Sayfalar

12 Temmuz 2025 Cumartesi

HAFTA SONU / 12 TEMMUZ

Bu sabah uzun zamandır ilk kez dozer ve beton delici sesi olmadan uyandım, ne mutluluk. Caddenin öte yanında yıkılan yurdun arsasını alan müteahhidin muhtemelen arzın derinliklerine uzanmak gibi bir niyeti var ki günlerdir kaza kaza bitiremediler. Ne sabahın erkeni diyorlar, ne gecenin yarısı, ne pazar, ne cumartesi tak tak tak, har har har, güm güm güm. Gürültü bir yandan, toz bir yandan bezdik ki hem de nasıl. Antalya'daki makus talih burada da yakamı bırakmadı. 

Dozer gürültüsüz sabahın güzel günaydını ise eve sanal sipariş ile yarı ölü giren sardunyadan geldi:


Her sabah saçlarını okşayıp kokladığım fesleğenin yanında pespembe açıvermişti. Çiçek bile kendini seveni, ilgi göstereni biliyor da insan soyunun bir kısmında bu özellik yok ne yazık. Fesleğen de sardunyayı kıskandı mı nedir, o da açıvermiş iki minik, beyaz çiçek ama bu iyiye alamet değil. Fesleğen insanların tersine ömrünün sonuna doğru çiçek açıyor. Bizimki alttan sararmaya başlayan yaprakları ve beyaz çiçekleriyle "Bir süre sonra bana müsaade" demek istiyor galiba 😊

Balkonda Kocam Bey'in her yaz oluşturduğu bahçe kimi zaman emeklere cevap veriyor, kimi zaman da nanik yapıyor. Bu sene çeri domates diye aldığı fideler bildiğimiz domates çıktı. Geçen yıl da fidecinin sivri biber diye verdikleri dolma biber çıkmış, üstelik tek bir ürün dışında cimrilik yapmıştı. Bu yıl ne olacak bakalım. Şimdilik aşağıdakilerden üç adet var, büyüyüp salataya girer mi, yoksa yarı yolda su koyuverir mi yaşayıp göreceğiz.


Balkon bahçemiz şöyle:


En arkada, mavi kovanın içindekiler semizotu, bahçenin en verimli, en dertsiz ürünü, çayır gibi büyüyorlar. Altta solda, fotoğrafta görünmeyen bir leğen dolusu roka var, onlar da sıkıntısız, haftada bir biçip yeni ürün almak mümkün. Diğerleri domates, birkaç tanesinin üstünde uzun zamandır çiçek var ama bir türlü meyveye dönmedi, uzayıp gidiyor. Anneannemin bir begonyası vardı, hani şu yaprakları puanlı olup salkım salkım açanlardan. O kadar uzamıştı ki neredeyse tavana değecekti, babam "Kantorlu Kavak" adını takmıştı. Karagöz oyununun Kanlı Kavak isimli olanından duymuştu sanırım. İşte bunlar da her bakışta babamı hatırlatıyorlar, bakıp bakıp "Kantorlu kavaklar" diyorum, "yeter uzadığınız, meyve verin". 

Balkonun fotoğrafta görünmeyen bölümünde 5 saksı çilek var, Umut Bey onuruna alındı. Onların da sadece iki saksısı ürün verdi, diğerleri yaprak büyütüyor. Domateslerin meyveye duranları da o kısımda, umarım büyür, kızarırlar. Olmazsa da yeşillik işte, her şeye rağmen insanın içi açılıyor. "İnsan gözü ot oburdur" demiş çok bilmiş atalarımız, "yeşil görmezse doymaz". Bazıları yeşilden kastedileni dolar yeşili olarak algılıyor olsa da...

Sıcağından kaçtığımız Antalya bizi cezalandırmak için arkamızdan yolladı poyrazını. Ankara uzun yıllardır deneyimlemediğimiz kadar sıcak. Mecbur kalmadıkça sokağa çıkılmayacak kadar bunaltıcı bir hava var. Kendime minik, şarjlı bir vantilatör aldım, içinde sürekli açık kalan bir musluk olan boyun bölgeme tutuyorum terini kurutmak için.

Noktalı virgül koyduğumuz hastane işlerine sonunda noktayı koyduk. Şükür diyelim ve mümkünse bizi uzun süre rahat bırakmasını dileyelim. 

Son blog yazısından bu yana 2 kitap bitirip üçüncüye başladım. ilki çok sevdiğim Roy Jacobsen'in son yayınlanan kitabı "Sınırlar" idi, tamam Roy biraderimiz her zamanki gibi çok detaylı, çok yetkin bir iş çıkarmış ama her yetkin işi sevmek zorunda da değiliz yanı. Dört bir yanımız ateş altındayken bir de kitapta savaş okumak ruhumu yordu, ıkına sıkına bitirdim ve dedim ki "Roy kardeş, başkası yazsa ben bu kitabı fırlatır atardım, bu kadar savaş detayı niye. Senin hatrına bitirdim de Nasreddin Hoca hesabı "ay kuyudan çıktı ama....." gerisi hamfendü kişiliğime yakışmaz yazmayayım"

Bunca cephe gezdikten sonra beni Neşe Karaböcek paklar dedim ve içimde biriken tortuları temizlemek adına sanatçımızın kendi kaleminden yaşam öyküsünü okudum. Tanısam insan olarak severdim belki ama şarkıcı olarak yakınlık duyduğum, dinlediğim biri değildi, kaldı ki gençlik yıllarımın tutulan, popüler seslerinden biriydi. Klasik Türk Müziği'ni çok sevdiğim için şarkıların dejenere edilmesine dayanamıyorum. İspanyol tarzı söylediğini belirtiyor kitabında, sevenleri için hoş da olabilir ama ben klasik haliyle Türk tarzı dinlemeyi tercih ederim. Yaşam öyküsü o yılların gazino dünyasını ve 3,5 yaşında başladığı sanat hayatını anlattığı için ilginç geldi. Zaten iki günde okuyup bitirdim. Şimdi çok hoş bir kitap okuyorum. Velibor Çoliç'in "Hıdırellez"ini. Çingenelerin eğlenceli, masalsı, müzikle dolu kendine özgü yaşamları keyif veriyor. Storytel'de ise yine ihmal ettiğim bir klasiği, Emile Zola'nın "Germinal"ini dinliyorum. Yönetmen Sinji Somei'nun Mubi'de yayınlanan iki filmini "Yaz Bahçesinde Dostluk" ve "Ayrılma"yı izledim, çok beğendim. Arjantin yapımı bir film olan "Azor" ve İspanyol yapımı "Perşembeden Pazara" geçen hafta izlediklerim arasında idi, Azor'u değil ama diğerini çok sevdim.

Bu haftayı da dozer gürültüsü, hastane telaşesi, sıcak, ülke gündemi, kitaplar ve filmlerle kapattık, yeni gelen hafta daha güzel olsun, öncekini aratmasın...




1 yorum:

  1. öğretmenim, öncelikle sağlık haberlerine çok sevindim. sağlıklı, huzurlu bir yaz olsun artık. Ankara'nın fena sıcak olduğu haberlerini alıyorum ben de yarimden. Allah yardımcınız olsun vallahi.
    ben de kentsel dönüşüm öncesi kocaman balkonumda domates falan yetiştirirdim ama artık eve kendimiz bile zor sığıyoruz malum, ancak mutfak penceresinin önünde maydonoz, semiz otu falan :) buna da şükür :)

    YanıtlaSil