Sayfalar

23 Temmuz 2015 Perşembe

İÇ SIKINTISI...



Kaç gündür üzerime yüklenen gündemin ağırlığına bir de Temmuz sıcağı eklenince içimden hiçbir şey yapmak gelmiyor. İkindiye kadar evin içinde siftindim durdum; yemek pişirdim, granola yapmayı denedim, istediğim sertlikte olmadı ama tadı güzel galiba. Sophia Loren'in anılarını okumaya başladım, gidip gelip Facebook'a ve Twitter'e baktım, baktıkça içim daha çok sıkıldı, sonunda dışarı çıkmaya karar verdim, hem değişim yapmam gereken bir eşya vardı, bahaneyle onu da değiştiririm dedim. Antalya kadar olmasa da Ankara'da da güneş beynimizde boza pişirme durumundaydı, ne bozası hatta çorba, kaynar kaynar. Son günlerde aşırı hareketten isyan eden ayak başparmak kemiğim yürüdükçe kendini hatırlattı, dizimle elele tutuşup nanik yaptılar bana yol boyu. Değişim yapacağım mağazada geçen yıl bana eksik para ödemesi yaptığı ve yaptığını kabul etmediği için tartıştığım sevimsiz kasiyer kız vardı, epeydir görünmüyordu, bugün sahne almış. Onu görünce biraz daha içim sıkıldı. Neyse ki değişimi başka bir görevli yapıyormuş da bir kez daha muhatap olmadım kendisiyle. Yüksel Caddesi'nde asılı posterde ölen gençlerin gülen yüzleri esintiyle dalgalanıyordu; bakamadım, dayanamadım bakmaya, iç sıkıntım iyice tavan yaptı. Yürümeye devam ediyordum arkamdan gelen alkol kokusuyla başımı çevirdim. Gençten biri alkolik olduğu belli yaşlıca bir adamı kolundan tutmuş pataklıyarak götürüyordu. Beriki yarı sarhoş, "baban yaşındayım ne dövüyorsun" diyor, öteki "senin yaptığını babam yapsın onun da ...... koyarım" şeklinde şık bir cevap verip ardından ekliyordu: "Elalemin karısının kızının yanında içip ne sövüyorsun?". Kendininki sövmekten sayılmıyor sanırsam ya da onun küfür vizesi var. İçimin sıkıntısı tavandan uzaya çıkmasın diye hızlandırdım adımlarımı, derken karşıdan tinerlendiği belli, alnındaki yaralar kabuk bağlamış bir genç "abla bir-iki lira bozuğun var mı?" diye önüme geçti. Bu memlekette yaşarsam iç sıkıntısından yapılmış bir elbiseyi ebediyen giymek zorunda olduğumu anlayıp kös kös indim üst geçidin merdivenlerinden. Eve geldim, kendime buzlu bir kahve yapıp yine Twitterin başına geçtim, baktım savaş naraları atılmaya başlamış. Bir saat ayrılmaya gelmiyor, her an bir aksiyon. Ne diyeyim Allah encamımızı hayretsin. Bari güzel bir fotoğraf koyayım da yazının ağırlığı hafiflesin, kaplumbağalar güneş banyosu yapıyor :)

5 yorum:

  1. Leylak Dalı'm sıkılma diyicem de boş laf...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ah sıkılmamak mümkün mü canım ya, keşke becerebilsek...

      Sil
  2. Sadece iç sıkıntısı mı, umutsuzluk mu daha fenası bilemedim...
    Biz hayatta iken "güzel günler göreceğiz çocuklar" dileği gerçek olacak mı, dersin?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İyice kötümser olmayım diye "umutsuzluk" demedim Ekmekçim, yoksa ondan da var bol miktarda :( Biz hayatta ikenden geçtim, çocuklara gerçek olsa ona da razıyım...

      Sil
  3. Al benden de o kadar! Bu ülkede yaşamak kaderimize yazılmış, galiba elden bir şey gelmiyor. Bu kadar üzüntüyle de ne kadar yaşanır bilmiyorum. Facebook'u kapatasım var mesela. Dİyeceksin de kapatma da bakma! Elim gidiyor işte. Biraz kafam dinlensin diyorum. bi soğuma geldi yine memleketten.
    Öperim

    YanıtlaSil