Kahvaltı sonrası kanepeye uzun oturmuş, Richard Yates'in "İyi Bir Okul" isimli kitabının son iki sayfasını okurken açık balkon kapısından gelen çirkin bir sesle kalktım yerimden. Eşek kadar bir saksağan balkon denizliğine pike yapmış, ağzında getirdiği tavuk kemiğini didikliyordu. Çöpten bulduğu kemiği yemek için neden bizim balkonu seçti anlayamadım, herhalde Kocam Bey'in diktiği biber ve çilek fidelerinin gölgesinde piknik yapmak istedi, beni görünce de kemiği bırakıp uçtu gitti. Az evvel baktım kemiği de götürmüş, maazallah ya biz yersek 😀Apartmanların arasında saksağana ilk kez rastlıyorum. Kurtuluş Parkı'nda bol miktarda varlar ama balkonlara kadar geldikleri hiç vâki değildi, tebdil-i mekanda ferahlık var dediler sanırım. Saksıları didiklemezlerse sıkıntı yok ama saksağan bu ne yapacağı da belli olmaz.
Gelen bayram ama hiç bayram havasında değilim. Tek hazırlığım çikolata ile lokum almak, onun dışında eski hamam eski tas. Etrafa bir baktım, sonra kafayı çevirdim, temizlik falan yapmayacağım dedim, ev anladı mı bilmiyorum, keyfi bilir. Daha şehirlerarası hazırlık yorgunluğumu üstümden atamamışken bir de bayram temizliğine girişemeyeceğim, ayak bileğimdeki ağrı hala geçmedi, belim dersen bir şey yapsa da ağrısam havasında. Çocuklar dışında gelen olmuyor zaten, onlar da bizden beis yok. Düşündüm de annemin sağlığında bayram öncesi kaos yaşardık. Annem evi kaldırıp indirirken babam bağırış, çağırış, bıktım bu temizlikten nidalarıyla eşlik ederdi. Aynı ölçüde bıkmış biri olarak ben bağıramadığım için cam ve yer silerek, toz alarak gönülsüz katkıda bulunurdum. Şimdi de içinde bulunduğumuz ev tipik sobalı Ankara evi mimarisiyle yapılmış zamanında. İç içe üç salona açılan iki oda. Hani şu camlı kapılarla bölünen, salon salamanje denilen özenti türden. Fransız'ız ya biz millet olarak 😂 Taşındığımızda o iç içe salonları bölen koca bir camlı kapı vardı. Geldiğimiz Yenimahalle'de bol ışığa alışkın olduğumuzdan ilk işimiz o kapıları çıkarıp loşlaşan salonu aydınlatmak olmuştu. Lakin kazın ayağının öyle olmadığını kış gelip de soğuklar başlayınca anlayacak, soba ile ısıtamadığımız koca salonu kapıları takıp eski haline getirecektik. El mahkum iç kısımda oturup caddeye bakan bölümü de çamaşır kurutmak için kullanacaktık. Zira balkona asmak mümkün değildi, ya donar ya da o yıllarda Ankara'nın başına bela olan kirli havadan dolayı kurumla kaplanırdı. Kışa denk gelen bir bayram öncesi babam kapalı bölümde duran koltuk takımını iç tarafa almamızı buyurdu, annem anında itiraz etti, orta düzeyde bir tartışma çıktı, akabinde babam grip olup ölmeye karar verdi. O somyanın birinde ölmeye yatarken biz annemle bayram temizliğine giriştik. Akşama kadar biz çalıştık, babam inleyerek, daha çok da uyuyup horlayarak katkıda bulundu. Temizliği bitirince annem beni kenara çekip "Gel şu koltukları taşıyalım, bayram üstü bir kavga daha çekemem" dedi. Zorlana zorlana babamın istediği şekle getirdik salonu. Son koltuğu yerine koyar koymaz babam ölmekten vaz geçti, gözünü açıp somyada doğruldu ve şöyle dedi: "Gözümün arasından sizi dikizliyordum, hele taşımasaydınız sorardım size". Anında da iyileşti 😀 Yıllar sonra Ankara'ya doğal gaz geldi, babam önce "Kat kaloriferi falan yaptıramam, hiç ısrar etmeyin" şeklinde bir girizgah yaptı, bu lafın üstünden bir ay geçmeden de apartmandaki ilk kat kaloriferi bizim eve yapılmıştı. Babamın adetiydi, önce itiraz etmeden hiçbir şey yapmazdı. Her seferinde de annesinin bulaşık makinesi mi vardı, otomatik çamaşır makinesi mi vardı, anası da doğal gazla mı ısınıyordu şeklinde ölmüş anasına bir şefkat gösterisi yapıp ardından eyleme geçerdi. Kısacası babam itiraz etti mi anlayın ki o işin olacağı kesindi 😂
Bu eski hikayelerle bayram üstü her ikisini de rahmetle anmış olayım, en çok bayram günlerinde özleniyor büyükler.
Dün sipariş ettiğim ama dar gelen bir ayakkabıyı iade etmek için kargoya gitmek üzere evden çıktım. Daha önce uğramadığım bir şube idi, yürüdüm de yürüdüm, hiç girmediğim sokaklara girdim ve yaşlı ama mağrur, cami yıkılsa da mihrap yerinde apartmanlar gördüm çiçekli bahçeler içinde. Ankara bu, sokaklarda ummadığınız sürprizlerle karşılaşabiliyorsunuz, şu mozaikli balkon gibi, eskilerin estetik anlayışı çok daha karakterli ve üst düzeymiş:
Bir zamanlar uğrak yerimiz olan Zafer Çarşısı ise tadilatta. Sahafları, kitapçıları ve bazı dükkanları geçici olduğunu düşündüğüm küçük barakamsı bölmelere taşımışlar açık havada. Önüne de şu Hitit Güneş Kursu dikilmiş, çok sevdiğim bir semboldür:
Arka tarafında da yere yatırılmış devasa bir tane daha var, orada o şekilde kalması biraz manasız geldi, muhtemelen tadilat bitince başka bir yere taşınacaktır.
Dünkü uzun Ankara sokakları yürüyüşü ayak bileğimdeki ağrıyı hoplattı, bugün o nedenle oturuyorum evde, yazıyı bitirince geçen bölümünü kaçırdığım ve artık kabak tadı veren "Kral Kaybederse"yi izleyip sezon finali yapacağım.
Bugünlük bu kadar, bayramın ilk günü görüşmek dileğiyle...
Uzun bir zamandır bayramlar bayram gibi gelmiyor bana. O âdetleri annemin evinde bıraktım. Epeydir bayram deyince zihnimde tatil çağrışım yapıyor. Ama bu sene her iki bayramda da İstanbul'u bekliyoruz. Şairin dediğinin aksine gözlerimiz açık. Trafiğe çıkmazsak şehrin artık hiç eksilmeyen kalabalığı batmıyor. Yakın civarda, uygun saatlerde az öz kalan büyükleri ziyaret geleneğini yerine getiriyoruz. Bayram hepimiz için huzurlu geçsin. Belki yerdeki Hitit Güneş Kursu'nu da ayağa dikip bir çeşit yansıma yapma düşüncesindedirler. Merak edeceğim sanırım akıbetini. Ağrısız günler olsun sevgili Nurşen Hanım.
YanıtlaSilSevgili Peyman Hanım artık bana bayram denince sıkıntı geliyor, hele de çocuklar yanımızda değilse. Oldum olası sevmedim bayram günlerini, yaş ilerledikçe iyice çekilmez geliyor. Zaten bu ortamda bayram kutlayacak ne hal, ne mecal kaldı, aile ziyareti yapacak büyük de kalmadı. Bir günlüğüne biz büyük oluyoruz, sonrası esneyerek oturma :))) Hitik Güneşi için ben de aynı şeyi düşünüyorum. Bilgi veririm akibeti hakkında. Güzel dileklerinize çok teşekkürler ve sevgiler...
SilAnladığım kadarıyla ABB, sessiz sedasız Hitit Güneş Kursunu tekrar canlandırıyor kentin değişik yerlerinde. Şükür :) Ankara onsuz olmuyordu.
YanıtlaSilBabalar hep böyle miydi acaba? benimki de önce itiraz eder, sonra da yapılınca (ki mutlaka yapılırdı) en çok o beğenir, eve her gelene övüne övüne anlatır, gösterirdi :) nurlarda yatsın hepsi.
Evet evet ve çok iyi oluyor, ne kadar güzel bir semboldür halbuki. Ay demek ki babaların genel özelliği buymuş, aynı şeyi babam da yapardı, önce anneme kök söktürür, sonra yapıp övünür. Ah rahmet olsun hepsine...
SilBüyüklerinize Allah rahmet eylesin. Böyle anılar zaman geçince sevgi ve tebessümle hatırlanıyor. Benim babam da her şeye "la" derdi, annemin deyimiyle. Kral Kaybederse'nin kabak tadı verdiği konusunda size katılıyorum. Yine de gelecek sezonda şans tanıyıp izleyeceğim. Gittiği yere kadar.
YanıtlaSilAmin, tüm gidenler huzurla uyusun. Ah babalar illa bir garip huyları olacak. Ben finali izlemedim henüz Kral Kaybederse'de, aynen sizin gibi düşünüyorum ama, iyi başlıyor ve giderek saçmalıyor bütün diziler...
SilNur içinde yatsın anneniz babanız. Yüzümde bir tebessümle okudum geçmişin bayram hazırlıklarını.
YanıtlaSilŞu Hitit güneşini ben de severim. Teyzemin genç kızlığında bakırdan güzel bir kolyesi vardı, pek hoşuma giderdi. Şimdi benim takılarımın arasında duruyor. Dönünce sizin için takacağım.
Yerli dizilerden en son Bahar'ı bir heves seyrettim (geçen sene). Bu sezon birkaç bölümden sonra havlu attım, içim kıyıldı. Yine iyileri özel platformlarda yakalanıyor. Misal Netflix'teki İstanbul Ansiklopedisi.
Amin canım, ah o bayram hazırlıkları deli olmak işten değildi :)
SilHitit güneşini sevmeyen yok sanırım, teyze takısı da güzeldir eminim, merakla bekliyorum.
Bahar'a ben de bir heves başladım ama sonra havlu atma konusunda beraberiz, illa saçmalıyorlar. Ve evet İstanbul Ansiklopedisi güzeldi, keşke Z harfine kadar gitseydi Koçu'nun eksiğini tamamlamış olurdu. Keyifli seyirler diliyorum ama dizilerde değil denizde :)))
İkide bir yazılarında baya geriden gidiyorum bugün rahat, pazar gibi pazar oluverince açıp okuyamadığım yazıları merak ettim. İlk iş sabah kahve eşliğinde açtım bilgisayarı yazınızı anneme de sesli okudum. O eski bayramlarınızı gülümseyerek keyifle dinledi, bizlerin evlerinde yaşanan benzer haller gündemimize hatıralardan geldi ve ne iyi oldu:) Anne ve babanızı burda hep beraber anıp dua göndermiş olduk nurlar içinde uyusunlar...Bu arada annem de okuyucu olarak aramıza dahil aslında benimkileri okumak yetmedi sizlerin yazılarından çok keyif alınca takıma eklendi anlayacağınız.
YanıtlaSil