Sayfalar

9 Ocak 2018 Salı

BİR GÜNE SIĞANLAR

Kaç gündür kızkardeşle "Koku ve Şehir" isimli serginin açılmasını bekliyorduk. "Vekam" tarafından düzenlenen sergi Erimtan Arkeoloji Müzesi salonlarında izlenebilecekti. Uygun gün ve saatimizi belirledik ve o günün bu gün olduğuna karar vererek sabahın seherinde ve ayazında düştük yollara Kale'ye doğru. Bindiğimiz taksi "Buradan öteye geçiş yok" diyerek bizi Atpazarı yokuşunun sonunda bıraktı, eh hafif yokuşu saymazsan pek de fazla yürümemiz gerekmiyor. Yol boyu henüz açılmamış dükkanlara, açılmış cafelere, ilginç vitrinlere bakarak ilerledik. Şu aşağıdaki cafe pek hoş idi, yazın gelip bir çay içeriz diye düşündük:


Müslüm Baba'nın duvarından "İtirazım var!" diye haykırdığı cafenin adı da kendi kadar oricinal idi: "Hangimiz Sevmedik Cafe". Aah ah! 😃💗

Az sonra Erimtan Müze'nin kapısındaydık, içeriye girmek için ettiğimiz hamle gişedeki görevli kız tarafından kibarca engellendi, meğerse saat 15.00'e kadar bir toplantı varmış ve o nedenle sergiyi gezemiyormuşuz. Pofff! Oldu mu ama şimdi bu, erkenden kalktık, ayazda ve siste yola revan olduk, yokuşlarda ter dökerek, inişlerde tırnak sökerek Kale kapısına bile dayandık, Erimtan kapısından geri çevrildik. Müslüm Babeyyy, gel şunlara "İtirazım Var!" diye kükre. Ee, ne edeceğizdir, gidip çay içelim bari, orada stratejimizi belirleriz. İstikamet Gramofon Cafe. Longplayli, 45'likli avizenin altındaki, sobanın dibindeki assolist desenli masaya kurulduk, çaylarımızı içerken kızkardeşi arkadaşlarıyla buluşmaya, kendimizi de Cermodern'e postalamaya, saat 15.00 civarı tekrar buralarda birleşmeye karar eyledik.


Sözkonusu avize budur da şimdi buradan bakınca aklıma takılan bir şey oldu. Atatürk'ü 2. Meclis kapısında gösteren çerçeveli poster yatay olarak tavana mı asılmış? Bir de o plakların orijinal rengi mi öyle, değilse nasıl boyamışlar? Türkün aklının eve gidince gelmesi böyle bir şey demek ki 😛

Efendim çaylar bitti, çıktık Gramofon Cafe'den, koca ile ben yola düştük Cermodern'e gitmek için. Lakin dizin durumu malum, Cevriye her an çıkıp gelebilir, arada mola verip dinlenmek lazım, geçen gün oturduğumuz Heykel'in yanındaki Simit Sarayı'na kırdık rotayı. Aynı masaya oturduk, aynı manzaraya bakarak aynı bardaktan çay içip aynı simidi yedik. 


Bu manzaraya saatlerce bakabilirim esasen. İnsanı içine çeken, hareketli bir şey, hep aynı konumu gösteren TV ekranı gibi. Bir kere güvercinler olağanüstü, kah havalanıp kah atılan yemlere koşuşturup şahane görüntüler sunuyorlar. İnsanlar dersen onlardan daha ilgi çekici; güvercin yemleyenler, selfie çekeceğim diye şekilden şekile girenler, telefonu arkadaşlarının eline tutuşturup afili poz verenler, koşuşturan çocuklar, onların peşinden koşan ana-babalar, onların da peşinden koşan güvercinler, her birine bir öykü uydur, öyle keyifli. Lakin mekan babamızın değil işte, masayı da ilelebet işgal edemiyorsun. Isındık, doyduk, dinlendik, marş marş Cermodern'e.

Kestirme olsun diye Gençlik Parkı'nın içinden geçtik, ağaçlar kel, havuz kuru, su kaskatları kesik, çiçekler sararmış, kısacası tatsız. Fi tarihinin Göl Gazinosu, yakın geçmişin Nikah Salonu olan bina elden geçirilip yine evlenme işlerine tahsis edilmiş ama özel sektör el atmış işe, tam hatırlayamadığın Ahter'li mahterli bir isim konup balo ve nikah salonu olmuş. Eminim iç dekorasyonu da kitschin zirvesine ulaşmıştır. Evet şimdi Google'dan baktım, isim Ş.ehr-i Ah.ter, dekorasyon da tam yazdığım gibi. Vah kendi nikahımın da kıyıldığı o sade, vakur salona 😕

Sonunda Cermodern'e vasıl olduk. Önce Koreli 13 yaşındaki dahi ressam "Inhu Lee"nin resimlerinin yer aldığı sergiyi gezdik. Canlı renklerde, naif ama sevimli tablolar vardı, pirinç kağıdı üstüne siyah mürekkeple yaptıklarını çok beğendim. Birkaç örnek aşağıda:











Son üç resim sırayla babası, annesi ve ailesi imiş. Sergilenen resimler 9-13 yaş arası yaptığı çalışmalar, aslında her resmin yanında kendi ağzından açıklamalar vardı ama buraya koymak fazla yer kaplayacaktı. Zaten birkaç örnek deyip neredeyse serginin tamamını eklemişim 😀

İnhu Lee'nin resimlerinin üstüne bir kahve gider diyerek yerleştik cafeye, kahveleri mideye postaladık, diğer serginin vakti yaklaşmıştı ayrıldık Cermodern'den. Bahçeye çıkınca aşağıdaki şirinlere rastladık, yanımıza gelip kendilerini sevdirmek için bir sürü numara yaptılar ama maalesef kafesli bir kapı engeldi. 


Sergiye gitmeden kızkardeşle buluştuk Pilavoğlu Han'daki Borges Cafe'de, ısınmak ve kısılan sesimi açmak için adaçayı ile mutlu ettim bünyeyi.


Sonra da merak ve heyecanla Erimtan'ın kapısında bittik. Bu defa kovulmadık (!), toplantı bitmiş, iştirakçiler dağılmış, meydan bize kalmıştı. İndirimli tarafından 5'er lira verip bilet aldık ve müzeyi daha önce gezmiş olduğumuz için doğrudan en alt kattaki sergi salonuna indik. İndik inmesine de kocaman bir hayal kırıklığı idi bizi karşılayan. Aşağıdaki serginin afişi:


Şimdi işin içinde şehir varsa insan belirli şehirlerin özellikli kokularından örnekler verileceğini düşünüyor. Biz şununla karşılaştık:


Sağ yandaki masanın üstünde görünen 3 adet musluk benzeri boru-bunların devamı var diğer masalarda-yanında bir buton ve kokunun ne kokusu olduğuna dair açıklama. Butona basıyorsun, borudan bir koku bulutu yükseliyor eğilip kokluyorsun. Hayatın boyunca duymadığın hiç bir koku yok, hepsi bilindik şeyler. Tarçın, kahve, servi ağacı, çam, limon kolonyası, mersin, misk, hanımeli, kömür, egzos, rakı falan filan. Şehirle ilgili tek koku Mısır Çarşısı idi, onun da butonu bozuktu, koku falan gelmiyordu. Eh şimdi hayalimiz kırılmasın da ne olsun, bırak kırılmayı ezildi, tarumar oldu 😟


Borulardan başka bir de bu fısfıslar var, fısla kokla ne olacaksa. Kocam yanaşmadı bile, "gidip aslını koklarım, ne uğraşacağım yahu" diye 😃


Kolonya da kokan bir şey olduğu için küçük bir koleksiyon lütfedilmiş idi şişelerden müteşekkil, Sağdan 2., Es-Ko'nun yanındaki anneannemin ve İzmir'in meşhur Altın Damla'sı. Aman aman evlerden ırak, kazara bir sürünseniz bir hafta kokunun ağırlığından yanınıza kimse yanaşmaz. 


Salona inen merdivenlerin başına da şöyle bir şehir (Ankara) planı asılmış idi, üzerindeki renkli magnetler semtlerdeki baskın kokuları göstermekte idi, sankim biz bilmiyorduk. Terkeyledik sergiyi, siz siz olun, merak edip gelmeyin. Nitekim oradan Hâl'e uğradık balık almak için, işte orası gerçek anlamda, doğal, organik "Koku ve Şehir" sergisi idi. Egzos, kömür, balık, çürümüş sebze-meyve, taze sebze-meyve, foseptik, idrar, duman, pastırma, baharat, sakatat, et, çiçek, kahve, ekmek her tür koku mevcuttu. Buyrun buradan koklayın, sergiye boş yere para vermeyin 😂

Not: "Ankara Sokaklarında Adım Adım" isimli yazımda sözettiğim Anafartalar Çarşısı ve seramikleri ile ilgili bir yazı da Gazete Duvar'da yayınlanmış. Linki aşağıda, okumak isterseniz tıklayınız:

Ulus, Anafartalar Çarşısı Bize Sesleniyor

3 yorum:

  1. Hahaha süpermiş sergi, bayıldım. Demek kokuların hepsi bildik kokulardı. Bombaymış yahu :) Ben de olsam kocacığın gibi koklamazdım vallahi. Hihihi :)

    YanıtlaSil
  2. Sergiler süper:)
    Ben de beklerim bloguma:)

    YanıtlaSil