Sayfalar

12 Kasım 2021 Cuma

KUAFÖR, BANKA, ZEYTİN, NECATİGİL / 12 KASIM

Dün sabah yüzümü yıkarken aynada gördüğüm şahıs o kadar soluk göründü ki gözüme hiç aklımda yokken telefonu alıp kuaförümü aradım, randevu aldım. Pandeminin başında kuaförden falan fena halde korkarken saçımı kendim boyamaya başlamış, o arada bir tutam röflemi de yok etmiştim. Şimdi 4 aşıyı bünyeye aktarmış ve pandemi olayına nisbeten alışmışken yeniletmenin zamanıdır diye düşünüp 5 katlı maskeme bürünerek çantama kolonya, dezenfektan, ıslak mendil, kağıt havlu ve yeni kitabımı  atıp yola düştüm. Gittiğimde içeride işi bitmek üzere olan bir müşteri vardı, kapının önündeki koltukların birine oturdum kızlar beni çağırana kadar. Çok sürmedi davet edildim. Saçımı önceden boyamıştım, sadece bir tutama gereken işlem yapıldı ve tekrar dışarıdaki koltuğa yerleştim. Başar Öztürk isimli bir yazarın "Haydarpaşa'nın Son Memuru" isimli kitabına başladım. 

Beklediğimden çok iyi ve sürükleyici bir kitap çıktı, 45. sayfaya gelmiştim ki saçımın yıkanmasına karar verildi, gönülsüzce attım çantaya girdim içeri. Nitekim akşam okumaya devam edecek, sabahın 5'inde uykumu almış olarak uyandığımda da bitirecektim. 

Saçıma bir tutam renk atılmış olarak kızlarla vedalaşıp çıktım kuaförden, para çekmem gerekiyordu. 2 gün önceki yürüyüş performansıma güvenerek bankaya gitmeye karar verdim. Niyetim ana caddedeki üst geçitten karşıya geçip bankaya yönlenmekti, gelgelelim üst geçidin yürüyen merdiveni arızalanmıştı. Benim için merdiven çıkmaktan daha kötü bir şey varsa bozuk yürüyen merdiven basamaklarını çıkmaktır. Çaresiz sonraki üst geçide kadar yürüdüm. Civardaki okulların dağılma saatine denk gelmişim, bir alay maskeli, formalı ergenin arasından geçerek diğer üst geçide ulaştım. Bir an emekli olmamışım da okul dağılmış eve gidiyormuşum gibi hissettim. Neyse bu geçitte yürüyen merdivenler sağlamdı, tepeye çıkınca Bey Dağları'na ve eski okuluma bir selam çakıp geldiğim yolu bu defa ters istikamette yürümeye başladım. Bankanın olduğu caddeye yönelince hatırladım ki taşınmıştı, yolum biraz daha uzadı böylece. Ama performansımdan memnundum dert etmedim. Sonunda bankanın yeni yerini buldum, bankamatiğin tuşlarını yanımda getirdiğim dezenfektanla bir güzel fısfısladım. Parayı çekip evin yönüne çevirdim rotayı. Bunca yolu sıkıntısız yürümemin ödülü olarak kendimi bir torba dolusu olgunlaşmış muşmula ile ödüllendirdim ve gücümün son kırıntılarıyla evi buldum. 

Bugünün ödevi bahçeden gelen siyah zeytinlerin kurulması idi. 5 litrelik iki bidona yaptım salamurayı. Niyet edenlere bir tarif vereyim, zira çok güzel sonuç veriyor. Aşağı yukarı 3'er kilo zeytin alıyor bidonlar. Her 3 kilo zeytine 1 kahve fincanı iri tuz, 1 kahve fincanı zeytinyağı, 1 kahve fincanı sirke, 1 yemek kaşığı şeker ve 1 yemek kaşığı limon tuzu ekleyip kapağını kapatıyoruz ve her gün iki kere altüst ediyoruz. Aşağı yukarı 3 ay sonra yenecek duruma geliyor. 

Zeytinleri 3 aylık istirahate bırakıp kendim de kitabımı alıp istirahate çekildim. Geçen postlardan birinde bahsetmiştim; Hilmi Yavuz'un konuk olarak katıldığı Behçet Necatigil hakkında bir podcast dinleyip Hilmi Yavuz'un "Behçet Hoca" kitabını sipariş verdiğimden. Kitap geldi ve kahvemi alıp başına oturdum:

Hilmi Yavuz Behçet Necatigil'in Kabataş Lisesi'nde öğrencisi imiş, sonraları dost olmuşlar. Hatta ölümünden sonra tüm eserlerini düzenleme ve basıma hazırlama işini ailesinin isteği üzerine Hilmi Yavuz üstlenmiş. Şairle ilgili çeşitli anekdotlar var kitapta, oldukça ciddi, dostları konusunda seçici, cevap vermek istemediği konularda ketum bir insanmış. Bir seferinde evindeki bir yemekte İlhan Berk şaka yapmak istemiş ve demiş ki: "Behçet sen öğretmenken çok baba bir öğretmenmişsin, herkese 10 verirmişsin, adın da "10'cu Behçetmiş". Necatigil bozulmuş ve cevap vermeden masadan kalkıp gitmiş, az sonra elinde bir yazılı kağıdı ile dönmüş. Kağıt Hilmi Yavuz'un 20 yıl önceki, lise sondaki edebiyat yazılı kağıdı imiş. "Bak bakalım" demiş İlhan Berk'e, "sen bu kağıda kaç verirdin". Sonra konu tatlıya bağlanmış ama burada asıl mevzu bir yazılı kağıdının bunca yıl saklanmış olması. Üstelik küçücük ve tıklım tıklım bir çalışma odası varmış şairin. Bu anekdotu okuyunca aklıma lisedeki Tarih öğretmenim Vacide Hanım geldi. O zamanlar bize çok yaşlı görünen ama belli ki henüz 50'lerinde, ufak-tefek bir kadındı. İtiraf edeyim ki sevmezdim. Tarihle ilgili bana çok bir şey katmadığı gibi aramızda geçen ve fena halde haksızlık yaptığı bir sözlü yoklama olayı vardı. Neyse geçmiş zaman, asıl söyleyeceğim çok yıllar sonra-belki 20-25 yıl-televizyonda bir tanıtımda adını duydum. Bir sınıf arkadaşımın bizden büyük, aynı liseden mezun ağabeyi milletvekili olmuştu. TV'de o dönem politikacıları tanıtan, onları yakınlarıyla karşı karşıya getiren bir program vardı, ismini unuttum. Okuldaşımız milletvekili için yapılacaktı bu program ve iki başka konukla birlikte bizim Vacide Hanım da ortaokul öğretmeni olarak katılacaktı. Akşam oldu, geçtim TV'nin karşısına, vallahi Vacide Hanım nasıl bıraktıysam öyle duruyordu. Sordular, "nasıl bir öğrenciydi milletvekilimiz?" diye. Önce eski öğrencisinin çalışkanlığını, efendiliğini, zekasını övdü, sonra "Bakın ispatı burada" dedi ve benim lise yıllarından hatırladığım çantasını açıp içinden löp diye bir not defteri çıkardı. Amanin, 1965 yılına ait bir defter. Kadın saklamış yahu, açtı defteri ve milletvekilimizin tarih notlarını tek tek okudu: "10, 10, 10". Sanırım o kuşak biriktirici bir özelliğe sahipti. Ben de fena sayılmam biriktirme konusunda ama not defterlerimi saklamak da hiç aklıma gelmedi, zaten idareye teslim mecburiyeti vardı. Sadece emekli olduğum yıldan tek bir not defteri kalmıştı elimde, onun da bir sayfasını alıp kalanını attım gitti. Necatigil bir de yazılı kağıtlarını saklamış arkadaş.

Kitap beni nerelere götürdü gördüğünüz gibi. Severim böyle Pandora'nın kutusu gibi zihnimi açan kitapları. Şimdi bu yazıyı Necatigil'den bir şiirle bitireyim, hakkıdır:

Sanki düğün olmuştur
Sevmiş, sevilmiş, yenmiş, yenilmiş
Çekmiş, çektirmiş
Oyun hüzün olmuştur. 

Düştür doğaldır içlenme
Bezginlik göllerinde bir gece
Karanlıkta senin de
Yüzdüğün olmuştur.
 
Ay peşinde
Bitkin akşamlar nikotin
Düşer bir gün giyotin
Aksâdeler giyindiğin olmuştur.
 
Süleyman ve Sabâ, hüthüt ve Belkıs
Söylerdi sorsaydık, geç git, bunları
Necatigil yok şimdi
Belki bir gün olmuştur. 


20 yorum:

  1. saça atılan renk hayata da yayılsın :)

    bu biriktirme olayını çok severim bir yandan, bir yandan beni korkutur, ölüp gittikten sonra o biriktirdiklerime ne olacağı fikri. Yine de duramıyorum biriktiriyorum tabii ama verdiğiniz örnekler "amanın" dedirtecek cinsten! onca yıl önceki yazılı kağıdı ya da not defteri nerelerde saklanır ve ihtiyaç anında nasıl bulunur kimbilir :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ay hadi inşallah :)
      Ya ben de çok biriktiyorum Şulecim ve sonra aynen senin gibi düşünüyorum. Babamın ardından kardeşimle yine gündeme getirdik ama elde değil işte, saklıyoruz samanı, bir türlü gelmiyor zamanı :)) Ama kağıt ve not defterini onca yıl saklamak da ne bileyim...

      Sil
  2. Güle güle kullan yeni saçlarını Leylakcığım, ohh iyi olmuş. :)

    Biriktirme işi benden uzak, sıkılıyorum bir süre sonra atıveriyorum. Tabii ki çok önem verdiğim bir kaç anı/nesne duruyor, ama o kadar.

    Şiir yine nefis. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. En iyisini yapıyorsun valla, bana da haberim yokken çekmece dolap deşip atacak biri lazım, yoksa ben iflah olmam :)
      Sağol Ekmekçim, bir değişiklik oldu, iyi oldu, moral oldu...

      Sil
  3. necatigil ve vacide öğretmen anıları çok tatlıydı. hilmi yavuz un bu kitabını alayım :) dört aşı, beş maske, kağıt havlu, dezenfektan, ıslak mendil, böyle korunma duymamıştım :) astronot gibi :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 5 maske değil, yanlış anlaşılmış. Böyle durumlar için bulundurduğum 5 katlı maske. Diğerleri 3 katlı ya, bu 5 katlı, yani görünürde bir fark yok, kullanım açısından da. O kağıt havlu, ıslak mendil falan merdiven inerken trabzanları tutmak için, dizlerimden dolayı sakınımlı iniyorum ya, o kadar abartmıyorum :)

      Sil
    2. trabzanlar, tamam haklısın tabii yaa, iki katlı maske duydum gördüm birilerinde de üç katlı beş katlı duymamıştım, demek ki lazım olabiliyormuş evet :)

      Sil
  4. Saçlarınızı güle güle kullanın. Ne kadar güzel anlatmışsınız, sanki hatıra kitabı okur gibi hissettim kendimi. Sondaki Necatigil şiiri de harika!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, tüm sözleriniz için. Sevgiler...

      Sil
  5. Eskiden evler de büyüktü biriktirme sansi vardi Şimdi insanlar 1+1 2+1 evlerde dolap bulamiyir ki
    Hilmi yavuZ kitabını ben de merak ettim araştırayım

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dolap olsa da bir şey değişmiyor, birini atsak yerine yenisi geliyor. Ama biriktirme hastalığınız varsa çaresi yok :)

      Sil
  6. İlk kitap fena halde dikkatimi çekti, dış görünüş ve elbette istasyon ve memur hemen kendine çekiverdi ve siz de onay verdiğinize göre tamamdır, teşekkürler:) Yıllar önce televizyonda izlediğim yabancı bir filmi hatırlattı bana, bir istesyonda tek bir memurla başlayıp biten bir gece fimiydi, çok sevmiştim. Koronanın ilk günlerinde bankamatiğin tuşlarını ıslak mendille siler, sonra da bir ıslak mendili parmağıma dolar öyle tuşlardım. Artık normale dönmüş durumdayım:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kitabı seveceğinizi tahmin ediyorum, ben de adına kanıp aldım, çok da beklentim yoktu ama gerçekten hoşuma gitti, bir kere Haydarpaşa, demiryolları dediler mi akan sular durur. Dedem demiryolcu idi ve bizim ailede trenlere, raylarına, istasyon binalarına özel bir sevgi vardır. Bu daha güncel bir konuyu, Haydarpaşa'nın son zamanlarını konu almış, ilginizi çekecektir, anlatımı çok sade ve akıcı.
      Bankamatik tuşları, trabzanlar, yürüyen merdiven kenarlarına pandemiden önce de çok ihtiyatla yaklaşırdım, pandemide iyice arttı dikkatim. Eskiyle kıyaslanırsa ben de nisbeten rahatladım. Kuaföre bile gittiğime göre, üstelik ara ara maskelerini çıkardıkları halde ses etmedim. Zira benim maskem 5 katlı idi, böyle zamanlar için temin ettim :))))

      Sil
  7. ben de herşeyleri öyle kolayca verip atamıyorum ya sonra da sinir oluyorum kendime kızımın defterlerini atamıyorum yaptığı resimleri atamıyorum ilerde göstericem ona kendi evini açınca eminim o kolayca atıvericek ama napayım bu da benim huyum işte...kucak dolusu sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hep atamıyoruz, sonra da ne olacak bu yığınlar diye dertleniyoruz. Ara ara temizlik yapıyorum ama atarken elim titriyor :) Aslında gerçekten tutmamalı, yazın babamın vefatında radikal kararlar almıştım arkama fazla bir şey bırakmayım diye ama iş uygulamaya gelince yine yattı :)
      Sevgiler...

      Sil
  8. Güle güle kullan saçlarını örtmenim ve maşallah diyelim, o dizler açılacaaaak ve yerinde duramayacak, bak görürsün :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sağol örtmenim, söylediklerinin bir an önce gerçek olması en büyük arzum. Çok sevgiler...

      Sil
  9. Maşallah, maşallah! Sizin yeniden onca yolu yürüdüğünüzü, -oturmak da ayrı sıkıntıdır diz için bilirim- kuaför koltuğunda oturduğunuzu bilmek sevindirdi beni:) Darısı nicelerine... Saçlarınızı güle güle kullanın:)
    Behçet Hoca kitabı da tam seveceğim türdenmiş bu arada.
    Sevgiler Nurşen Hocam...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sağol Sezercim, yürüme konusunda biraz aşama kaydettim, gerçekten mutluyum. Oturmak kalkmak hala sıkıntı, ağrılar da devam ama eskisi kadar değil tabii, ne yapalım biraz daha sabır lazım.
      Behçet Hoca biraz anı, biraz edebi inceleme, hoş bir kitaptı.
      Benden de çok sevgiler...

      Sil
  10. Güle güle kullanın saçlarınızı. Yürüme performansınıza maşallah ve daha da iyi olsun tez vakitte inşallah.
    Pandemide yapılan o temizlik, hijyen hareketlerinin neredeyse hiçbirini yapmadım, daha doğrusu yapamadım zira aklıma gelmiyor. Ne tuşlara basmak, ne temas ettiğim yerler için aklıma gelmiyor temizlemek. Biliyorum benimki de fazla ama vallahi unutuyorum ben hepten pandemiyi çoğu zaman.
    Şiir de ne güzel..
    Teşekkürler öğretmenim, gülümseten postunuz migrenime de iyi geldi :)

    YanıtlaSil