mimli sanırım...

    Kitapları sabırsızlıkla bekliyorum, bu aralar hiç okuyamıyorum. Biraz gaza ihtiyacım var.

    Maviliklere açılan bir hafta olsun hepimize ♥

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bana da öyle geliyor, Antalya Mersin'i geçer bu konuda.
      Bir dahaki postumda değineceğim kitaplara, ben sanırım bu yıl ameliyat nedeniyle hapis kalınca arttırdım okuma sayısını. Yapacak başka şey olmayınca. Tek sağlıklı olun da varsın az okuyuverim.
      Dileğin dileğimdir...

      Sil
  4. Ben de kesinlikle yaz sevenlerdenim. Kışın o ıslak halinin düşüncesi bile titretir:) Biz de evliliğimizin ilk yılında aynı sizinki gibi bir evde oturmuştuk. Yeni bir apartmanda. Yaz iyi geçti de kışın duvarlardan su akardı. Bir yıl biter bitmez çıktık tabii. Hadi biz gençtik, deneyimsizdik, büyükler neden o evi tutturdular hâlâ sorgularım:) Ben artık bu yaşımda hangi ev rutubet sorunu yaşar az çok anlarım yani:)
    Sevgiler Nurşen Hocam...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gençlik şaşkınlık be Sezercim, bir akıntıya kapılıp gidiyorsun, zaten senden çok büyükler karar veriyor o çağlarda :))
      Benden de çok sevgiler...

      Sil
  5. kışçıyım öğretmenim :) daha doğrusu baharcıyım ama tercih etmem gerekirse kışı yaza tercih ederim :) üşürüm de bu arada ama işte terlemekten daha iyi gelir bana. bu arada izmirde yaşadığım 2 senede istanbulda üşümediğim kadar çok üşümüştüm, o geldi aklıma yazdıklarınızı okurken.
    bulutlar ne şahane görünüyor :) bulutlar deyince aklıma gelen ilk şarkıyı paylaşmazsam olmaz: https://www.youtube.com/watch?v=beSMsdUa8OQ
    sevgiler :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ah Şulecim Antalya'nın kışını bile sevmiyorum bırak kara iklimini, yaz-bahar olsun bana ama mümkünse yaz Antalya'da olmasın, en azından 2 ay :) Rutubetli soğuk fena üşütüyor, bir de İzmir ayrı soğuk oluyor. Tüm baba sülalem orada bir aralar sık giderdik, şubat tatiline rastlardı, üşüyüp gelirdik. Biz gidince hep poyraz olurdu ne hikmetse :)
      Şarkıyı dinleyemedim çünkü blog yazılarının kopyalanmasını engelleyen bir program yükledim, kendim de kopyalayamıyorum, komik di mi :) Bir ara bana adını yaz bari.
      Çok sevgiler...

      Sil
  6. Denizin işin içine girdiği soğuğu İstanbul'da tanıyanlardanım. Bilerek yaşadığım yaşlarımı karasal iklimde geçirdim, o iklimde büyüdüm. Kış severliğim belki de oralardandır. Ama ben nezle ile İstanbul'a taşındığımız liseli yıllarımda tanıştım. Ve o karasal iklimlerde gördüğüm eksi değerlere nadiren de inse insanın içini titreten, sarmalayıp kemiğine işleyen nemli soğukların nice eksi değerden daha üşütücü olduğunu öğrendim. Ama yine de Antalya'ya hiiiç yakıştıramadım yani o anlattığın tür soğuğu. Çok ayıp :P

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 22 yılım kesintisiz Ankara'da geçti, üşürdük tamam ama hiç hasta olmazdık, ona göre giyinirdik, iç mekanlar sıcak olurdu. Antalya'da kışın bir kafeye gidersin, kapı pencere açık, güneş var ya, ha cereyan yaparmış, esermiş kimse umursamaz. Şöyle sıcacık bir ortam bulunmaz :)Hele poyrazlı günler, bırrr :)
      Antalya'ya ilettim mesajını, örtmenim seni kınıyor dedim, utandı çok, utansın zaten şerrefsiz :)))

      Sil
  7. 1 Kasım'da denize girdim ben :)) Hem de Hopa'da :D Kış bitmek bilmeyip ilk baharı elimizden aldıkça ben de hırslanıp sonbahara dadanıyorum, güneşi görür görmez denize atlıyorum. Neden tam olarak bilmiyorum ama yaş aldıkça sonbaharı daha da çok seviyorum. Kış gelmesin daha çok erken :D

    "Ekmeği unutulmuş sandviç gibi" benzetmenize bayıldım öğretmenim <3 Bizim de İstanbul'daki evimizin altı dükkandı ve boştu. Ne yapsak ısınamıyorduk doğru düzgün. Şimdiki evimiz ise tam tersi yanıyoruz tüm kış :))

    Okulda kalorifer yanmadığı günler nasıl üşüdüğümüzü anlatmaya kelimeler yetmez. Öğrenciyken kanımız kaynar, teneffüste de koşup ısınır anlamazdık ama büyüyünce okul binaların soğuğu ayrı bir üşütüyor galiba insanı. Öğretmen olmanın cilveleri :) Ben bazen hayali sek sek çizip oynuyorum sınıfta ki ısınayım biraz. Çocuklar önce şaşırıyorlar, sonra gülmeye başlıyorlar. Bahçe nöbetçisi olduğum günlerde de ip atlıyorum çocuklarla bahçede. Yoksa buz tutmak işten değil :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Emekli olana kadar koşuşturmaktan dünyayı görmemişim, hem de Antalya gibi bir şehirde. Emekli olduğum sene gözlerime inanamadım sonbahar renklerini görünce. O zamana kadar Kasım'ı işlevsiz, sevimsiz bir ay olarak niteler, bodrumda küflenen arşiv memuruna benzetirdim. Öyle bir Kasım ayı yaşadım ki bir sene, bloga Kasım'dan özür dileyen bir yazı yazmıştım :)))
      Okul soğuğunu ancak öğretmenler anlar zaten, kolaylıklar diliyorum, sağlıkla emeklilik günlerinize kavuşun, gerçekten en keyifli zamanları emekliliğimde yaşadım. Çok sevgiler...

      Sil
  8. Antalya'nın evlerinin kış sorunlarını daha önce de bir kaç blogger arkadaştan okumuştum ama sizin öğrencilere çok üzüldüm yahu ben.

    YanıtlaSil
  9. onlar nasıl bulutlar öyle. Fotoğrafına bakınca bile içim açıldı resmen Harika.

    YanıtlaSil