Sayfalar

18 Şubat 2014 Salı

SÜMBÜL


Çok genç olduğum, dünyaya insanın içini acıtacak kadar iyi niyetle baktığım yıllardan birinde küçük bir operasyon için 2 günlüğüne hastaneye yatmak durumunda kalmıştım. Ani gelişen bir olaydı, haliyle hepimiz biraz telaşlanmıştık. Üniversitenin ilk yıllarındaydım, arkadaşlarıma bile haber vermemiş, bir sabah erkenden ailemle gidip işlemleri yaptırmış, iki kişilik bir odaya yatmıştım. Oda arkadaşım ben yaşlarda, mesleğinin başlarında sempatik bir ilkokul öğretmeniydi. Arka arkaya aynı operasyon için ameliyathaneye girecektik ertesi gün. Mart ortalarıydı, Ankara'nın kış olmakla bahara geçmek arasında bocalayan en kararsız aylarından birindeydik. Hava bizim içeride kapanmamıza inat eder gibi güneşli ve güzeldi, üstelik arsız bir bahar kokusu taşıyordu hala yanan kaloriferlerin burun deliklerine dolan isine rağmen. Annemle babam ve oda arkadaşımın ailesi bizim yatış işlemlerimizi tamamladıktan sonra bir süreliğine ayrılmışlardı hastaneden. Birbirimizi tanımak için yaptığımız sohbetin ardından yatak komşum uykuya dalmış, ben de odayı incelemeye başlamıştım. Tam karşımdaki duvarda Van Gogh'un "Arles'teki Yatak Odası" tablosunun bir reprodüksiyonu asılıydı. Klasik hastane odasına renk katan bir ayrıntı olarak düşünülse de tablodaki yatak bana yine hastaneyi çağrıştırmıştı. İçim sıkılmış, ertesi günkü operasyonun heyecanı bütün hücrelerime işlemiş kitap dahi okuyamıyordum. Ara sıra muayene ve testler için içeri giren doktor ve hemşirelerle birkaç kelam ediyor oflayıp pufluyordum. Sonra ziyaret saati başladı; bir torba şamfıstığıyla (o zamanlar ve hala en sevdiğim çerezdir) annem, gazetelerle babam, ellerinde kitaplarla kuzenlerim, yatak komşumun akrabaları doluştular odaya. Onları savdıktan sonra her birimiz kendi içimize dönmüştük, ben bir torba şamfıstığını stresle çatır çutur yiyip hediye gelen Aziz Nesin'in "Tatlı Betüş"ünün neredeyse yarısını okuduktan sonra sızmışım. Kulağıma tok bir sesten gelen "Nasılsınız?" sözcüğüyle gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm çalı gibi uzamış kalın kaşlar olmuştu, ameliyatımı yapacak Profesör Dr. Hüsnü Göksel karşımdaydı. Artık aramızda olmayan, yalnızca tıbbi bilgisiyle değil hayata bakışı ve insani yönleriyle de değerli bu doktor ertesi gün ben ameliyata girip heyecanla titrerken de yüzünü kapatan yeşil maskenin ardından "Ne haber, beni tanıdınız mı?" diye soracaktı, maskenin dışında kalan o kaşlarla tanımamak mümkün değildi zaten. 

Uzatmayayım ameliyat başarıyla sonuçlanmış, odalarımıza çıkarılmış, bir gece öncesinden aç bırakılmış karnımızı doyuracak bir tas hoşaf ve yoğurdu sabırsızlıkla beklemiş, önceki günün fıstıklarını özlemle anmış, gelen ziyaretçiler tarafından şımartılmış, bandajlar yüzünden uykusuz bir gece geçirmiş ve sonunda taburcu edileceğimiz 3. güne ulaşmıştık. Ben sıkıntıyla zamanın geçmesini beklerken babam işlemlerle uğraşıyor, annem eşyaları topluyordu ki kapı açıldı. İlk gördüğüm bir kucak dolusu mor sümbül oldu, ardından sakalıyla bıyığının arasından taşan kocaman gülüşüyle dayımı farkettim. "Ne oldun kız mannnnyak?" diyerek kucağıma koydu o koca demeti, böylece kokusu da burun deliklerime dolmuştu. Sıkıntım anında geçmiş, O'nun kara gözleri, benim de yüzüm ışıldamıştı.

Şimdi ne zaman sümbül görsem, kokusunu duysam çok erken yitirdiğim dayımın gülüşü, Van Gogh'un "Arles'teki Yatak Odası" ve lizol kokulu hastane koridorları gelir aklıma...

37 yorum:

  1. Anılarında kaybolurum senin ...

    YanıtlaSil
  2. Çok güzelmiş anın, bu kadar detayı nasıl hatırlayabiliyorsun Nurşen abla? Ne alık hafızalıyım ki dünü bile hatırlamak da güçlük çekiyorum: (((

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Canım ya sanırım genetik birşey bu hafıza olayı. Benim hem anne, hem baba tarafım en yaşlı hallerinde bile hafızalarında bir noksanlık olmadı, umarım ben de de öyle olur. Dünü hatırlamakta bazen benim de zorlandığım oluyor yahu o telaşeden, yoğunluktan, stresten kaynaklanan birşey...

      Sil
  3. "dünyaya insanın içini acıtacak kadar iyi niyetle baktığım yıllar". Kaç gündür kafamda ismini koymaya çalıştığım "şey". Ve mor sümbül. Ve Van Gogh. Bunlar dokundu bana bu yazıda. Bütün sümbüllerim pembe çıktı zira. Van Gogh'sa çok başka. Dünden beri almayı tasarladığım boya tüpleriyle bir zaman bilgisayarda boyadığımı kağıtta yapabilir miyim düşüncesi. Kafamda uygun fırça boyunu evirip çeviriyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Joe, cidden öyleymişiz diyorum bizim kuşak ve bizden bir önceki kuşak, bir daha da gelmedi zaten böylesi. Şimdikiler az daha hırçınlar ve daha akıllılar galiba :)
      Ben merakla çizip boyayacaklarını bekliyorum, haydi bakalım ha gayret :)

      Sil
  4. Bu güzel anı yazısı keyifle okunacak bir kitabın onlarca parçalarından biri olarak yerini bulmalı artık be canım. Her ne kadar son yıllarda iyi bir okur olamasam da, bana inat sayıları birden artan ve bunun sonucu olarak kalite arayan yurdum okurlarının tam da aradığı yazarsın, bu hoş üslubun, sade tavrın ve en önemlisi güzel türkçenle. Aslında samimi duygularımı dile getirirken hadsiz bir eleştirmen özentisi durumuna düştüğümün farkındayım ama n'apiym ukalanın tekiyim işte. İsteyenler bıyık altından ve dahi üstünden gülebilir :)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Asucum sen beni az daha yüreklendirir ve dürtüklersen ben soyunacağım galiba bu kitap işine. Bu konuda azıcık ağır kanlıyım galiba, bir de kim neylesin benim anılarımı diye düşünüyor da olabilirim hani. Kim gülermiş sana bıyık altından ya da üstünden, göster bana bıyığını yolayım :)
      Sevgiler en biçok :)

      Sil
  5. Bak şimdi..Otur bi dakka..Uzun yazıcam zira(dakka=dakika, yazıcam=yazacağım)
    İlkokul 2 veya 3. sınıftaydım, aynı mahalleden bir sınıf arkadaşım vardı; adı Emel. Sümbülcünün kızı Emel. Babası bahçelerinde sümbül ve nergis yetiştiriyor ve semt pazarlarında satıyordu. Biz bütün mahalle çocuklarının ortaklaşa oynadığı bir arsada seksek oynardık. Tebeşirle yere çizdiğimiz T şeklindeki çizgide mermer kaydırarak oynardık. Ben yerdeki çizgiyi yenilerken, O elindeki mermeri attı ve benim başım yarıldı (Yeri imza olarak hâlâ durur).Hastahane-dikiş vs.bayağı canım yanmıştı. Ertesi gün ağabeyimin bir arkadaşı kızcağızı dövmüştü. Birkaç gün sonra okula bir bekçi geldi, ben beni şikâyet etti diye korkudan bayılmıştım.Gözümü revirde açtığımda başımda annemi gördüm. Meğer bayağı bir olay olmuş o gün. Halbuki bekçi bir öğrencinin velisiymiş, Sümbülcünün kızı Emel de bana babasının sümbüllerinden getirmişti yazık..Özür mahiyetinde..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ecem, yazının da yorumun da uzununu ve hasını severim ki öyle bir yorum okudum. Bu sümbül nelere kadirmiş meğer, kıyamam yarılan kafana. Ben de sağ kaşımın üstünde atılmış bir taşın izini taşırım 4 yaşımdan. Yani aşkın da, ömrün de ebedi tarihi yüzdeki izler ve iyi ki varlar. Öperim başının dikiş atılmış yerinden...

      Sil
  6. Adının son kez anılmasıymış ölmek. Hüsnü Göksel babamın arkadaşı, annemle babamın nikah şahidi, benim ameliyatımda kimse başıma ne geldiğini ne gelebileceğini yutkunmaktan anlatamazken yatağıma yan oturup ne beklemem gerektiğini anlatan insan. Rahmet olsun öte yana geçenlere. Gülümseyerek ve bir sümbül kokusuyla anılmak ne güzel.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hüsnü Göksel der 10 dakika saygı duruşunda bulunurum Çiğdemcim. Yalnızca ameliyatımdan dolayı değil, o yıllardaki pek çok kişinin gösteremediği yürekli tavırlarından, vurulan Nuray Erenler'in yanından herkes uzaklaşırken kanlar içinde kucaklayıp, şahdamarına bastırarak hastaneye taşıyışından ve benzeri bir çok insancıl özelliklerinden dolayı, huzurla uyusun, rahmet olsun, dünyanın en güzel kokuları üstüne yağsın. Ne mutlu ki yakından tanımışsın...

      Sil
    2. Aysun Öner tarafından hayatını anlatan bir kitap yazıldığını biliyor muydun? "Bir Cumhuriyet Aydını: Prof.Dr. Hüsnü Göksel"

      Sil
    3. Bilmiyordum, İstanbul' a gelince aranacaklar listesine alayım hemen. İnternetten sipariş et deme bana. Dokunmadan kitap alamayanlardanım. :)

      Sil
    4. Ben de geçen yaz çıktığını duyar duymaz Ankara'dan almıştım...

      Sil
  7. Asuman Hanım'a katılıyorum, kesinlikle bir kitabın olmalı senin. Ne merak ederim biliyor musun? Dayılar neden bu kadar çok sevilir acaba? Ben de dayıma çok düşkün bir çocuktum, seni çok iyi anlıyorum, mekanı cennet olsun dayıcığının ...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sağol Özlemcim, kimbilir belki olur bir kitabım :)
      Dayım yaş olarak çok yakındı bana, ağabeyim gibiydi ve şu dünyadaki en karizmatik, en çapkın, en çılgın insanlardan biriydi. Çok genç öldü. İnanılmaz özlüyorum :(

      Sil
  8. Çok güzel bir öykü olmuş. Bayıldım. (hüzünlü de olsa sonu)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ebrucum sağol canım, "Hüzün ki en çok yakışandır bize/Belki de en çok anladığımız" demiş şair Hilmi Yavuz :)

      Sil
  9. Bir hastahane odasından yazdıkların, mor sümbüller, sevilmeyi hak eden o hoş adam. Çizdiğin resim öyle güzel ki...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Canım Mihriban sağolasın, bu vesileyle dayımı bir daha anmış oldum...

      Sil
  10. Ordu defterini kapatmış yeniden İstanbul'a dönmüştük.Dönmüştük ama ben bu kez ilk gençlik çağımda olduğum için artık geride çok fazla anı bırakmıştım.Boğaz köprüsünden geçerken ufff bir hafta geçse dedim. Sanki o bir haftada tüm Ordu'yu unutacaktım. İki gün sonra kapımız çaldı, kuzenim Halil bana bir sepet sümbül göndermişti,Ordu'dan... Otobüs firması sahibi eniştemdi hihihi o yüzden de sümbülleri getiren otobüs şoförüydü:))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne güzel, herkesin sümbüllü bir anısı var bak :) Seninki güzelmiş Lalecim, bütün anıların güzel olsun inşallah...

      Sil
  11. Bazen bir çiçek ya da bir koku insanı alıp nerelere götürüyor..
    Eskilerde kalmış olsa da geçmiş olsun diyeyim, siz anlatırken bana da kokusu geldi sümbülün :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler, bugün sümbülümü açmış görünce hatıralar zihnime, yazılar da klavyeme üşüşüverdi işte :)

      Sil
  12. "dünyaya insanın içini acıtacak kadar iyi niyetle baktığım yıllardan" Ne güzel demişsiniz..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öyleydi ama gerçekten, şimdi gülümsetiyor beni o yıllardaki naifliğimiz...

      Sil
  13. Ah be Leylak. Beni benden aldın.
    Ellerine sağlık.

    Gerçek hikayesever anne

    YanıtlaSil
  14. Sümbül bana da koca gözlü, dünya güzeli eski bir arkadaşımı hatırlatıyor :) İzmir Körfezi'nin iki ucunda otururduk, bazen çat kapı gelir, gelirken de mutlaka Karşıyaka tren istasyonundan geçer, sümbül alır öyle gelirdi. 16-17 yaşlarımın çiçeği :)
    Asuman Hanım'a ben de katılıyorum, heyecanla bekliyorum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hehhee, sizi sayenizde yazar olcem bir gün işşallah:)
      Ya ne güzel bazı şeylerin insanı bir yerlere götürmesi, seviyorum ben bu hali, bazen hüzünlü olsa da. Vicdanlarına sahip çıksalar şu insan kısmı fena yaratık değil aslında :)

      Sil
  15. Yazılarınızı okurken kendimi çok iyi hissediyorum. Zaten Bibliyomanyaklarda da takipteyim sizleri.
    Dilerim bir gün kendi kitabınızın çıkış haberini okuruz buradan...
    Sevgilerimi gönderiyorum...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler, dilekleriniz gerçek olur günün birinde umarım :)
      Benden de çok sevgiler...

      Sil
  16. Ben diyorum sen bu anılarla bir kitap çıkarmalısın artık:) Çok tatlısın çok!

    YanıtlaSil
  17. Leylak ile Sümbül aynı çiçek midir diye çılgınca site site gezerken yıllar önce yazılmış böyle güzel betimlemelerle bezeli bir yazıya denk gelme şansı evet bana aittir�� Ama oda arkadaşınızı çok merak ettim. Daha sonra görüştünüz mü? Kendisiyle belki arkadaş olmuşsunuzdur diye ümit ettim doğrusu��

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Nereden buldunuz bu eski yazıyı 🙂 evet bir süre mektuplastik, sonra bağlantımız koptu

      Sil
    2. Eski ve harika🌸🤭🤗

      Sil