İlkokulun son yıllarında falandım sanırım, küçük bir taşra kasabasında hükümet tabibi olarak görev yapan halam ihtisas için Ankara'ya geldi. Gelirken yanında bazı eşyalarını da getirdi ve sığabildiğince bizim eve sıkıştırdık. Bunların arasında camlı bir kitaplık ve raflarını dolduran kitaplar da vardı ki halamın gelişinden sonra beni en mutlu eden olay buydu. Kitapların çoğu benim yaşıma göre biraz ağırdı ama kim dinler, oda sayısı kısıtlı evimizin salonuna, yattığım divanın yanına yerleşen kitaplığın tüm raflarını elden geçirip sırayla okumaya başladım. Tek maaşlı bir memur çocuğuydum, babamın benim okuma hızıma yetişebilmesi mümkün olmadığı gibi o yıllar şimdiki kadar kitap basımı ve sunumu da yoktu. Hiç unutmam okuyup bayıldığım "Heidi"nin devam kitapları çıkmıştı, birinin ismi "Heidi Büyüdü" idi. Sürekli alışveriş ettiğim küçük kitapçının vitrininde "al beni al, seni bekliyorum" dercesine göz kırpıyordu. Babam ısrarlı isteklerime kesin bir nokta koyup "aybaşından önce alamam" demişti ama aybaşına daha çok vardı ve benim içim gidiyordu. B planını uygulamaya koyup anneanneme yaltaklanmaya başladım. "Anneanne noolur bana "Heidi Büyüdü"yü alsana". "O ne kız?". "Kitap, "Heidi Büyüdü". "Eydi Büydü" neymiş?". "Eydü Büydü değil annaane, "Heidi Büyüdü", yabancı o, Alplerde yaşıyor". "Elin gavurunun büyümesinden sana ne, otur ders çalış". "Annaane, tatildeyiz ne dersi, noolur". Anneannem sonunda insafa gelip kitap parasını vermiş, ben de "Eydü Büydü"me kavuşmuştum. Kitap temin etmekteki güçlük bu safhadayken kitaplarıyla birlikte salonumuza yerleşen kitaplık kendimi arpa ambarına düşmüş aç tavuk gibi hissettirmişti.
Kitaplıkta çok miktarda bulunan klasikleri, gazetelerin ek olarak verdiği bazı kitapları, Varlık Yayınları'nın cep boy baskılarını, hatta ansiklopedi ciltlerini elden geçirmiştim. Onların arasında mavi kapağıyla ve küçük boyuyla dikkatimi çeken bir kitap daha vardı, Aysel Alpsal isimli, adını ilk kez duyduğum bir kadının yazdığı "Sıkıntı Odası". İç sayfası halamın adına imzalanmıştı, muhtemelen yazar arkadaşı idi. Diğer kitapları tükettikten sonra onu da elime almış, öykülerin çoğunu pek de anlamadan okuyup bitirmiştim. Kitabın içeriğini yıllar içinde tamamen unuttum ama ne adı, ne yazarı, ne de mavi kapağı hiç aklımdan çıkmadı. Hatta az evvel Google'da bir arama yapınca Nadir Kitap'ta izine bile rastladım:
Diyeceksiniz ki ne alaka, nereden aklına geldi şimdi bu kitap. Günlerdir sıcağın ve gündemin etkisiyle ruh gibiyim. Sabahtan başlayan ve kapıyı açmamla beraber fırın ağzından gelircesine içeriye dolan, açıkta kalmış kitap kapaklarını gevretip dışbükey yapan sıcak, kazara açtığımız TV ve radyolardan "Yurttan Sesler" ya da "Beraber ve Solo Şarkılar" yerine yükselen gencecik canların ölüm haberleri, elden bir şey gelmemesinin çaresizliğiyle odalarımız da birer sıkıntı odasına dönüştü. O çağrışımla döndüm geçmişin tozlu kitap raflarına. İyi ki de dönmüşüm, sesimi duydu galiba bulutlar, şahane bir yağmur başladı şimdi. Kimbilir, belki her şey için bir umuttur asfaltı kaplayan kurumuş akasya çiçeklerini önüne katıp götüren bu damlalar...