Gerçekten bugün 14.00'de geldim, baştanbaşa yeşillenmiş Antalya'yı gördüm ve balkonumda fotoğraftakileri buldum, tabii bir tarlaya yetecek kadar gübreleriyle birlikte. Sanırım Gülbahar anneye "Baby Shower" partisi yapılmış bizim balkonda; yenilmiş, içilmiş ve bol bol s.ç.lmış. (Güya noktalı yazdım ve kibarlık oldu değil mi?) Emin olun tam 1 saatim balkon zemininden, pencere önlerinden, hasbelkader dışarda unutulmuş bir sandalyeden ve demirlerin üstünden kumru pisliği kazımakla geçti. Fotoğrafta gördüğünüz mıntıkaya uğrayamadım doğal olarak zira fotoğraf çekmek için bile yanaştığımda anne kuş üstüme hızlı bir pike yaptı, bereket hemen kenara çekilebildim yoksa işin içinde gözden olmak vardı. Artık bir müddet doğumhane görevi görecek saksıyı işi bittiğinde imha ederek kurtulacağız atıklardan, duvarlar için de bir çare buluruz elbet, maksat kumrular sağolsun. Fotoğraftaki görünümüne bakmayın öyle minik ki adını "Çiçek" koyduğum yavru, tir tir titriyor kuş gibi. (Buyrun, kuş başka ne gibi titrer acaba?) Gördüğünüz üzere yakında Çiçek'e bir de kardeş gelecek, bakalım yumurtamız ne zaman çatlayacak. Şimdilik Gülbahar hanım azametle kuruluyor üstünde. Bu kumru sülalesinin tamamı bizim tek parmağı eksik evlatlık kuşumuz "Parmaksız Salih"in sulbünden türeme. Dedelerine zamanında fazla yüz verdiğimiz için (biz evde yokken mutfak balkonunun açık kapısından eve girip oturma odasının başköşesine katı atıklarını bırakmak, balkonda kahvaltı ederken masaya konup peyniri didiklemek gibi) bizim evi dedelerinin mülkü bellediler, sülale doğumunu balkonda gerçekleştirdi. Bendeniz de doğum fotoğrafçısı olarak her seferinde olaya tarih düştüm. Hayır bununla kalsa, anaları üç gün sonra basıp gidiyor başka kumrularla oynaşmaya, yuvadan düşen yavruları yerlerden toparlamak, aç kalanları doyurmaya çalışmak, girip çıkıp öldüler mi kaldılar mı diye kontrol etmek de manevi ebeveyn olarak bize düşüyor. Ne diyeyim, zorla kaşındık Salih'i evlat edinerek, torunlarını da koruyup kollayacağız artık.
Bu sefer yol maceram çok flu; yolculuk öncesi yeterince yorgun, gece 3,5 da yatıp 5,5 da ayağa kalktığım için çok uykusuz olduğumdan dolayı Ankara-Antalya arasını sütçü beygiri misali ayakta uyuyarak geçirdim. Ara-sıra kulağıma çalınan Suzan Kardeş'in Balkan Türküleri ile Candan Erçetin'in şarkıları da ninni etkisi yaptı. Antalya'ya bir saat kala biraz ayıldım, baktım heryer yeşermiş, çiçekte ağaç bile kalmamış. Yalnız yolboyu bir dizi çam ağacında "Çam kesesi" denilen lanet hastalığın türediğini görüp çok üzüldüm. O çamlar gitti gider ne yazık ki.
Şehre girdiğimizde çınarlar da dahil bütün ağaçların yapraklandığını, narenciye çiçeklerinin tamamının açıp neredeyse dökülmek üzere olduklarını, mor salkımların güzelliklerinin doruğuna eriştiğini, Kepez'de dün size sözünü ettiğim Kıbrıs Akasyaları'nın sapsarı bir rüya gibi çiçeğe kestiklerini gördüm. Güneş pırıl, hava sıcak bile denebilecek ılıklıktaydı. Lakin mıntıka teftişine ancak yarın çıkabileceğim. Eşyaların taşınması, "Baby shower" artıklarının temizlenmesi, evin alelusül de olsa elden geçirilmesi yol yorgunu bünyemi temelli çökertti, az evvel uyandığım derin bir uykunun kollarına bıraktım kendimi. Şimdi de kalkıp aç karnımızı doyuracak birşeyler hazırlamam lazım. Huzurlarınızdan ayrılırken "Home home sweet home" diyor, başka da birşey demiyorum...
Bu sefer yol maceram çok flu; yolculuk öncesi yeterince yorgun, gece 3,5 da yatıp 5,5 da ayağa kalktığım için çok uykusuz olduğumdan dolayı Ankara-Antalya arasını sütçü beygiri misali ayakta uyuyarak geçirdim. Ara-sıra kulağıma çalınan Suzan Kardeş'in Balkan Türküleri ile Candan Erçetin'in şarkıları da ninni etkisi yaptı. Antalya'ya bir saat kala biraz ayıldım, baktım heryer yeşermiş, çiçekte ağaç bile kalmamış. Yalnız yolboyu bir dizi çam ağacında "Çam kesesi" denilen lanet hastalığın türediğini görüp çok üzüldüm. O çamlar gitti gider ne yazık ki.
Şehre girdiğimizde çınarlar da dahil bütün ağaçların yapraklandığını, narenciye çiçeklerinin tamamının açıp neredeyse dökülmek üzere olduklarını, mor salkımların güzelliklerinin doruğuna eriştiğini, Kepez'de dün size sözünü ettiğim Kıbrıs Akasyaları'nın sapsarı bir rüya gibi çiçeğe kestiklerini gördüm. Güneş pırıl, hava sıcak bile denebilecek ılıklıktaydı. Lakin mıntıka teftişine ancak yarın çıkabileceğim. Eşyaların taşınması, "Baby shower" artıklarının temizlenmesi, evin alelusül de olsa elden geçirilmesi yol yorgunu bünyemi temelli çökertti, az evvel uyandığım derin bir uykunun kollarına bıraktım kendimi. Şimdi de kalkıp aç karnımızı doyuracak birşeyler hazırlamam lazım. Huzurlarınızdan ayrılırken "Home home sweet home" diyor, başka da birşey demiyorum...