Sayfalar

12 Ocak 2017 Perşembe

HATIRLADIKLARIM


Elime bir armut alıp izlemek istediğim filmin başına oturdum ama filme konsantre olamadım. Hemen hemen her armut yediğimde kulağıma mutlaka o ses çalınır: "Nayiiim armıt aldın mı?". Sonra devamı gelir, "Aldım aldım, hanım Fatmanıma armut getir". Annem armut dolu tabağı getirip Fatmanımın yanına koyar, Fatmanım bir yandan armudu soyarken bir yandan da mutlaka aynı repliği tekrar eder: "Pek severim armıdı". 

Bazı yiyeceklerin, bazı objelerin, bazı seslerin, şarkıların, kokuların bana birilerini anıştırmasını çok seviyorum. Bu anıştırma çoğu kez hüzünlü olsa da eninde sonunda yüzümde bir gülümsemenin çiçek açması da konuya dahil. "Armut" Fatmanım teyzedir mesela, ıhlayıp tıslayarak çıktığı merdivenlerin sonunda açtığımız kapıdan girerken "Yoruldum gıı" deyişi, her daim iki dirhem bir çekirdek giyinişi, şıklığı hatırlatıldığında "Ben genciken güzel giyinen yaşlılara pek özeniridim, şimdi de elimden geldiğince onlara benzemeye çalışıyorum" açıklaması, ilerlemiş yaşına, türlü çeşit hastalığına rağmen eliyle açtığı katmerleri önümüze koyuşu bir armutun daracık çeperleri içine sığabiliyor yerine göre. O başka bir aleme gitse de anıları bir armutla önümüze dökülüveriyor.

"Altın Damla" kokusu anneannemdir. Süslü şişelerin içindeki yoğun, altın renkli, İzmir kökenli sıvının ağır rayihasına meftundu anneannem. Kim İzmir'e gitse sipariş ederdi, küçük büfesinin vitrin kısmında-çoğunlukla Fuar'dan alınmış-birkaç şişe Altın Damla kolonyası bulunurdu. Elime bir bez tutuşturup beni ekşimiş suratımla toz alma işine mecbur ettiğinde vitrinin içindekileri boşaltırken sıkı sıkı tembih ederdi: "Aman ha, sakılarsakıl (bu onun dilinde sakın ha sakın demekti) Altın Damla'ları kırma". Ödüm kopardı zaten kırmaktan, anneannemin azarı bir yana o ağır kokuya şişedeyken bile tahammül edemezdim, değil ki yere dökülüp bütün odaya yayılsın. 


Görsel: Buradan

Annem "Revdor (Reve D'or)" kullanırdı mesela. Sanmam ki Fransa'dan gelsin, bu iş için ayrılmış süslü bir şişeyi bittikçe babamın eline tutuşturur, Eyüp Sabri Tuncer'in Ulus'taki (ne mutlu ki hala eski dekoruyla varlığını sürdüren) kolonya mağazasına, "içine esans da kattır" diye tembih ederek yollardı. Ucu pompalı cam galonlardan o süslü şişeye aktarılan sıvı çakma da olsa annemi mutlu ederdi. Daha da süslü, ucundaki incecik hortumla üzeri file kaplı bir pompaya bağlanan, boynu püsküllü bir şişesi daha vardı, belki de ilk "Reve D'or"u o şişeyle bir tanıdık tarafından çeyizine konmak üzere Fransa'dan getirilmişti. Pek beğenirdim, günün birinde benim olacağı düşleriyle oynarken kırmış olabilirim. Zira aklım erdiğinde ortadan yokolmuştu.



Annem hayatı boyunca şöyle bir hamakta sereserpe uzanıp altın rüyalar görmedi belki ama "Reve D'or" hem adı, hem kokusuyla ondan bize bir hatıra olarak kaldı. 

"Kız sen ne güzelsin sana gençler tapacaklar/Saklan güzelim kalbime saklan kapacaklar" şarkısını kim, ne zaman söylese, ben 60'lı yıllara, Cengiz Sokak'taki bahçe katı minik evimize, babamın incecik, gencecik, dalgalı kahkülleri kaşlarına düşen zamanlarına dönerim. Dilinden düşürmezdi bu şarkıyı, evin küçük odalarında, üç-beş ağacın gölgelediği minnak bahçesinde söyler gezerdi. Annem süslenir püslenir, ince topuklu pabuçlar giyer, anneannemin koluna girip Niğdeli hanımların kabul günlerine giderdi. Baba Teberiği Tayibanım, Kümsarın Meliha, Vıdıvıdıların Gülten, Pamuğun Sayime gibi üstlerine yapışmış lakapları olan bu hanımların evlerini gide gele bellemiştim. Her birinin kokusu hala burnumda. Tayibanımın torunları vardı yaşları yaşıma yakın. İskandinav kanı taşırmışcasına sağlıklı, ışıltılı, akça pakça bir güzellikleri vardı. Büyük yüz vermez, küçükse gününe göre gönül düşürürdü benimle oynamaya. İçimin gittiği üç boyutlu kitapları vardı, sayfaları çevirince Külkedisi gerçeğe dönüşüverirdi. Asla elime vermez, lütfederse uzaktan bakmama izin verirdi. İçimde ukde kalmıştır, bir kızım olsayda bu tarz kitaplara boğardım herhalde :) Kabul günlerine sürüklenmediğim zamanlarda evsahibinin yaşıtım kızlarıyla oynardım. Yaz mevsiminde bahçede geçerdi ömrümüz, pazar sabahları tepesine vurulmadan çalmayan siyah radyodan yayılan Zehra Eren tangoları dinleyerek kahvaltı ederdik. Tangolar bitince babam başlardı: "Saklan güzelim kalbime saklan kapacaklar".

Ne mutlu ki yaşadım bunları ve hep benimle olacaklar...

6 yorum:

  1. Mutlu bir masaldan mı söz ediyordunuz?.. Ben de tanıyorum o masalın benzerini. Ahh,özlenen günler!..

    YanıtlaSil
  2. pek güzel bir yazı, hayalimde canlandı her şey...

    YanıtlaSil
  3. Bu kadar ince detayları hatırlaman hep şaşırtıyor beni. Şu an saat 6.40 ve ben Kuzey'i okula yollamak için ayaktayım. Bu saatte blog okuyunca kendime de şaşıyorum aslında. Çok güzel olmuş. Limon kolonyasından öteyi bilmem. Tütün kolonyası bile ağır gelir bana. Ama Revdor'u merak ettim şimdi :)

    YanıtlaSil
  4. ya nasıl güzel bir yazı olmuşşşşşşşşş
    bu kadar keyifle okumak güne güzel başlamak teşekkürler
    İzmire yolum düşerse alacaklarım arasında altın damlası ve anneanneye bol teşekkür bol dua
    sevgiler

    YanıtlaSil
  5. çok güzel..Oh , mis gibi bir yazı bu.

    YanıtlaSil
  6. Okudukça tüm o eski kokular burnuma geldi...çok sevdim....

    YanıtlaSil