Sayfalar

20 Ağustos 2009 Perşembe

İSTANBUL DEDİK DE ÖZENDİK GELDİK...


Hani bir şarkı vardı; Aziz Nesin'in harikulade eserinden tiyatroya ve TV'ye de uyarlanan "Yaşar Ne Yaşar, Ne Yaşamaz" oyununda Yaşar Yaşamaz'ın söylediği:
"İstanbul dedik de özendik geldik
Kaldırım taşına uzandık kaldık
Canımızı verdik, az çok kazandık
Onu da elimizden aldın İstanbul"
diye. Onca kediyi görünce İstanbul sokaklarında aklıma geldi. Belki dedim kediler dünyasında da vardır böyle durumlar, uydurayım bir öykü...



Şu iki sarışın kardeş mesela, iş bulamayınca memleketlerinde kalkmış gelmişler İstanbul'a ne hayallerle. Ama ne gezer, İstanbul kendi kedilerinin karnını doyurmaktan aciz. O kapı senin, bu kapı benim gezmiş durmuşlar, yokoğlu yok. Sonunda Adalara atmışlar kapağı, istedikleri nitelikte olmasa da aç kalmayacak kadar kapılanmışlar bir yere. Üstteki Heybeli'de bir markette temizlik işi bulmuş. Akşama kadar Vileda'yla sil, çamaşır suyuyla ov, parlat dur. Buna da şükür der, hem market sahibiyle arası iyi, biraz para biriktirince bakarsın ortak bile olurlar.



Diğer kardeşe Heybeli'de iş çıkmamış. O da atmış kapağı Büyükada'ya. Bakmış faytonculukta ekmek var, memleketteki anasına yalvar yakar olmuş. Zaten doğdu doğalı anasının kıymetlisiymiş, öbür eniklerinden ayrı gözetirmiş bunu, kırmamış isteğini, bileziklerini, altınlarını bozdurup yollamış. Hemen kapmış sarışın mırnav bir ticari plaka, kiralamış bir fayton, Büyük Tur, Küçük Tur, taksi fayton derken yolunu bulmuş. Memlekete haber salıp ana bir, baba ayrı küçük kardeşini de çağırmış Ada'ya, bulmuş bir kapıcılık, onu da yerleştirmiş oraya.



Sebat etmiş küçük kardeş, dört elle sarılmış işine. İşi düşen olur da yerinde bulamaz, işten çıkarılır diye bir bardak çay içmek için kahveye bile gitmeden sabahtan akşama kapı önünde bekleyip dururmuş garip.


Herkes bu kadar şanslı olmuyor tabii. Kardeşinin Büyükada'da kapıcılığa başladığını öğrenen ikizi de bir süre sonra İstanbul'a atmış kapağı. Biraz serkeş ruhludur ikiz kardeş, çalışmaya meyletmemiş. Kardeşinin kendine olan zaafını kullanıp ondan kopardığı harçlıklarla gününü gün etmeye başlamış. Bir süre sonra Ada dar gelmiş ikizimize, İstanbul'a geçmiş; Etiler, Kuruçeşme, Bebek, alemlere akmaya başlamış. Kötü arkadaşlar, içki, sigara ve benzeri kötü alışkanlıklar edinmiş. Sonunda ikizini bezdirip, harçlığı kesilince de orda burda takılıp, en sonunda evsiz sokak kedileri kervanına katılımış. Şimdilerde Bebek Kahve civarında bir saksıyı kendine mekan edinmiş, müşterilerin atacağı yiyeceklere talim etmekte.


İstanbul bu, kimilerini süründürürken kimilerine de "Yürü ya kulum" diyor. Yukarıda fotoğrafını gördüğünüz "Muganniye Mırnavses" memleketinde bulaşıkçılık yaparken söylediği şarkıları işiten arkadaşlarının ısrarıyla İstanbul'a gelmiş. Bir süre üçüncü sınıf pavyonlarda programa çıktıktan sonra tesadüfen çalıştığı yere gelen bir gazino patronunun keşfetmesiyle kendini sahnelerde assolist olarak buluvermiş. Kısa zamanda ünü ülkeyi tutan Muganniye Hanım şimdi bir yandan sahne çalışmalarına devam ederken kalan zamanını Kuzguncuk'taki konak yavrusu evinde keyfederek geçiriyor.



Bu iki yavru ise yine taşı toprağı altın İstanbul kurbanı. Aileleri bu söylenceye uyup bırakıp gelmişler memleketlerini. Üç-beş kuruş kazanıp karın doyurmak uğruna ne iş buldularsa yapmışlar. Bu arada çocuklar ihmal edilmiş tabii, o yavrular da atmışlar kendilerini İstanbul sokaklarına. Kimi Selpak satmış, kimi dilencilik yapmış. Zabıta görünce de böyle kuytulara saklanmışlar.



Obez kedimiz Kepçe Usta'ya gelince memleketi Mengen'den gelip bir lokantaya aşçı olarak kapılanmış. Zamanla şansı yaver gitmiş, bir büyük otele başaşçı olarak yerleşmiş. Lakin o kadar oburmuş ki pişirdiği yemeklerin çoğunu kendi yiyince kovulmuş. Hakkındaki olumsuz referanslar yüzünden başka iş bulamayınca biriktirdiği dünyalığıyla Narmanlı Han'da bir çayocağı açmış ve kendisi aşırı kiloları yüzünden hareket güçlüğü çektiğinden memleketten getirdiği yiğenlerini çalıştırmaya başlamış. Ağaç gölgesinde bütün gün yatıp keyfediyormuş ama handaki restorasyon çalışmaları nedeniyle ocak kapanacağı için bu ara biraz dertli. Varı-yoğu satıp Mengen'e geri dönmeyi düşünüyor.

Kediler aleminde durum bundan ibaret. Gökten üç elma düşmüş, biri kedilere, biri bana, biri de okuyanlara imiş ama ben üçünü de İstanbul'a sunmaktan yanayım...

14 yorum:

  1. resimler ve hikaye harika olmuş :) Devamını dilerim...Sevgiler...

    YanıtlaSil
  2. içinde kedi olan herşeye sihirli bir değnek dokunmuş gibi geliyor bana,o kadar güzel bir yaratıkki şimdide bu öyküyü süslemiş...çokta güzel olmuş,fikrinize sağlık...

    YanıtlaSil
  3. vallahi ağzına sağlık.
    çok yaşa e mi !

    YanıtlaSil
  4. Bir güzel ,şirin,anlamlı gece masalı daha. Ama artık ben her gece bunlardan bir tane okumadan uyuyamayabilirim haberin olsun. Emin ol fena alıştım...
    Yüreğin, beynin, ruhun,tuşlara basan (artık kalem tutan diyemiyoruz maalesef) ellerin dert görmesin.

    YanıtlaSil
  5. Olur mu böyle şey? Hikâye akmış gitmiş.Su gibi okuyuvermişim.Helâl size.Mendil satıcısının güzel gözleti de cabası.

    YanıtlaSil
  6. Muhteşem bir öykü olmuş.Fotograflar da çok güzel. Elinize sağlık.

    YanıtlaSil
  7. Alemsin Leylak Dalim;ne guzel anlatmissin guzel arkadasim,ellerin ve beynin dert gormesin,diger azalarin da...
    Bu meret laptopta a'lara sapka koymayi da beceremiyorum okuyanlar eklesin arti.
    yeni oykulerini bekliyorum

    YanıtlaSil
  8. Sen hep yaz olur mu?
    Sıkı sıkı takipteyim....

    YanıtlaSil
  9. Aman ne güzel hikayeler bunlar böyle ve kahramanları da çok güzel. yüreğine sağlık

    Sevgiler

    YanıtlaSil
  10. Harika bayıldım yaaa.
    kedi oluveresim geldi nerdeyse :)

    YanıtlaSil
  11. Ben çok sevdim ama bu hikayeleri, devamı gelebilir mi acaba?:))

    YanıtlaSil
  12. Arkadaşlarım sağolasınız, şımaracağım nerdeyse:) yazdıklarımın okunduğunu bilmek çok güzel. elden geldiğince devam bakalım...

    YanıtlaSil
  13. Evet evet, bir yorumcunuzun da dediği gibi s,z bir kedi öyküleri kitabı yazmalısınız!

    YanıtlaSil