Sabah balkona çıktığımda gözlerime inanamadım. Apartmanla yaşıt, artık boyu son kata kadar uzanan çınarımız baştan aşağı yapraklanmıştı. Daha bir hafta önce kuru dalları rüzgarda sallanıp duruyordu, ne ara yeşertti o yaprakları, ne ara büyüttü, doğanın hikmetinden sual olunmuyor vesselam.
Bahar, sanırım en güzel mevsim. Canlılığından mı, renginden mi, tüm doğanın yeniden doğuşundan mı, tez bitişinden mi nedir, "kalk gidelim" diyor ruhlara. Bütün bir mevsim tombul ayılar gibi kış uykusuna yatmış beden kendini ceylan zerafetinde hissedip kırlara açılmak istiyor. Gelgelelim şişede durduğu gibi durmuyor işte. Tombul ayı bazen diz ağrısıyla, bazen baş ağrısıyla, kimileyin kas tutulmasıyla, hemen her an yorgunlukla "Bi dur bakalım" diyor, "artık ceylan falan değilsin, bırak ceylanı geyik bile değilsin. Ayı postundan öyle kolay çıkılmıyor, sakin ol, yavaşla". Eh her zaman içimizdeki çocuğu dinleyecek değiliz ya, bazen içimizdeki ayıya da kulak vermek gerek. Kendini fazla yormadan da baharın tadı çıkar elbet.
Çocukluğum ve ilk gençliğim Ankara'nın-o zamanlar için-nisbeten dışında kalan bir semtte geçti. Hemen tüm evlerin tek ya da iki katlı, bahçe içinde, sakinlerinin çoğunun memur olduğu bir semtti. Mahalle gibi bir mahalleydi, adı da Yenimahalle'ydi zaten. Şimdi ara ki bulasın o tek katlı evleri, o bahçeleri, mahalle kültürüyse çoktan yokoldu bitti. Her ne hal ise doğal sürecin önüne geçilemiyor maalesef, bize de anılarımızla avunmak düşüyor. 6 yılımı geçirdiğim okulun (benim öğrenci olduğum yıllarda ortaokul ve lise aynı binada öğrenim görürdü) şahane bir bahçesi vardı, baharda coşardı. Öyle ki paket taşların arasından fışkıran çimenler, rengarenk açan güller, tarhlardaki çiçekler, yan duvara tırmanıp çatıya kadar uzanan sarmaşık ve çam ağaçları zarar görmesin diye teneffüse çıkarılmazdık. Bizim için teneffüs koridorlar, merdivenler, radyatör üstleri, kantin ve tuvalet demekti. Kantin dediğime bakmayın, o da duvar girintisine kondurulmuş bir camekandan ibaretti, simitten başka bir şey de bulunmazdı, yine de önünde kuyruk oluşurdu. Okulun bütün güzelliği içinde değil dışındaydı, ona da ancak giriş-çıkışlarda ulaşabilirdik. Beden Eğitimi derslerini bile tozlu arka bahçede yapardık, oranın tek güzelliğiyse baharda olağanüstü kokan çiçekleriyle saçlarını okul duvarından kaldırıma sarkıtan iğde ağacıydı. Zaten her şeyi, okulu bile güzelleştiren bahardı. Türkçe öğretmenimiz, her oturduğunda eteğinin altından görünen paçaları lastikli pembe pazen donuyla öğretmenden çok komşusuna kahve içmeye gelmiş altın günü teyzesine benzeyen dünya tatlısı Nuriye hanım açık pencerenin önüne geçer, kollarını iki yana açarak derin bir nefes alır ve "Ohhh, Yenimahallemiz baharda ne güzel" derdi. O yüzden bir parça da Nuriye hanımın derin nefesidir benim için bahar.
Okul çıkışları satıcılar toplaşırdı kapının önüne, baharda nitelik değiştirirdi satılanlar. Galvaniz kovalar içinde rengarenk laleler, sevdiği kıza hediye etmek için kendisini alacak delikanlıları beklerdi. Aşk-meşk çağlarına eriştiğimizde okul kız lisesine döndüğü için bana lale alan çıkmadı ama o görüntünün güzelliğinu unutamam. O yüzden bir parça da galvaniz kovalardaki kırmızı lalelerdir benim için bahar.
Havada bahar kokusunun hafiften duyulmaya başladığı, hala üşüsek de bir yerlerden sızan güneş ışığının içimizi ısıttığı, ağaçların "çiçek açtım açacağım haberiniz olsun" dediği günlerden birinde akşamüstü kapı çalınır ve babam elinde bir kesekağıdı çağla ile içeri girerdi. O gün artık baharın resmi başlangıcıydı, üstüne kar yağsa bile. O yüzden bir parça da babanın getirdiği çağladır benim için bahar.
Dayım balkonuna hanımeli sarılmış bir evde otururdu. Ziyarete gittiğimiz bahar akşamları bir şenlikti o balkonun açık kapısından içeriye sızan kokular. Dayım, babam ve Faruk abi (olağanüstü komşumuz bando şefi Faruk abi) kapının önündeki sofada hafiften demlenir, rakı kokusuna hanımeli kokusu karışırdı. Faruk abinin öğrettiği bir şarkıyı söyleyerek alırlardı ilk yudumlarını. "Viva la amour" diye başlardı şarkı, anneannem içilen rakıya kızdığını açıkca belli edemez, hıncını şarkının Fransızca sözlerinden çıkarır, "Vangil okuman" diye söylenirdi. Vangil onun için kiliselerde söylenen ilahi demekti 😀 Bilmezdi ki o şarkı aşka, hayata ve dostluğa bir övgü idi. O yüzden bir parça da hanımeli kokusuyla karışmış rakı kokusu ve hayata övgüdür benim için bahar.
Çok sonra üniversiteye giderken, sabah yürüyorsam, gri Ankara'nın ciddi binaları arasından kafasını uzatmış bir leylak ağacı, bir bahar dalı ve havada hissedilen güzel kokuyla daha bir sekerdi adımlarım. O yüzden bir parça da kaynağı belirsiz belirsiz neşedir benim için bahar.
Denizli'de, baba evimden ve tüm yaşamımın geçtiği şehrimden uzak, yeni bir hayata uyum sağlamaya çalışırken baharla canlanan Şeytan Pazarı'nı gezmeye bayılırdım. Sabah balkona gelen kumruların kuğurtuları baharla artar, okul yolu açan çiçeklerle şenlenir, dersler daha bir keyifli geçer, paydos saatinde Delikliçınar'a doğru yürürken doğanın uyanışını gözlerdim. Isırgan otları arasında papatyalar, boynunu bükmüş narin gelincikler çıkardı yoluma. Öğrenciler saç örgüsü gibi örülmüş kirazlar getirirdi Honaz'dan, kimi Kaklık'tan ekmek. Fethiye bana leylak demetleri sunardı ne kadar sevdiğimi bilmeden. O yüzden bir parça da Denizli'dir benim için bahar.
Çalıştığım okulda bir kış boyu üşürdük, Antalya'da bir okulun bu kadar üşüteceğini tahmin edemezdim ama iliklerimize işlerdi ısıtması olmayan kuzey sınıflarının soğuğu. Öğretmenler odasının rutubetli sevimsizliğinde, ortada yanan sobada üşüyen ellerimizi ısıtmaya çalışırdık kalem tutabilmek için. Sonra bahar gelirdi ve okul duvarına bitişik akasya ağacı dallarını açık camdan içeriye uzatırdı beyaz çiçekleriyle. Çirkin oda güzelleşir, soba popülaritesini yitirir, bahçedeki Hint leylağı ağaçlarının arkasından denizi farketmeye başlardık. En nemrut öğretmenin bile yüzü güler, günler ışığa keserdi. O yüzden bir parça da pencereden çiçeğini sunan akasya dalıdır benim için bahar.
Çalışma sorumluluklarımı arkamda bıraktığım, tüm zamanlarımın bana ait olduğu içinde bulunduğumuz yıllarda herşeyiyle büyülüyor beni bahar, hele de bu şehirde. O yüzden artık en çok portakal çiçeği kokusudur benim için bahar...