Sayfalar

3 Temmuz 2024 Çarşamba

ADIM ADIM ANKARA (1) / 3 HAZİRAN

Her ne kadar kimlik belgemde Meriç yazsa da dünyaya gözlerimi Ankara'da açtım. Meriç kaydı, doğduğum yıl orada görev yapan babama nüfus müdürü arkadaşının bir nevi kıyağı olmuş, böylece ömür boyu fahrî Trakyalı ilan edilmişim.  Yıllarca "Orda bir köy var uzakta/Gitmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüzdür" dedikten sonra doğmadığım doğum yerimi 50 yaş sonrası görmek kısmet olmuştu. Kendisini ilk görüşte sevsem de, 40 yılı aşkın süredir Antalya'da yaşasam da Ankara vazgeçilmezim. İnsan Ankara'yı güzelliğiyle değil biriktirdiği anılarıyla ve yaşanmışlıklarıyla sever. Ondandır Yahya Kemal'in ve bazı İstanbulluların "Ankara'nın en güzel yeri İstanbul'a dönüşüdür" demeleri. Son yıllarda ben de bunu İstanbul'dan dönerken söylesem de İstanbul da vazgeçilmezim ve bence dünyanın en güzel şehri, her şeye rağmen. Bıraksınlar da şehirleri oldukları gibi sevelim...

Ankara Palas'ın önünden yüzlerce, belki de binlerce kez geçtim bugüne kadar, inanmayacaksınız ama içine girmek ne aklıma geldi, ne kısmet oldu. O mücevhere benzeyen binasını dıştan görmek bana yetiyordu. Mimar Vedat Tek'in başlayıp bıraktığı, Mimar Kemalettin'in tamamladığı erken Cumhuriyet dönemi mimarisiyle yapılmış güzelim bina 1927 yılında açılmış. Kendisi kadar güzel bir mimariye sahip 2. Meclis'in karşısında olması nedeniyle de devrin politikasının bir nevi merkez noktası olmuş. 2001 yılında metnini kardeşimin yazdığı "Anılarla Ankara Palas" belgeseli TRT1'de yayınlamıştı. İzlemek istersiniz aşağıda:

Açamazsanız link burada

Çocukluğumda Ankara Palas otel olarak kullanılıyordu ve orada kalmak, yapılan etkinliklere, balolara katılmak bir nevi statü göstergesiydi. Anneannemle yaşadığımız bir dönemde bitişik komşu bir gün elinde iki biletle geldi. O zamanlar bana çok yaşlı gelen ama muhtemel ki ancak kırklarındaki bu kadını alacalı emprime elbiseleri ve koyu kırmızı rujuyla hatırlarım hep. "O elindeki ne kız?" diye sordu meraklı anneannem. "Ankara Palas'a balo bileti" dedi komşu. Şaşırdığı ve enayi yerine konduğunu düşündüğü zamanlarda Niğde şivesine dönen anneannem "An" dedi, "sen kim, Ankara Palas'ta balo kim, nirden buldun o kadar parayı?". Komşu hep geçim sıkıntısından söz ederdi çünkü, anneannem de pat diye koyardı lafı gediğine. "Yerde buldum" dedi, "birisi düşürmüş". İki bilet birden yere nasıl düşmüştü, komşu bizi kekledi mi meçhul, geçmiş zaman. Ama ertesi akşam emprime elbiselerinin en alacalısını ve en şıkını giyip saçlarını topuz yaparak tıngırtılı topuklu ayakkabılarıyla geçip gitti kapımızın önünden. Ankara Palas diye bir mekan ilk kez o zaman düştü hayal haneme 😊

Ben şu yaşa gelene kadar Ankara Palas otellikten sergi alanına, sonra da Devlet Konukevi'ne dönüşmüş, sonunda müze olarak halkın ziyaretine açılmış, eh bunca yıldan sonra bizim de gezip görmemiz farz olmuş. Dedik ve düştük yola...


Fotoğrafı yıllar önce bir kış günü çekmiştim, yenisini çekmek için karşı kaldırıma geçmeye üşendim, değişen bir şey yok, restorasyon sonrası rengi biraz sarımtırak olmuş o kadar.


Binanın ahşap, ağır döner kapısından girdik içeri. Müzekart geçerli, 65 yaş üstü ücretsiz, öğretmen ve öğrenci indirimli. Epey kalabalık ziyaretçi popülasyonuna biz de karıştık ve gezmeye başladık. Fotoğraf çekmek yasak, üst katlara çıkmak da. Üst katlarda ne olduğunu sorduk, bürolar varmış. Ben müze olarak açıldığını duyunca binanın kendisini müze yaptıklarını düşünmüştüm ama yanılmışım. Binanın demirbaş malzemeleri de sergilenmekle birlikte çeşitli yerlerden toplanmış tarihi ve antika değeri olan eserler de müzede yer almakta. Hatta ilk odalarda gördüğümüz Ankara Palas'ta kullanılmış saatler, telefonlar, daktilo makineleri ve benzeri objelerden sonra salonlardan birinde zırhlar, tuğlar, silahlar, padişah kaftanları falan görünce "Ne oluyoruz yav, Çaldıran Ovası'na mı düştük?" diye şaşırdık. Meğerse genel anlamda bir müze imiş. Bol miktarda Yıldız ve Sevr porselenleri sergileniyor balo salonunda ama ne porselenler. Her birinin karşısında dakikalarca kaldık. Osmanlı padişahları ne saltanat sürmüş be yav (Fahrî Trakyalıyım demiştim di mi?😂)

Sadece objeler değil, tavanlar, nişler, duvarlar, avizeler, aplikler de görmeye değer. Balo salonunun bir köşesinde Atatürk'ün sürekli oturduğu koltuk takımı ve yazı masası da sergileniyor. Hasılı kelam memnun kaldık gördüklerimizden. Gelmişken bir çayınızı içeriz Ankara Palas dedik ve caddeye bakan kafeteryaya yerleştik. Son derece kibar ve güler yüzlü görevlilerin getirdiği çayı kahveyi içtik. Sonra kardeşim dedi ki, "Tuvaleti görmeden mi gideceğiz abla?". Çok haklı, niye eksik bırakalım ki? Valla hayatımda gördüğüm en temiz, en modern ve en düzgün tuvaletti. Umarım bu şekilde devam eder. Aşağıdaki fotoğraf da oradan, tuvaletlerin girişindeki pencereden arka bahçeye bakan ben:


Ankara Palas'ı gezip yorgunluğumuzu da giderince yokuşu çıkıp Roma Yolu'nu görmeye karar verdik, çünkü restorasyonu başlamış. İnsanın yanında kız kardeş gibi bir Ankara uzmanı olunca gezip görecek yerler bitmiyor. "100. Yıl Çarşısı" yıkılmış ben görmeyeli. Aman da ne iyi olmuş, kazulet gibi sevimsiz bir çarşı idi, pek tepki geldi yıkılmasına ama ne özelliği vardı, tarihi bir dokusu da yoktu üstelik anlamadım. Yerine pek güzel bir park inşaatı başlamış, mekanın eli yüzü açılmış. Ulus İşhanı'nın bir köşesine Belediye su otomatları koymuş, 3.5 lira karşılığı kredi kartıyla su alınabiliyormuş teoride ama pratikte mümkün olmadı. Vandal halkımız otomatlar üzerinde birtakım çalışmalarda bulunup kullanılamaz hale getirmiş. Şaşırdık mı? Elbette ki hayır.

Roma Yolu MS 2. Yüzyıla tarihleniyor. Daha önce geldiğimde burada çok kişinin farkına bile varmadığı birkaç sütun başı görülmekte idi. Ne mutlu ki kazılar başlamış ve yolun büyük bir kısmı açığa çıkarılmış. Sevindim görünce:


Roma imparatoru Julianus'un buradan haşmetle yürüyüp az ilerideki Julien Sütunu'na, ardından da Augustus Mabedi'ne ulaştığını hayal ettik kızkardeşle. Tarihleri tutturabildik mi bilmiyorum, sonuçta biz de Jilber Ortaboylu değiliz 😂 Önemli olan Ulus'un canlanması ve düzene sokulması, bu faaliyetler çok önemli. Arkada görünen bina bir zamanlar vergi dairesi olarak kullanılan, mimari anlamda çok güzel bir binadır, şimdi Sosyal Bilimler Enstitüsü'ne tahsis edilmiş, Hukuk Fakültesi olarak işlev görüyor. Zincirli Camii de restore edilmiş, şirin görünümüyle yüze gülüyor. 

Buraya kadar gelmişken geçen yıl tadilattan geçen Ulus Hâl'i ne de uğramadan geçmedik. Çocukluğumda anneannem ve annemle çok gelmişliğim vardır. Tadilat iyi olmuş, eli yüzü açılmış. 


Bu kadar dolaşma ve bu kadar blog yazısı yeter. Hâl civarından Taşköprü sarmısağı, asma yaprağı ve Trabzon ekmeği alarak evin yolunu tuttuk. Yeni gezilerde buluşmak dileğiyle...


8 yorum:

  1. Yaşadığın şehre gezgin gibi bakmak incelik ve özen gösteriyor. Bayılıyorum Ankara gezilerinize. Yıldız porseleni çok severim. Milli Saraylara geçmeden önce Sümerbank'a bağlıydı. Birkaç kere gezme imkanı bulmuştum. El emeği göz nuru tabaklar, vazolar hepsi ayrı ayrı şahane.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benim Ankara uzmanı bir kızkardeşim olduğu için şanslıyım, sayesinde çok şey öğrendim gezdikçe.
      Yıldız Porselen nefis, elbette ki el ürünü olanlar, satış mağazasındaki fabrikasyonlarda aynı incelik yoktu ne yazık ki...

      Sil
  2. 1 rakamını görünce bir sevindim :) Yeni serimix başladııııı yaşasın.

    YanıtlaSil
  3. Ankara Palas balosunun esrarı! :))
    Sen gezdikçe ve yazdıkça Ankara'yı daha çok merak eder ve sever oldum. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ahaha, bir polisiye başlatsam mı :))
      Ankara merakını gideririz bacım, sen yeter ki gel...

      Sil
  4. Ankara Palas ziyarete açıldığından beri aklımızda ama biz de gidemedik henüz. belki sonbaharda ekmekçimle gelir gezeriz :)

    YanıtlaSil