Sayfalar

7 Kasım 2014 Cuma

ELMA AĞACININ ALTINDA, HEYYA HEYYA HEY...


Bir mektup için zarf arıyordum. Malum günümüzde mektup yazmak nadirattan olduğu için zarf da her daim el altında olan bir şey değil. O çekmece, bu dolap derken birinden bir tomar zarfla birlikte Ali Baba ve Kırk Haramiler'in hazinesi çıktı. Koca bir dosya dolusu dipte köşede unutulmuş eski fotoğraf. Çekmeceyi bile kapatmadan çöktüm başına. Bir kısmı bildiğim fotoğraflardı, bir kısmı ise tamamen unuttuğum, hatta hiç görmediğim çok eskilerden kalanlar. Aşağıdakini görünce ise bindim zaman makinesine ışınlandım dedemin bahçesine:


Fotoğraftakiler annem ve ilkokul bir ya da ikideki ben. Zamanlardan bir yaz, mekanlardan Ulukışla yakınlarında, E5 karayolu üstünde dönümlerce uzanan yemyeşil bir bahçe. Dedemle babaannem her sene yaz başında kışlık evi kapatıp bahçeye göçer, havalar soğuyana kadar orada geçirirlerdi yazı. Yaz tatilinde Adana otobüsüne biner, bahçenin hizasına gelince E5 karayolunda iner, mısır ve ayçiçeği tarlalarının arasından geçerek iğde çalısından çitlerle çevrilmiş bahçeye ulaşırdık. Çoğu zaman en baştaki tarladan koparılmış koca kafalı bir devramber-İç Anadolu'da ayçiçeğine devramber de denir-sütlü taneleriyle bahçe kapısına kadar eşlik ederdi. Kapıda babaaanem karşılardı bizi ve değişmeyen şu tekerlemeyi söyleyerek kucaklardı beni:
"Sası susu sarımsak
Sas avradın kuzusu
Gülgülü teveğin yaprağı
Gül yiğidin yavrusu"

"Sas avrat" lafı anneme pek iyi bir şey söylenmediği duygusuyla kafamı karıştırsa da annemin aldırmaz gülüşüyle bunun bir şaka olduğunu anlardım. Aynı tekerlemenin farkı versiyonu halamın çocukları geldiğinde de tekrar edilir, bu defa "gül yiğit" "gül hanım"la, sas avrat "sas herif"le yer değiştirirdi :) Valizleri bırakıp iki katlı kerpiç evin tam önünde yükselen kocaman dut ağacının altına yerleşir, yorgunluk giderirdik sonra. Uçsuz bucaksız bir bahçeydi, her çeşit meyvenin yanısıra kocaman bir üzüm bağı ve hemen bitişiğinde bir bostan vardı. Dedem ağaçlara isim verirdi, fidanını büyük teyzemin eşinden aldığı eriğin adı "İzzet Bey eriğiydi" mesela, benim ağacımsa kocaman, ekşi, sulu bir elma ağacıydı. En çok bağdaki koruklara dadanırdım ben, ekşi olmayan meyvelerle işim yoktu. Gitiğimizde kuzenlerim yoksa çok sıkılırdım aslında, içine kapanık, sakin bir tek çocuktum. Bağ bahçe ve düş gücüm bile yalnızlığımı gideremezdi. Hele elektriği ve akar suyu olmayan bahçeye gece çöktüğünde korkularımla başbaşa kalırdım. Gaz lambasının titrek ışığı yatmak için kullanılan üst kattaki odanın kireç badanalı duvarında iri gölgeler oluşturur, kendisine tahsis edilmiş kocaman karyolasında uyuyan dedemin horultusu gölgelere dublaj yapar korkumu arttırırdı. Uzaktaki E5 karayolundan geçen taşıtların seslerini dinleye dinleye sızardım sonunda. Gündüzleri ise annemin öğle uykusu işkencesine maruz bırakılırdım. Onlar aşağıda çay içip sohbet ederken ben geceki odaya bu defa öğle uykusuna gönderilirdim. Tamam gündüzleri korkmazdım ama bu defa da karasinek derdi vardı, vızıltılı bir konser eşliğinde yüzüme kapattığım tülbendin ardından uyumaya çalışırdım. 

Bahçede koruk terletmesinden sonra yemeyi en sevdiğim şey babaannemin kuruması için evin damına serdiği kayısılardı. Ne tazeyken ne de tam kurumuşken ağzıma sürmezdim. Benim sevdiğim "bört" dediğimiz yarı kurumuş olanlardı. Güneşin rengini ve sıcaklığını içmiş, marmelat kıvamındaki kayısıları uzaktaki karayolundan geçen araçları seyrederken birer birer götürürdüm dama oturup. Asıl şenlikli olansa babaannemin gönlünü edip "nohut ütmesi" yaptırmaktı. Çalı çırpıyla ufak bir ateş yakar, taze nohutları demet demet bu ateşin üstüne atar, yumuşayınca hapur hupur yerdik. Mis gibi kokardı ortalık. Eğer yaz tatilimiz kuzenlerle çakıştıysa daha eğlenceli geçerdi günler. Komşu bahçenin eşeğine binip yakındaki köye gider, kapının önünden akan arıkta kağıt kayıklar yüzdürür, çamurdan fırınlar yapar, akşama kadar deliler gibi oynardık. Arada kavga ettiğimiz de olurdu tabii, çok kızdırdıkları bir gün benden hiç umulmayan bir şey yapmış, yaşıtım olan erkek kuzenimin alnında fırlattığım kırmızı takunyamla okkalı bir şişlik oluşturmuştum.

Nasıl geçti yıllar inanmak gelmiyor insanın içinden. Babaannemin beklenmedik ölümünden sonra bahçenin eski tadı kalmadı, dedemin ölümünden sonraysa o güzelim ağaçların tamamı sökülüp tarlaya dönüştürüldü. Seyrek de olsa bir seyahat nedeniyle yolum oradan geçse uzaktan sadece evin önündeki dut ağacının göründüğü o mekana gözüm kayar, burnumun direğinde ince bir sızı hissederim. Murathan Mungan'ın dediği gibi:

"Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden.

Şimdi ay usul, yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden
Geçen geçti,
Geçen geçti,
Geceyi söndür kalbim
Geceler de gençlik gibi eskidendi
Şimdi uykusuzluk vakti..."

3 yorum:

  1. Çocukluğumuz,aaah çocukluğumuz,birisi "geçmişin güzelliği ;geçmiş olmasındandır."demiş...

    YanıtlaSil
  2. Iyi ki mutlu çocuklar olmusuz iyi ki ...

    YanıtlaSil
  3. Çocukluğumu okuyorum sandım ne benzer günler yaşamışız..bende Ereğli de geçirdim böyle güzel günler...şimdi yok oldu o güzelim bereket kokan bağlar bahçeler..bize çocukluğumuzda böyle güzellikler yaşatan büyüklerimiz nurlar içinde yatsın diyor sevgiler gönderiyorum....

    YanıtlaSil