Sayfalar

14 Haziran 2025 Cumartesi

İKİDE BİR 10 / 14 HAZİRAN

Bir sabaha da gülerek uyanalım dedikçe her sabah bir kötü haberle açıyoruz gözümüzü. Dün önce İsrail'in İran'a, ardından İran'ın İsrail'e hava saldırılarını canlı yayınla maç izler gibi izledik, ben kendi adıma nefretle izledim. Bir grup sokak çocuğu taş savaşı yapar gibi, ben atıyorum füzeyi, e sen bana niye atıyorsun terbiyesiz, sen de bana attın, ben atarım bana ne bana ne, sen atma otur füzenin altında. Bunlar yetmez gibi bir de sosyal medyada ölün geberin, sizin sivilleriniz mi daha sivil, benim sivillerim mi, sizinki ölsün, bizimki sağ kalsın polemikleri midemi bulandırdı. Her seferinde olduğu gibi yine filler tepişiyor, çimenler eziliyor. Bir yandan nükleer sızıntı korkusu, biz nasıl bir devirde yaşıyoruz anlamadım. Kendi ülkemizin dertleriyle baş edemezken bir de dünya yüklendi sırtımıza. 

Oldum olası savaştan ödüm kopar, nefret ederim. Savaş seven kadın var mıdır zaten, bilmiyorum. Kaybetme korkusu kadınlarda daha yüksek sanırım. Çocukken Kıbrıs olayları çok gündemdeydi, Makarios nefreti hakimdi çevrede. Cengiz Topel'in şehit düşmesinden sonra ortam oldukça ısınmış, Kıbrıs'a bir savaş beklentisi oluşmuştu. İlkokuldaydım, babamı askere çağıracaklar diye ödümün koptuğunu, gizli gizli ağladığımı hatırlıyorum. Körfez Savaşı'nda da benzer duygular yaşamıştım. Her türlü silah iğrendirir beni, İkinci Dünya Savaşı filmlerini hala kalbim acıyarak, gözyaşlarıyla izlerim. Birkaç liderin iki dudağının arasından çıkanlar milyonların mahvına sebep. Dün atılan füzelerin yaktığı şehirlerin canlı TV görüntülerine daha fazla tahammül edemedim kitabımı alıp kaçtım öbür odaya. 

Konuyu değiştireyim en iyisi, medya zaten yeterince pompalıyor, şurada bari yüz gülümseten iki kelam edelim, yoksa çok yakında cümleten hunileri takacağız.

Dün blogun bana kazandırdığı en can dostlardan biriyle buluştum, sizler onu "Bilgeninannesi" olarak tanıyorsunuz. Bir süre sonra Bilge de katıldı aramıza, 5 yaşında tanıdığım kocaman saçlı, kara gözlü çocuk yakında üniversiteli olacak. Dilerim gönlüne göre olur seçimi ve geleceği. Seçimimizi Saraçoğlu Mahallesi'nden yana yaptık ve gözümüze en tenha görünen bir cafeye yerleştik. Sen misin yerleşen, ayağımızı sürümüşüz, çırayı gören geldi 😂 Yiyip içtiklerimizin müessesenin ikramı olması gerekirdi ardımıza taktığımız bunca müşteriden dolayı 😃 Daha kahvemize ağzımızı değdirmemiştik ki arkamızdaki masaya bir grup genç kadın geldi yerleşti oldukça gürültülü bir şekilde. Herkes oturduktan sonra çantalardan telefonlar çıktı ve sohbet muhabbet yerine telefon mıncıklamaları başladı. Eee o zaman niye geldiniz hanımlar, evinizde su mu çıktı? Sonra bir göz gezdirdim etrafa masalardın çoğunda karşıdakiyle bir bağlantı yok, herkes kendi telefonunu kurcalıyor. Teknoloji insan ilişkilerine ciddi ket vuruyor, karşılıklı sohbet yerine telefon bağlantısı. Bazen şüpheye düşüyorum, acaba konuşmak yerine masa arkadaşıyla WhatsApp'tan mı mesajlaşıyor diye. Ben biraz çağdışı kaldım sanırım. 

Derken bir kadın çığlığıyla gözler telefondan ayrıldı ve başlar çığlığın geldiği tarafa döndü. Meğer çimlerin sulama sistemlerinden biri yönünü cafeye doğru çevirmiş ve orada oturan kadını bir güzel ıslatmış. Önemli bir durum olmadığı anlaşılınca çoğunluğun gözleri tekrar telefona, biz de sohbetimize döndük. 

Saraçoğlu Mahallesi'ni çok severim oldum olası. Öğretmenlik yıllarımdan önce oraya yakın bir kamu kuruluşunda kısa bir süre çalışmıştım. Nişanlıydım ve nişanlımın çıkışta beni almaya geldiği günlerde Saraçoğlu'ndan yürürdük çoğunlukla. Kumrular'daki asırlık çınarlar, mahallenin iki katlı benzer evleri, bahçelerdeki güller, sarmaşıklar, kaldırım boyu anıt ağaçlar, sessiz, sakin sokaklar eşlik ederdi bize. Yıllar içinde, şehir kalabalıklaştıkça o eski huzuru kalmadı mahallenin, dolmuş yolu oldu, o sakin sokaklar park halindeki araçlarla doldu, evler eskidi, yıprandı. Bir ara boşaltılıp istimlak kararı alındı, neyse ki bu anlamsız karardan dönüldü ve restore edilerek beton denizi Kızılay'da adeta yeşil bir vaha oluşturuldu. Çok sayıda cafe ve restoran var şimdilerde ve özellikle bahar ve yaz aylarında tıklım tıklım doluyor. Dün yine çok keyifliydi ortam, güller coşmuş;



Bunca güzelliğe bakıp Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın dizelerini anımsadım:

Söyle sevda içinde türkümüzü
Aç bembeyaz bir yelken
Neden herkes güzel olmaz
Yaşamak bu kadar güzelken?
İnsan dallarla, budaklarla bir
Aynı maviliklerden geçmiştir
İnsan nasıl ölebilir
Yaşamak bu kadar güzelken?

Hepinize huzurlu bir hafta sonu, dünyaya barış dileklerimle veda ediyorum. Öğleden sonra CSO Ada'da bir oyun izleyeceğim: "Rumuz Goncagül". Çok genç yaşlardayken yazarını hatırlamadığım bir roman okumuştum, oradan aklımda şu satırlar kalmış: "Mon Martre'ın çamur kadını/Ruhun donuyorsa rüzgara sarın". Buradan hareketle ben de diyorum ki, bu siyaset ikliminden ruhumuz donuyorsa sanata sarılalım...


10 yorum:

  1. Elinize emeğinize yüreğinize sağlık, savaşsız güzel günlerde görüşebilmek umuduyla. Blog aradaşınız ile buluşmanız güzel olmuş ancak mobil bağımlılıktan ne zaman kurtuluruz, pek umudum yok.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler, savaşsız günler hepimizin dileği...

      Sil
  2. Emeğinize sağlık tebrik ederim Savaş bir halk sağlığı sorunudur. İnsan eliyle oluşturulan bir afettir. Bir insanlık felaketidir. Ölümdür, acıdır, yıkımdır. İster uluslararası, ister bir ülke içinde olsun, insan hırsının, aç gözlüğünün, demokrasinin ve hayata verilen değer eksikliğinin bir sonucudur. Ölümdür, göçtür, dağılmış ailelerdir, parçalanmış toplumlardır. Aynı zamanda çevresel felakettir. Bulaşıcı hastalıkların yayılmasını ve salgınları kolaylaştırıcı bir etkendir.

    Savaşlarda her zaman en çok zararı çocuklar, kadınlar, engelliler, yoksullar görürler. Hem savaş sırasında hem de sonrasında, göç edilen yerde büyük sağlık sorunlarıyla uğraşırlar. Ülkemiz bunun ilk elden şahididir.

    Dünyamızda yoksulluk artarken, yaklaşık bir milyar insan açken, iklim krizi kapımızdayken milliyetçilik, ırkçılık, ayrımcılık, toplumsal çıkarlar adına saldırganlık, başka toplumları yok etmek için silahlara onca kaynağın harcanması acilen durdurulmalıdır. Ukrayna’da, Suriye’de, Yemen’de, Myanmar’da, Somali’de, Filistin’de ve dünyanın başka ülkelerindeki çatışmalara son verilmeli, her türlü sömürü ve zulüm engellenmelidir. İnsan yaşamı ve onuru bir haktır ve insanlık haklarına sahip çıkacaktır

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler, umarım dilekleriniz gerçek olur...

      Sil
  3. bu sene yarimle biz de gitmiştik saraçoğlu mahallesine. ben de pek beğendim. belki ben geldiğimde de orada buluşuruz örtmenim, ne dersiniz? :)
    bu ara sadece ülkenin değil, dünyanın da çivisi çıktı iyiden iyiye. ben de çok gerginim. gündemi takip etmeyeyim diyorum, o da olmuyor ama böyle de olmuyor vallahi!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Valla Şule bıktık usandık, nasıl bir zaman dilimine düştük biz bilmiyorum, yetmedi, bitmedi. Allah beterinden korusun.
      Evet sen gelince Saraçoğlunda buluşalım, ara beni uygun zamanında...

      Sil
  4. Ben Kıbrıs Harekatı'nın olduğu sene doğmuşum ve babam askere çağrılıp gitmiş. Gitmeden önce uzun saçlı ve bıyıklı olan babamı dönüşte saçsız bıyıksız oğlan çocuğu gibi karşısında gören annem neye uğradığını şaşırmış! Hep gülerek anlatır. Sizi de gülümsetir umarım. :)
    Ben de dünyaya barış ve huzur dileklerimle bitireyim. Sanat, müzik, kitaplar sığındığımız limanlar, kurtarıcılar...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ya sorma, benim eşim de biz evliyken yaptı askerliğini, aynen baban gibi uzun saçlı ve bıyıklı gitti, yusyuvarlak bir kafayla döndü geldi, bir süre adapte olamadım :))) Oğlum tek bir foto bile yollamadı askerlik yaparken, bir de o garibim er olarak yaptı, kim bilir nasıldı :)
      TV ekranlarından kaçıyorum bombalama görüntülerini görmemek için, bu dünyaya barış ve huzur batıyor, gelmez, bizim için yine kendi limanımıza sığınmaktan başka çare yok.

      Sil
  5. Bizde tv başında haberleri izlerken körfez savaşı zamanına gittik beyle. Birde aklımıza geldi alacakaranlık kuşağı olurdu ama şimdi kendimiz o karanlığın içindeyiz sanki..Yazının devamında pek bir güldüm o telefon mıncıklamaları her ortamda gözlemliyoruz bazen biz evdekiler birbirimizi dürtüklüyor ay yeter iki muhabbet edelim diyor sonra iş yarışa dönüp sen bırak bende bırakayım vs ..Savaşı çare gören insanı hiçe sayan zihniyetten bir an evvel arınmayı diliyorum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gerçekten alacakaranlık kuşağında gibiyiz, aydınlığa çıkar mıyız o da meçhul. Bu telefon alışkanlığı çok fena bir şey, çoğu insanda hastalık haline dönüştü.
      Son dileğinize can-ı gönülden katılıyorum...

      Sil