Sayfalar

31 Aralık 2014 Çarşamba

YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN


Yeni yıl dileği olarak önce sağlık, sonra huzur ve barış. Gerisi nasılsa hallolur.
İyi seneler...


30 Aralık 2014 Salı

EN, EN, EN...


Yılın bitmesine bir kala bir geleneği daha yerine getirip yılın enlerini sıralayalım ki ilerde unutursak dönüp bakalım. Hafıza uçsa da yazı kalır sonuçta ama dileğim hafızamın benden önce değil benimle birlikte yokolması.

Kitap enlerimi sıralamıştım daha önceki yazılarımdan birinde. Diğer etkinliklere gelecek olursam, 73 film izlemişim yıl içinde. Yerli yapımlar arasında birinciliği açık ara "Kış Uykusu"na veriyorum. Onu "Sivas", "Annemin Şarkısı" ve "Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku" izleyebilir. Beğendiğim başka filmler oldu tabii ki ama hepsini yazmam mümkün değil, nefret ettiğim filmse tuhaf bir şekilde Altın Portakal'da Halk Jürisi birincisi olan "İyi Biri" idi. Yabancı yapımlara gelince "The Broken Circle", "Dallas Buyers Club", "La Grande Bellezza", "The Lunchbox", "The Grand Budapest Hotel", "Wadjda", "White God", "Villa Touma" öne çıkanlar arasındaydı. Antalya Opera Sahnesi'nde seyrettiğim 4 bale ayrı ayrı güzel olsa da "V. Murat" şahaneydi. Konser olarak Piyano Festivali kapsamında izlediğim Gürer Aykal yönetimindeki "Gershwin Gecesi"ni çok beğendim. 8 tiyatro oyununa gitmişim, bunlardan 5 tanesi Tiyatro Festivali kapsamında konuk gruplara aitti ve Çin Opera Topluluğu'ndan izlediğim "Arzu Denizi" ile Slovenya Drama Tiyatrosunun sahnelediği "Ben Öldüğümde" unutulmazdı. Gezdiğim sergiler içinde beni en çok etkileyeni ise Erwin Olaf'ın Cermodern'deki fotoğraf Sergisi oldu.

2014 bireysel anlamda ele alacak olursam fazla sorun çıkartmayan bir yıl olarak gelip geçti. Sevdiklerimizin akademik başarılarına tanık olduk, önemli bir sağlık sorunu ve kayıp yaşamadık, küçük ama eğlenceli geziler yaptık-ki kızkardeşle yaptığım 3 günlük İstanbul gezisi başlıbaşına bir güzellikti-, çocuklarla keyifli zamanlar geçirdik. Hayattan büyük beklentiler içinde olmayınca bunlar zaten insanı mutlu etmeye yeten şeyler, keşke aynı şeyleri ülke geneli içinde söyleyebilseydim. 2015'ten bu anlamda en büyük dileğim ülke huzuru ve barışı. Kişisel anlamda yüzüme gülücükler konduran minik anlar da olmadı değil, "İmza: Ben" kitabında yayınlanan mektubumla ilkokul öğretmenimin ruhuna gönderdiğim selam, yılsonu sürprizi "İletişim Edebiyat Takvimi"ndeki küçük öyküm, neredeyse 40 yıldır görüşmediğim çocukluk arkadaşımla geçirdiğim 3-5 gün, sonunda başarabildiğimiz blog arkadaşları buluşmaları, aile toplantıları, bazı kutlamalar hepsi 2014'ü değerli kılan kendi küçük anlamı büyük olaylardı. Benzer güzellikleri 2015'ten de beklediğimi buradan duyurur, bize verdiği emek için eski dost 2014'e sevgi ve selamlarımı sunarım...


28 Aralık 2014 Pazar

2014'ÜN SON HAFTA SONU

2014'ün defterini yavaş yavaş dürerken kendi çapımızda yıl ile vedalaşma çalışmalarına başladık. Bireysel açıdan pek sıkıntı vermediyse de ülkenin canına okudu 2014, ne diyelim yolu açık olsun, gelen gideni aratmasın yeter ki. Bir uğurlama töreni yapalım gidişine 5 gün kala dedik ve dün artık aşina olduğunuz mekanımız Nar Cafe'de buluştuk. Aslında "bütün kızlar toplandık" tarzında bir buluşma olacaktı ama çoğunluğun mazereti olunca beş kişiyle sınırlı kaldık, olsun o da bir şeydir. Antalya Cuma'dan bu yana sürekli ağlıyor, artık gidene üzüldüğünden mi  yoksa yeni bir yıl gelecek diye sevinç gözyaşı mi bilemedik ama Cuma günkü genç misafirlerime pek keyifli olmayan bir Antalya günü yaşattığı kesin. Cumartesi biraz hızını kesse de gözyaşları devam etti, biz de oturduğumuz mekanın denize ve Beydağlarına bakan camlarından sürekli değişen bir bulut show izledik. Buyrun mahrum kalmayın:





Hep bulutlara bakmadık tabii ki, yeni yıl süsleriyle ışıldadık:




Kuru kafalı korsan teknelerine el salladık :)


Yağmurla yıkanmış aleo vera çiçeklerini sevdik.


Ve üstüne kahve eşliğinde bunu götürüp kapanışı yaptık :)

Bugün hava güneşli ya da şimdilik öyle ama ben çok yorgunum. Dün iki adet demonte IKEA mobilyasını kullanılır hale getirinceye kadar kaslarımı epeyce zorladım. Alyan çevirmekten el bileklerim iflas durumda ve yapılacak çok işim var. Her bitiş daha güzel bir başlangıca sebep olsun dileğiyle mutfağa yöneliyorum. Pazarınız güzel geçsin...

25 Aralık 2014 Perşembe

NERGİSLİ BİBLİYOSAL BİLANÇO :)


Sabah erkenden semt pazarına gittim, bir kısım yeşillikle birlikte yukarıdaki güzellikleri aldım. Koklaya koklaya geldim, lakin çok pahalı satıyorlar yafu, 5 sap nergise 2 lira verilir mi? Verdik ayol, ne konuşuyorsam, hatta 10 sapa 4 lira verdim :) Parayı amorti etmek için soldurana kadar koklarım artık. Koklarken bir İzmir, bir Denizli düşer aklıma, halam çıkıp gelir ötelerden, öğretmenliğimin ilk yıllarındaki öğrencilerim gelir, Şeytan Pazarı'nın mis kokusu gelir, İzmir'de yağmurlu bir Pasaport günü gelir, gelir de gelir...

97. kitabımı okuyorum dört nala, yıl bitmeden 100 yapmak niyetim. "İza'nın Şarkısı" Macar yazar Magda Szabo'nun bir eseri. Daha önce YKY'den çıkmış üç kitabını okumuştum, yeni bir çeviri olsa da bassalar diye düşünürken Kanat Yayınları'ndan çıkmış bu 2008 baskıyı görüverdim Babil.com'u kurcalarken. Geleli bir on gün oluyor ama dün gece yatarken aldım elime, 30-40 sayfa okur uyurum derken 120'ye gelivermişim, yarıladım yani anlayın o derece güzel. Sanırım bu yılın benim indimde en iyi yabancı kitabı olacak. Aslında hazır konuyu açmışken bir okuma bilançosu çıkarayım şuracıkta dursun, arzu edenler fikir alsın, etmeyenler bakıp geçsin ya da bakmadan geçsin :)

Bu yıl çok parlak okumalar yapmadım itiraf edeyim, bir heyecan elime aldığım pek çok kitap fos çıktı, ummadığım bazıları ise "vay be!" dedirtti. Gerek kişisel, gerek "Bibliyomanyaklar" blogu için okuduklarım içinde unutulmazlar çekmecesine atacağım çok az şey oldu. Yerlilerden benim için yılın kitabı Ayfer Tunç'un "Dünya Ağrısı" ve Mehmet Eroğlu'nun "9,75 santimetrekare"si oldu. Yine Emrah Polat'ın "Alocu Tilkinin Serencamı", Emrah Serbes'in "Deliduman"ı, Şöhret Baltaş'ın "Annemle Konuşmalar"ı bu yılın "en"leri arasına girebilir. Çok sevdiğim polisiye dalında ise Hesna Onbaşı'nın "Süleyman'ın Kuyuları" ve Algan Sezgintüredi'nin "Maktulün Şansı" liste başına yerleştiler. Esra Türkekul'dan ise 2015 için bir Berna macerası daha beklemekteyim. Yabancı yazarlara gelince yukarıda bahsettiğim "Iza'nın Şarkısı" bir numaraya yerleşti bile bitmeyi beklemeden. Geçen yıl "Dolambaç"ını okuyup sevdiğim Gerbrand Bakker'in "Yukarıda Ses Yok"u, Juli Zeh'in okuduğum 3 kitabı, Raymond Carver'ın "Katedral"i ve Alice Munro'nun "Firar"ı "biz de varız" diyenler arasındaydılar. Ve o toraman gövdesi ve yüzlerce kahramanı ile Mo Yan'ın "İri Memeler Geniş Kalçalar"ı pek çok kitabı bir popo darbesiyle ekarte edip öne geçti.

Tabii hepsi bu kadar değil, bunlar en sevdiklerim oldu ama okuduğuma pişman olmadığım başka kitaplar da var o 97'nin içinde, merak ediyorsanız blogun yan tarafında tam listeyi görebilirsiniz. Ödül almış pek çok kitabı nefret ederek okuduğum hatta yarım bıraktığım oldu. Kitap blogumuzda kitabını olumsuz eleştirdiğimiz için bir yazarın bizimle adeta mahalle kavgası yapması da bu yılın unutulmazları arasına girdi.

Ve diyorum ki, bir gün bu dünyadan çekip gittiğimde-düşünecek vaktim olursa eğer-en çok benden sonra basılacak ve okuyamayacağım kitaplar için üzüleceğim. O yüzden durmak yok, okumaya ve okuma sırası gelmese de kitap almaya devam...

23 Aralık 2014 Salı

YIL BİTMEYE YAKIN


Şaka maka yoruldum bugün. Kahvaltımı yapar yapmaz son kalan kartlarımı ve kargolarımı toparlayıp sokağın köşesindeki PTT şubesine gittim. Görevli hanımla aramız çok iyi, beni yormadan sakin sakin ve güler yüzle hallediyor işlerimi. Başka PTT şubelerindeki görevliler kitap kargosundaki indirim bitti diyerek başlarından savdıkları halde bu uzun uzun uğraşıp siteyi açıp indirimli yolladı kitaplarımı yıl boyu sağolsun. Postane sonrası market alışverişi yapıp eve döndüm, kolları sıvayıp üçüncü tertip yılbaşı kurabiyesi yapımına giriştim. En lezzetli parti de bu oldu galiba. Sonra kurabiyelerin bir kısmını paketleyip, yanına bir de minik hediye ekleyip PTT şubesindeki hanıma yeni yıl armağanı olarak götürdüm. Ardından arabaşı çorbası pişimeye giriştim. Arabaşı çorbasını bilenler bilir; hindi, tavuk ya da av etiyle yapılan ve özel hamuru eşliğinde yenen acı ve sıcak bir çorbadır. Çocukluğumda komşumuz Nimet teyze yapar, komşuları davet ederdi, güle oynaya yerdik. Hatta bununla ilgili bir anımı yazdım, İletişim Yayınları'nın bu yıl çıkardığı 2015 Resimli Edebiyat Takvimi'nde yer aldı. Sahi, siz aldınız mı bu takvimi, almadıysanız tavsiye ederim, çok beğeneceksiniz. 


İşte bugünlük böyle, başım ağrıyor. Gidip bir ağrı kesici alayım sonra da kitabımla köşeye kıvrılayım. Kalın sağlıcakla...
Ha unutmadan, yeni headerimi beğendiniz mi?

19 Aralık 2014 Cuma

SELAM


Evet, farkındayım blogu biraz boşladım bu aralar. Hatta Kahveli Blog'u daha da uzun zamandır ihmal ediyorum. Dün utanıp mesaj bıraktım: "Blog sahibi kendini izne ayırdı, 2015'de görüşürüz" diye. Yukarıdaki fotoğrafı da telafi amaçlı koydum zaten. 

Enerjim düşük sanki, eskiden yeni yıl zamanı daha heyecanlı olurdum, ruhuma mutfak cini gelip oturur, Aralık sonuna kadar da gitmezdi. Bu sene likörle portakal reçeli dışında pek mutfakla ilgim olmadı, cin Alaaddin'in lambasında mahsur kaldı sanırsam :)

Koca haftada yaptığım yegane etkinlik "Fakat Müzeyyen, Bu Derin Bir Tutku" filmini izlemek oldu. İyi ki de izlemişim çok beğendim. Yıllar önce İlhami Algör'ün yazdığı kitabını okumuştum, kitabı sevdiğim halde pek filme uyacak metinler olmadığını düşündüğüm için de festivalde filme gitmemiştim. Ama çok güzel uyarlamışlar, Erdal Beşikçioğlu her zamanki gibi nefis oynamıştı, Sezin Akbaşoğulları ise hem çok güzeldi, hem de rolünün tam hakkını vermişti. Bunun dışında her gün bir battaniye motifi örmeye devam ediyorum. 45 adet oldu, üçte birini tamamladım sayılır. Yıl bitmeden planladığım 100 kitabı bitirmek için de hızla kitap okuyorum. Şu anda elimde 95. kitap olarak Algan Sezgintüredi'nin "Maktulün Şansı" isimli polisiyesi var. 10 günde 5 kitap daha okuyabilir miyim bilmiyorum.

Durum bundan ibaret sevgili takipçilerim. Biraz silkelenip canlanmam lazım sanırsam. Huzurlarınızdan ayrılırken hepinize harika bir hafta sonu diliyorum...

11 Aralık 2014 Perşembe

NEREDESİN LEYLAK HANIM?


Bir önceki postun tarihine baktım da bir hafta olmuş buralara uğramayalı. Ncık, ncık, ncık! Ayıp Leylak, evini ihmal ediyorsun, yakıştıramadım sana. İyi tamam da buraları seller sular götürdü, oturduk evde mahpus gibi ne yazsaydım yani, can simidi gönderin, boğuluyoruz mu deseydim.

Durun bir düşüneyim neler olmuş; bir kere emanet Japonları evlerine geri postaladık. Miki ve Mika'lıktan çıkıp asıllarına rücû ettiler. Bugün okuduğum çizgi roman Snoopy'yi de sayarsanız 4 adet kitap bitirdim. "Turgut Uyar'ın Çocuklarıyız" beni çok tatmin etti, iyi bir kitaptı, şairi birinci elden yani 4 çocuğundan okuyup bilinmeyen yönlerini öğrendim. Ardından okuduğum "Yağmur Durmadı" deliler gibi yağan yağmurla senkron tutturması açısından anlamlıydı ama "Beğendin mi?" derseniz cevabım "Hayır" olur. Kötü bir tercümeydi, 2 sayfayı aşan, sonuna gelene kadar başını unuttuğum cümleler vardı. Kitabı kapattığımda aklımda kalan tek bir satır bile olmadı. Yegane güzel yanı kapak resmiydi. Ve sonra pek güzel bir polisiye okudum, her sayfası dolu dolu, polisiye gibi bir polisiyeydi, Hesna Onbaşı'dan "Süleyman'ın Kuyuları". Aşkım Snoopy ise bugüne renk katan bonus oldu. 

Bunca yıldır Antalya'da yaşarım, bu derece çılgın bir yağmuru 3. ya da 4. tecrübem. Tüm gece boyunca ve ertesi gün öğlene kadar hiç kesilmeksizin, adeta kovayla boşalırcasına, ardarda şimşek ve gökgürültüleri eşliğinde yağdı, sabaha karşı bir ara dolu da indirdi. Gazetelerde, TV'de görmüşsünüzdür şehre verdiği zararı. Her şeyin fazlası gibi yağmurun fazlası da zarar. 

Dün nihayet güneş yüzünü gösterdi, zincirinden kurtulmuş gibi attım kendimi dışarı. Ruhum öylesine kasvetlenmişti ki kaç gündür dinmeyen yağmur ve karanlık havadan kendimi ışıltılı yılbaşı süslerine vurdum. Hiç niyetim yokken ağacı çıkarıp kurdum ve süsledim. Renkli renkli iki pırıldasın da kararan gönlüm aydınlansın biraz. Bu arada yağmurun kırıp yerlere indirdiği Benjamin ağaçlarının dallarını topladım sokaktan çöpçü gibi, öyle taze ve yeşildiler ki kıyamadım. Eve getirip yıkadım, pakladım, vazoya yerleştirdim. Üzerlerine de birkaç yılbaşı süsü asınca gelin gibi oldular. Aferin bana değil mi?

Fotoğraftaki zürafa kızımız Zarife, yılbaşı için pek hevesli. Boynuzuna kurdelesini taktı, ağacın yanına yerleşti yeni yıl için gün sayıyor. Ben de ağır ağır yeni yıl kartlarımı yazıp postalamaya başladım. Bu yıl postacı ile ne maceralar yaşayacağım meraktayım. 

Şimdi izninizle diyorum, akşama yemek yok, bütün gün yattım üzerinize afiyet. Kısır yapıp turşu ve marul eşliğinde götüreceğiz. Üstüne de çay, bundan iyisi Şam'da kayısı. Haydi akşamınız güzel olsun...

5 Aralık 2014 Cuma

FALAN FİLAN...


-Japon konuklarımız var, iki tane. Birkaç günlüğüne bizde ikamet edecekler. İsimlerini sormadık, onlar da söylemediler ama ben "balık balık" diye anonim bir seslenişe karşı olduğum için kendilerine geçici Capon isimleri koydum: Miki ve Mika. Miki "güzel ağaç", Mika da "yeni ay" demekmiş. Türkoloci ihtisasımı Caponya'da yaptığım için bilirim :)

-Caponlara alışamadım henüz. Kitaplığın yanındaki masaya yerleştirdim, kitaplara bakıp feyz alırlar diye. Bilgisayar başındayken arkam dönük oluyor, geriden gelen "şlap şlap" sesleriyle irkiliyorum. Keratalar kuyruklarını kavanozun camına vurarak deliler gibi döneniyorlar. Sanırım onlar da bizim evi yadırgadılar. Her gün tepelerinde gördükleri sarışın, küçük çocuğu arıyor olsalar gerek. Sabah yem verirken bana bakıp, "bize Miki, Mika diye seslenen kara kafalı yaratık kim ola ki" diye düşündüklerine eminim. Sahi balıklar düşünür müydü?

-Dün bir arkadaşa gittim, yanlış otobüse binmişim. 1 saat sürdü yolculuğum ve gideceğim yere hayli uzak bir durakta indiğim için epey yürüdüm. Yürümek dert değildi de otobüs yolculuğu fenaydı. Yanımda oturan adam feci soğan kokuyordu, arkamdaki Rus kadın yol boyunca bağıra bağıra telefonda konuştu. Biraz daha devam etseydim inmeden Rusça'yı sökebilirdim. Şoförse başka bir alemdi, telefonun kulaklığının bir ucu kulağında, diğer ucu dişlerinin arasında Rus kadınla yarışırcasına telefonda konuştu. Mesleği seçtiğine pişman, "gençliğimi yedi bu iş benim" diye sürekli sızlandı. 

-Her güne bir battaniye motifi etkinliğim devam ediyor, başlayalı 30 gün, motif sayısı 30 adet. Başat gidiyoruz yani, kendimi tebrik ediyorum. 

-Her güne bir "Mr. Selfridge" etkinliğine başlayalı da 10 gün oldu, birinci sezonu bitirdim, bugün 2. sezona başladım. Eğlenceli bir dizi, keyifle seyrediyorum. Önceleri bu adam kime benziyor diye düşünüp duruyordum ki Lale hatırlattı. "Ankara'nın Dikmen'i" dizisinde oynayan BKM Oyuncularından Bülent Emrah Parlak'a ikizi gibi benziyor Mr. Selfridge. Yabancı dizide yerli aktör oynuyormuş gibi bir duyguyla izlemekteyim.

-Oya Baydar'ın "Yetim Kalacak Küçük Şeyler" ve Ayşe Sarısayın'ın "Ansızın Günbatımı" kitaplarını bitirdim, vasattılar, pek etkilenmedim. Bugün şair Turgut Uyar'ın çocuklarının ağzından anlatılan "Turgut Uyar'ın Çocuklarıyız"a başlayacağım. 

-Henüz yeni yıl havasına giremedim, ayın 15 inden sonrası için umudum var.

-Şimdi müsaadenizle, elektrik süpürgemden randevu almıştım, onunla buluşmam lazım...

2 Aralık 2014 Salı

İŞTE BENİM ZEKİ MÜREN

 

Yapı Kredi Kültür Merkezi'nde "İşte Benim Zeki Müren" ismiyle sanatçının tüm hayatını konu alan bir serginin açıldığını duyuyor ama İstanbul dışında yaşamanın böyle konulardaki şanssızlığı nedeniyle gidemiyor olmama hayıflanıyordum. Neyse ki sergi kitap olarak ayağıma geldi. Ciltli, oldukça kalın, şömiz baskılı, renkli ve siyah-beyaz fotoğraflarla yüklü kitap Zeki Müren'in çocukluğundan başlayarak ölümüne kadar yaşamının detaylarını gözler önüne seren bir arşiv olmuş. Dönüp dönüp bakacağım bir anılar demeti...


Zeki Müren'in hayatıma girişi ilkokul çağlarında, Seyran Sineması'nın kadınlar matinesinde izlediğim Belgin Doruk'la birlikte oynadığı "Hayat Bazen Tatlıdır" filmi ile olmuştur. Siyah-beyaz filmin bazı sahneleri (Zeki Müren'in şarkı söylediği sahneler) renklendirilmişti. Şarkılar ve filmin renkli bölümleri o kadar hoşuma gitmişti ki uzun yıllar gördüğüm bir rüya gibi hatırlamıştım. 

 

Bizim evde Türk Sanat Müziği çok çalınır ve söylenirdi. Annem, babam ve eline aldığı her müzik aletinden anlamlı bir ses çıkartabilen büyük dayımın dilinden şarkılar düşmezdi. Haliyle Zeki Müren de hem güzel sesi, hem ilginç yaşam tarzı ile evimizdeki sohbetlerin konuğu olurdu. Annem hep onu sahnede canlı olarak dinlemeyi hayal ederdi ki çok geçmedi bu hayali gerçek oldu. Şimdi kendi cilalanmış ama ruhu ölmüş olan Gençlik Parkı'nda, yerinde metro istasyonunun olduğu Yazar Bahçesi vardı. Bir açık hava gazinosu, Gönül Yazar'ın halen soyadını taşıdığı eski kocası Necdet Yazar işletirdi. Gariptir babamın tek memur maaşlı bütçesi bizi ailecek ara sıra böyle çalgılı gazinolara götürmeye yeterdi. Şimdiki zamanları düşününce imkansız geliyor. Yazları Gençlik Parkının bulvara bakan bölümündeki Yazar Bahçesi'ne, daha iç kısımlarda kalan Japon Bahçesi'ne, Lunapark'a bitişik Lunapark Aile Gazinosu'na, kışları da Güneypark ve Köşk Gazinosu'na giderdik. Kimleri izlemedim ki buralarda. İşte ılık bir yaz akşamı da Zeki Müren'i dinlemek için nevalelerimizi yüklenmiş Yazar Bahçesi'ne gelmiştik. Masaya semaver söylenmiş, önce fasıl, sonra kadrodaki diğer sanatçılar eşliğinde yenmiş içilmiş ve sıra Zeki Müren'e gelmişti. Hepimiz heyecanlıydık ama en çok annem. Sahnenin hazırlanması için uzun bir ara verilmiş ve sonra alkışlarla Sanat Güneşimiz sahneye doğmuştu. Gerçi o zamanlar henüz Sanat Güneşi değildi, Paşa olmasına da vakit vardı ama çok ünlüydü, çok sevilir, çok ilgi görürdü. Aklımda en çok iki sahne kalmış; "Elveda Bütün Hatıralar" şarkısını söylerken "yine mevsimler dönecek, yine yapraklar düşecek" bölümünde sahnenin yukarısından üzerine yağan sarı yapraklar ve filmiyle de ününü arttırdığı "Bahçevan" şarkısında giydiği bahçıvan kostümü, kolundaki içi yapma meyvelerle dolu sepetle "Deh deh düldül, deh deh düldül, sen düldülsün, ben bülbül, baaaaahçeeeeevan geldi" deyişiydi. Gazino alkıştın yıkılmış, annemin gözleri parlamış, anneannem "an gııı, nası herif bu?" diye şaşmış, bense çok eğlenmiştim. 

Bu benim canlı olarak ilk ve son görüşümdü ama zaman içinde şarkılarını severek dinleyecek-bilhassa ilk dönem şarkılarını-, kasetlerini alacak, yılbaşındaki görkemli TV showlarını kaçırmayacak ve ölümünü neredeyse canlı yayında izleyerek çok üzülecektim. Sonraları düşündüğümde "herhalde kendisi de böyle ölmek isterdi, sahnede, halkın gözü önünde" diye düşünüp teselli olacaktım. Annemlerse bir canlı izleme deneyimi daha yaşayacaklardı, bir kış günü Köşk Gazinosu'nda, insanların birbirini çiğnediği, geceyarısı yer kapma kuyruğuna girdiği bir aile matinesinde. Bir savaş anısı gibi uzun zaman dinlemiştik öncesini ve sonrasını birlikte gittikleri eniştemden.

Dün sayfalarını tek tek çevirdiğim kitapla hem Zeki Müren'i andım, hem de geçmişte kalan bazı anıları tazeledim, sizi de mahrum etmeyim dedim. Ne kadar iyiyim değil mi :)