Sayfalar

12 Kasım 2014 Çarşamba

ORDAN BURDAN


Bir tembellik var bu ara üstümde, zorunluluk dışında evden çıktığım nadir. Dün saçımı boyatmaya gittim misal. Hep söylüyorum ve kullandığım şampuanların gübre etkili olduğuna inanıyorum artık, bir insan evladının saçı üç haftada 1,5-2 santim uzar mı? Kafaya zarar, keseye zarar. Lakin Gülriz Sururi gibi tepeme minik bir topuzcuk yapamayacağım için beyaz çizgiyi yoketmek için mecbur boyatıyorum. Allahtan kalender kuaförlerim var, boyamı yanımda götürüyorum hesaplı bir fiyata boyuyorlar. "Hocam hocam" diye etrafımda da pervaneler ayrıca, memnunum kendilerinden. Saçıma boyayı sürüp beni kilden oyulma yarım bir büste benzettikten sonra onlar diğer müşterilerle meşgul olurken ben kitabımı okudum. Cahide Birgül'den "Geceye Uyananlar"ı okuyorum, aslında daha önce okumuştum ama aradan geçen 10 yılda pek fazla hatırlamadığım ve Aralık ayında Bibliyomanyaklar'da ayın kitabı seçtiğimiz için ikinci kez okumam gerekti. Şikayetim yok, Cahide Birgül'ü çok severim, tüm kitaplarını okudum. Son kitabı "Eflatun Koza"yı yayınladıktan çok kısa bir süre sonra genç yaşta kaybettik. Böylece ruhuna bir selam uçurmuş da olacağız. Kitabı okurken bir yandan da duvardaki ekrandan konsepte uygun olarak kuaförler arasında düzenlenen yarışmayı izledim gözucuyla. Sanırım aynı saatlerde geliyorum, geçen gelişimde de aynı program vardı TV'de. Ben gündüz zinhar TV açmayan biri olduğum için böyle programları ancak orda burda görüyor ve hayretten hayrete düşüyorum. İncecik bir kuaför hanım sanki kombinezonunun giyip gelmişti programa. Boynuna taktığı ilginç kolyenin yüzölçümü ise sanırım bluzundan daha fazlaydı. Kavgalı dövüşlü bir saç kesimi ve yapımı söz konusu oldu, sonu ne oldu bilmiyorum, beni o sırada saçlarımı yıkamak için içeri çağırdılar. Beyaz çizgim çikolata kahveye dönüştükten ve tırnaklarım törpülenip ojelendikten sonra kızlara eyvallah deyip ayrıldım oradan. Sıra kesime gelmişti. Evet anladığınız gibi boyayı ayrı yerde, kesimi ayrı yerde yaptırıyorum. Ve hatta pedikür mekanım da farklı. İkinci kuaförüm eski okulumun yanında, o yıllardan tanışıyoruz, yine "hocam" diyerek karşılandım. İstediğim kesimi yaptırdım, biraz sohbet ettim ve çıktım kuaförden. Lakin iki adım atar atmaz ayağımı feci şekilde burktum. Son anda yere düşmekten kurtuldum ama bileğim de ağrımadı desem yalan olur. Ucuz kurtulduğuma sevinerek evime yollandım.

Bugünse bir arkadaş ziyareti yapmak amacıyla yola çıktım. Normal şartlarda 10 dakikada bir gelen otobüs için neredeyse 20 dakikaya yakın güneş altında bekledim. Kasım güneşinden ne olacak demeyin, burası Antalya, ciddi anlamda ter döktüm. Sonunda otobüs geldi ama tıklım tıklım, bir kenara da ben tıkıldım. Tıkıldığım noktada iki kişinin parasını şoföre iletip, bir kişinin de kartını makineden geçirdim, işe yaradım yani. Neyse az gittik uz gittik, bir durakta yolcu indirmek için durduk ama kalkamadık. Niye, çünkü arkadan gelen otobüs arıza yapmış, onun yolcularını almak için bekledik. 5 dakika da bu şekilde bekledik, sonra diğer yolcular gelip onlar da aramıza tıkıldı. Tıkıla tıkıla bir süre gittik, sonra AVM karşısındaki durakta epey telefat verip hafifledik. O arada şoförün arkasındaki ikili koltuğun pencere kenarı boşaldı. Koridorda iri çantası ve yerdeki poşeti ile oturan kadından yana kaymasını rica ettim. Yüzüme ters ters bakıp "inecem ben, sen geç" dedi. Sanırsın ben inmeyeceğim, şoförle mesai bitene kadar ring yapacağım. Kadının kucağına oturmamak için epey gayret sarfedip geçtim pencere yanına. Kadına küstüm, kafamı pencereye çevirdim, onun umuru oldu mu bilmem :) Neden sonra kendi durağıma geldiğimde "inecem ben" diyen kadın hala inmemiş çantası ve poşetiyle oturmaya devam ediyordu. Tekrar bir engelli ve zorlu geçiş harekatından sonra kendimi dışarı attım. Oh be, dünya varmış...

Bugün de böyle geçti sevgili takipçilerim. Fotoğraf mı, alakasız. Apartmanın önündeki balkona kadar ulaşan çınarın yaprağı. Severim kendisini, şuracıkta dursun dedim...

1 yorum: