Sayfalar

3 Ekim 2009 Cumartesi

PASTIRMA YAZININ ANIMSATTIKLARI


Pastırma yazının yaklaştığı şu günler bana anneannemi hatırlattı, 15 yıl önce kaybettiğim keyfi yerindeyken baldan tatlı, kızdı mı zehirden acı, hayattan zevk almayı, yemeyi içmeyi seven , sempatik, şeytan tüylü anneannemi.

Sonbaharın ortalarına doğru anneannemin "Evde sucuk yapma" krizi tutardı. Yaşının henüz genç sayılabildiği yıllarda hiç ihmal etmedi bunu, artık yapamaz hale gelince de lafıyla eğlendi: “Bi sucuk yapsak, uşaak”. Pastırma yazı geldi mi anneannemi durdurana aşkolsun. Emektar pardesüsünü giyer, Ulus’taki Hal’in yolunu tutardı. Sucuk yapmak için gerekli baharatı, sarmısağı, bağırsağı ve kendisinin çok severek yediği “Çemen” denilen ezmeyi yapmak için gerekli malzemeyi ince ince seçerek alır, pazarlık etmeyi hiç ihmal etmezdi. Tanıdığı bir kasaptan da eti temin eder ve yardım etmesi için babamın evde olduğu bir Pazar gününü seçerek sucuk yapımına girişirdi. Bu arada bir ahbaptan ödünç alınan döküm kıyma makinesi ve sucuk doldurmak için gerekli ağızlık da eve getirilmiş olurdu. Kollarını sıvar ve kalaylı, büyükçe bir bakır leğenin içine tüm malzemeyi boca eder, önce eliyle yoğurur, sonra makineden geçirirdi. Evi kesif bir sarmısak ve çemen otu dediğimiz keskin baharatın kokusu sarar, derin kaplara ıslatılmış bağırsaklar suyu çekerek şişer, suyun üstünde can simidi gibi yüzer, komik bir görüntü alırlardı. İşin en sevdiğim kısmı, hazırlanan için, makinenin ağzına takılan özel bir boru yardımıyla yumuşatılmış bağırsaklara doldurulması işlemiydi. Sönük, boş bağırsaklar borudan akan kıymalı içle dolup gerilir, tombullaşır, istenilen uzunluğa gelince, sağlam bir sicimle sıkı sıkı bağlanıp, kangal haline getirilirdi. Kıyma makinesi elektrikli olmadığından kolla çevrilir, bu da yoğun bir emek gerektirirdi. Ben arada heveslenir, yalvar yakar kolu çevirme izni koparırdım. Gelgelelim gücüm yetmez, iki çevirişte anneannemin azarlarıyla geri püskürtülürdüm. Neredeyse bütün gün sürerdi sucuk yapımı. İş bitimi, yorgun bedenler yataklara, tombul sucuklar da güneşe serilirdi. Gidip gelip yoklanırdı, açık havada kuruması için bekletilen sucuklar. Hava akımının olduğu bir yer gerekliydi, bunun için anneannemin evinin arka balkonu tercih edilirdi. Suyunu çekmeye meyledince, içeri alınır, üzerlerinden oklava geçirilerek zarın altında kalan hava boşlukları yok edilir, tekrar kurumaya bırakılırdı. Sabırsızlıkla beklerdim kuruyup yenmeye hazır hale gelmelerini. Karlı kış sabahları, eğer anneannemin evinde yatmışsam, burun deliklerime dolan muhteşem sucuk kokusuyla gözlerimi açardım. Anneannem sucuk kangalını ikiye böler, diplerini birbirinden ayırmadan dilimler, tel bir ızgaraya ya da uzun demir maşanın üstüne koyarak Şakir Zümre sobanın kor ateşinde pişmeye bırakırdı. Şimdilerde satılan kimyasal katkılı sucuklarda asla bulunmayan bir koku ve lezzet şöleniydi beni bekleyen. İnsanın iliklerine işleyen ayazı, sıcacık bir odada uyanarak hissetmemenin mutluluğuyla, pencereden gördüğüm, soluk kış güneşinin altında kristal gibi parlayan kar manzarasını seyreder, birazdan emektar bakır siniyle önüme konulacak kahvaltıyı beklerdim. Sucuk dilimlerini hapur hupur yutarken anneannem ikide bir uyarırdı: “Ekmekle ye, karnında kurt olur.” Her lokmada tekrarlanan bu uyarılar ekmeksiz yemeyi sevdiğim sucukları boğazıma dizer, payıma düşen ekmeği bitirmek için sucuğun sahandaki yağını sıyırırdım.

Anneannemin karında oluşacak kurt masalları hiç bitmezdi. Onun anlayışına göre ekmek yenmedi mi ne karın doyar, ne yeterli gıda alınırdı. “Katık et!” diye kızardı bazen de. Asıl derdi oydu zaten; ekmeğin az yenmesi, yanında yenilen daha pahalı yiyeceklerin fazlaca tüketilmesine neden oluyordu, bu da doğal olarak masrafın artmasına. Yokluk, kıtlık, karne dönemi görmüş bir nesildiler, maddi durumları ne kadar iyi olursa olsun tasarruf esastı onlar için. Önümüze koyduğu yiyecekleri beğenmeyip sofradan yemeden kalkarsak önce kızar söylenirdi: “ Zıkkım yiyin köpek suratlılar. Ben dul kadınım, onu buldum, onu bişirdim, parayı sokaktan toplamıyom.” Alışkın olduğumuz bu azara kardeşimle gizliden gülüşürken dayanamaz, onu daha da sevimli yapan tipik Niğdeli şivesiyle: “Şurada, zeradar (zerre kadar), bi damlam (bir damla) sucuk var, bişirsem yir misiniz?” diyerek elinde yarım kangal sucukla gelirdi. Evde bulunan sucuğun zeradar olmadığı kesindi, mutlaka devamı vardı, dediğim gibi anneannemin beslenme hayatında sucuk çok özel bir yer tutardı. Kolestrolunun yüksek olduğu bir dönem doktor kırmızı eti yasakladığında çok üzülmüş, tıbbi bilgisine güvendiği babama, akşam eve gelir gelmez hemen sormuştu: “Şimdi sucuk da yimeyecek miyim?” Babamın yeryüzünde sucuk diye bir yiyecek olduğunu unutması yolundaki şakayla karışık ikazını ciddiye almış, birkaç gün kendini tutmuş ama sonunda dayanamayıp geri dönmüştü sucuk alışkanlığına. İyi de etmiş zevk aldığı şeyleri kendine yasak etmemekle, hayli ileri bir yaşta, uzun süre yatıp kimseye yük olmadan veda etti bu dünyaya. Anılarımda o kadar canlı ki, zaten onu unutmak mümkün değil, koyun koyuna yattığı annemle rahat uyusun...

Görsel: Burdan


8 yorum:

  1. Âmin.Onlar gömlek yakalarının ters yüz edilip giyildiği zamanların insanları.Bugün sorsanız ahşap topuk yumurtasını kimse bilmez.Benim annem de çok tutumluydu.Bizler savurgan olmayışımızı onlardan gördüklerimize ve duyduklarımıza borçluyuz.
    Bizde sucuk pişirme işi babamındı.Çocukluğumuzda ağabeyimle sucuk sahanlarımızı sobanın üzerinde tekrar takrar ısıtır, kıyısında köşesinde donmuş yağ kalıntısı varsa eritir,ekmekle onu bile sıyırır, sahanları tertemiz ederdik.E o zamanki sucuklar da sucuktu hani.Ay kalkıp bir geceyarısı tostu yapayım bâri.Aşkolssun ayol aaaa....

    YanıtlaSil
  2. Anneanneler, babaanneler, amcalar teyzeler, yeğenler kuzenler. Benim çocukluğumda bunlar yok. Hep İstanbul dışında çekirdek aile yaşadık. Arada babaannem gelirdi. Keşke böyle anılarım da olsaydı. Çocukluğum iyice zenginleşirdi.
    Bir yönünü daha keşfettim , o da bu kadar güzel yazmanda güçlü bir etken.Gözlemciliğin. Müthiş. Ben de kapıldım, sanki girişsem sucuk yapacağım. Nasıl okuduysam. Ekmek, zeytin ve ev reçelleri kahvaltıları ekonomik hale getirir, peynir ve yağ tüketimini dengelerdi. Yemekler kemikli etle yapılır, köfte pirzola gibi şeyler haftada bir yenirdi.Tabii sucuk da öyle.Neyse biraz daha konuşursam acıkıcam.
    Sağol Leylak' cığım. Bu gece ihya ettin...

    YanıtlaSil
  3. ay babam da yapardı böyle sucuk ev de, inanılmaz lezzetliydi. Nur içinde yatsın Anneannen.Sevgilerimle

    YanıtlaSil
  4. Onların elinden herşey daha mı güzel olurdu? Sanki hayat çok kolay gibiydi değil mi onlar hayatımızdayken? Toprağı bol olsun.

    YanıtlaSil
  5. Bayıldım anneannene ne sevimli bir yaşlıymış mekanı cennet olsun,onunda annenin de.Öyle güzel anlatmışsın ki gidip malzemeleri alsam bu tarife göre hiç zorlanmadan sucuk yapabilirim gibi geldi.vee çok acıktım sucukta yok şimdi napcam?:))

    Sevgiler

    YanıtlaSil
  6. Ne güzel anlatmışsın.
    Mekanı cennet olsun.
    Her ikisininde.

    YanıtlaSil
  7. Her satırını tebessümle okudum da en son satırı çok zorladı beni.
    Ana kızın koyunkoyuna yatması dayanılır gibi değil.
    Pastırmayı, sucuğu çook çok severim. Ama artık yemek çok zor.
    Kollestrolü vazgeçtim de, acaba ne eti diye düşününce iştahım kaçıyor.
    Öyle güzel anlatmışsın ki, gözümü kapayıp bir kaçamak yapmak geldi içimden.
    Ellerine sağlık, güzel bir paylaşım.
    Sevgilerimle...

    YanıtlaSil
  8. gerçeği böyle mis gibi yapanların ellerinden yenilince fabrikasyon,kimyasal katkılı ne idüğü belirsiz olanlar yenmiyor işte:(
    nur içinde yatsın,toprağı bol olsun.

    YanıtlaSil