Sayfalar

7 Mart 2023 Salı

GÜNDELİK / 7 MART

Dün gece siyaset gündemini takip edeceğim diye geç girdiğim yatakta yarıladığım kitap bile uykumu getirmeyince kalkıp biraz dolandım, Netflix'de film izleyen Kocam Bey'e takıldım, bir mide ilacı aldım, mutfak camından karşı apartmanın benim gibi uykusuz elemanlarından birinin balkonda sigara içişini izledim, sonunda çaresiz döndüm yatağa, az debelenip sızmışım.

Yetersiz uykuma rağmen erken uyandım ve oyalanmadan kalktım. Makineye bir tur çamaşır attım, dündenberi ipte kurumaya bıraktığım banyo paspaslarını ve mutfak halısını toparladım, serebilmek için ıslak zeminleri sildim. Kuşlara tam buğdaylı iki dilim ekmek ikram ettim. Kendime kahvaltı hazırladım ve geçtim bilgisayar başına. Üye olduğum mecraların sayfalarında dolanırken kahvaltımı ettim, bir bölüm "Asi" izledim, 16 yıl önce Antakya'nın ara sokakları epey bakımsızmış, benim gittiğimde şıkır şıkırdılar, her göründüklerinde ahlayıp ofladım. Asi ile Demir Samandağ sahilinde atla gezerken kumsala yazdığımız isimlerimiz geldi aklıma, şükür ki o isimlerden ortadaki evi yıkılsa da sapasağlam çıktı enkazdan. 

Kocam Bey güne başladığında bölümü yarılamıştım. Hazırlanıp çıktık. Dişçide randevumuz vardı, ona kaplaması takıldı, ben de ön dişlerimin köprüsünde atan minik parçayı gösterdim. Yamansa da kısa sürede yine düşeceği söylendi, öyle olunca işleme geçilmedi. Galoşlarımızı kirli kovasına atıp çıktık muayenehaneden.

Kocam Bey arkadaşıyla buluşmak için ayrıldı, ben de epeydir evden çıkmadığım için kendime uzun bir yürüyüş armağan ettim. Bahar geliyorum diyordu, zaten pek de gitmemişti bu yıl. Civardaki tüm ana caddelerin kaldırımlarını Storytel'den kulaklıkla dinlediğim "Çatıkatı Aşıkları" ile arşınladım ama mühendislik diploması için birkaç kaldırıma daha ihtiyaç varmış, alamadım. Şehrin en iyi kuruyemişçisine girip günkurusu kayısı istedim, sonra kulağımda kulaklık olduğunu farkedip satıcıya "Bağırdıysam özür dilerim" dedim, bağırmamışım ya da kibarlık edip öyle dedi. Çocukluğumda annem ve arkadaşları kuaföre mizampli yaptırmaya giderlerdi. Annemin kuaförünün adı "Çinçi" idi, çocuklukta takılan bir lakapmış kendisine. Gelgelelim tüm kadınlar arasında "Çınçın" olarak anılırdı. Saçları kocaman bigudilerle sarılıp kulaklarına midye kabuğu şeklinde kulaklıklar yerleştirilir, saçlar fileyle sarılır ve kurutma makinesinin koca kaskına sokulurdu kafaları. Fön makineleri ne gezsin o zamanlar. Pek de uzun sürerdi o saçların kuruması, o süreçte ya dergi bakılır ya da yan makinedeki ile sohbet edilirdi. Tabii kendi sesleri kulaklıktan dolayı net duyulmadığından bangır bangır bağırarak yapılırdı o sohbetler. Hatta bazen sesin ne kadar yüksek olduğunu farketmediklerinden orada bulunan birinin dedikodusu da alçak sesle yapıldığı sanılarak sözkonusu kişiye duyuruluverirdi. 

Nereden aklıma geldiyse şimdi bu, "Çinçi Kuaför Salonu" gözümde canlanıverdi. Yanında da Aile Kasabı Ahmet vardı, kasaptan ziyade kalem efendisine benzerdi. Pek kibar, pek saygılı genç bir adamdı, sürekli alışveriş edildiğinden annem ve babamla ahbap olmuşlardı. Kardeşim bebekti o zamanlar ve eti çok severdi, onun için en yumuşak, en güzel etleri seçip verirdi. Bir seferinde annem kendi gidememiş, komşulara bebek için et almalarını rica etmişti. Kardeşimi çok seven komşu teyzeleri ete olan merakından "Nermin'in minik köpeği" takmışlardı adını. Kasaba gidip "Nermin'in köpeğine et istiyoruz" demişler. Kasap ne bilsin, arka tezgahta birşeyler paketleyip vermiş. Evde paket açılınca ortaya çıkan manzaraya bakakalmıştık. Koca koca kemikler vardı içinde. Bizim ufaklığın takma adını bilmeyince gerçek köpeğe istendiğini sanıp kemikleri paketlemişti adamcağız 😃

Ben evin civarında yürüyüşe çıkmıştım esasen Yenimahalle'ye ne ara gittiysem 😊 Kuruyemişçiden sonra bir Bankamatik ziyareti yapıp evin yoluna vurdum kendimi. Üst geçitin yürüyen merdiveni her zamanki gibi arızalıydı, bereket asansör çalışıyordu da geri dönmekten kurtuldum. Bir zamanlar en sevdiğim sokağa sapınca ağlamaklı oldum. 3-4 yıllık kentsel ya da rantsal dönüşümle bulutları yakalamaya çalışan 8 katlı kazulet binaların arasında sokağın en güzel üç katlı evi inatla direniyordu. Eskiden bu zamanlarda o sokak limon çiçeği kokardı, esriyerek yürürdünüz kokunun yoğunluğundan. Şimdi sadece o üç katlı evin bahçesinde kaldı narenciye ağaçları. Bahçe duvarının dibindeki biberiye çalısı inşaat tozundan sararmış, ağaçların yaprakları bozarmış ama bina inatla dönüşüme direnmekte. Aklıma Tahsin Yücel'in "Gökdelen" romanı geldi. Gökdelenlerin Tanrı katına ulaşmaya çalıştığı distopik bir devirde, zeminde gidecek yollar kalmayıp insanlar ulaşımı gökyüzünden sağlarken bahçe içinde, minicik, tek katlı bir ev tüm müteahhitlerin ısrarlarına direnerek ranta ve kata teslim olmaz. İş öyle büyür ki devrin politikacıları, yöneticileri girer devreye, yine de vermez sahibi. İş büyür, iddialaşmaya döner, sahibi asla razı olmayınca hukuk özelleştirilir ve evin mülkiyetinin böylece alınması sağlanır. Geçmiş zaman epey oldu okuyalı, bu minvalde bir öyküydü ve Tahsin Yücel'in okumalara doyamadığım dili ve öngörüsüyle yazılmıştı. O üç katlı evin önünden her geçişte kitabı anıp evin bu şekliyle sahibinde kalması için dilekte bulunuyorum. 

Sokağın sonundaki bakkala daldım sonra-evet hâlâ bakkal var tüm o kazuletlerin arasında-niyetim Isparta ekmeği almaktı. Bakkalı göremedim, bakınırken arkada, elindeki bağlamayı dımbırtattığını farkettim. Ekmeği alıp parasını ödemek için tezgaha yanaşınca sazı bırakıp geldi. "Çalıyor musunuz, yoksa öğrenmeye mi çalışıyorsunuz?" dedim. Öğreniyormuş  ama "Zor" dedi, "bir yaştan sonra kafa tam basmıyor". Yine de yılmamasını dileyerek ayrıldım bağlamacı bakkaldan. Evin yakınındaki marketten alışveriş yapıp yaya geçidine adımımı atmıştım ki motorsikletin biri ramak kala durdu. Tam çemkirmek için kafamı kaldırmıştım, üstündeki Eşref Kolçak bıyıklı ve toz pembe takım elbiseli adamı görünce çemkirmekten cayıp kahkahalarımı zaptetmeye çalışarak kendimi karşıya attım. 

Eve geldiğimde dişçi-market-kuruyemişçi derken maaşımın neredeyse üçte birini sokakta bıraktığımı farkettim, "Kader, kime şikayet edeyim seni" şarkısını mırıldanarak ellerimi yıkamaya gittim...


14 yorum:

  1. Eğlenceli bir günmüş gibi okudum yazdıklarını, oysa acıyı bal eyledik tadındaydı yaşananlar. Ne diyeyim? Mülksever insanımızın gözü doysa artık, ne iyi olacak...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eğlenceli-en azından rutinime yaklaşan-olmasına gayret ettiğim bir gündü diyelim, bir süre daha böyle olacak sanırım, zira olan biteni hazmetmek hepimiz için zaman alacak. Gözler doyar mı, şüpheliyim...

      Sil
  2. Nurşen abla içim gitti yazını okurken. Seninle hasbihal ederken o sokaklarda birlikte yürümek ne güzel olurdu ♥
    Bayılıyorum oradan oraya atlayan yazılarına... Ekrana takılı kalıp kendi alemimdeki anılarıma dalıyorum.
    O kocakulakları takıp o makinelerin içine girmeye bayılırdım küçükken. Annemin Ankara Keçiörende bir kuaförü vardı Adem diye. Severdi beni sanırım :))) Annem makinadan çıktıktan sonra numaracıktan beni de oturturdu.... O kocakulakları takınca kendimi büyümüş sanırdım ne mutlu olurdum... Hey gidi yıllar hey :))

    Kocaman öpüyorum seni...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şebocum belki kısmet olur günün birinde hasbıhal ederek sokaklarda birlikte yürümek. Eminim çok şirin bir çocuktun, kuaförün sevmemesi mümkün değil. Küçük Şebo'yu gözümde canlandırabiliyorum.
      Hey gidi yıllar gerçekten, bugün bir arkadaşımızın ablasını yolculadık öbür aleme. Bir öğrencime rastladım, kızı üniversiteyi bitirmiş, vay be! dedim kaldım...
      Ben de öpüyorum seni...

      Sil
    2. Başınız sağolsun Nurşen ablacım, ışıklar içinde uyusun...

      Sil
  3. Merhabalar.
    7 Mart günlüğünüzü okudum. Maaşınızın 1/3'ünü harcamanıza neden olan gün için ne diyeceğimi bilemedim.
    Bugün 8 Mart ve Dünya Kadınlar Günü. Ben de bu vesileyle bloğunuz nezdinde tüm kadınlarımızın Dünya Kadınlar Günü'nü kutlarım.
    Selam ve saygılarımla.
    Değirmenden mektup var.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Her zaman maaşın üçte birini sokaklara bırakıp gelmiyorum haliyle, malum işin içine dişçi girdi, yine ucuz atlattık, maaşın tamamı da gidebilirdi :)))
      Çok teşekkür ederim güzel dileklerinize, benden de selamlar...

      Sil
  4. ben sürekli şaşırıyorum fiyatlara vallahi öğretmenim. maaşın 1/3ünü bırakmış olmanıza da şaşırdım ama sonra bugün cebimden çıkan parayı düşünüp, evet, normal dedim ! of ki of

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şulecim fiyatlar korkunç ama maaşın üçte birine yakını diş hekimine transfer oldu. Yoksa her şeye rağmen market, kuruyemişçi vs o kadar tutmazdı. Gerçekten bir cafeye oturup kahve içsen insanın aklı şaşıyor gelen hesaba. Nereye varacak bu işin sonu bilmem. Umarım iyi olacak, sarıldım sana...

      Sil
  5. Abla, izlemediysen bir animasyon filmi var adı Up; Yukarı Bak olarak Türkçeleştirilmiş. İlk yarım saatini izler misin? Çok tanıdık gelecek . Gökdelenler arasındaki küçük evi anlatıyor:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İzlemiştim canım biliyorum, söylediğin bölüm de aklımda, çok tatlı bir animasyondu. Maalesef ancak filmlerde, romanlarda dayanabiliyor o gökdelenler arasındaki küçük evler, eninde sonunda teslim oluyorlar inşaat düzenine, sonra da deprem, binlerce can. Çok acı çok...

      Sil
  6. “Aile kasabı” :)) Türkçe nasıl elastik bir dil :)))) Limon çiçeği kokulu sokaklar ahhh…

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ahaha, aileyi katleden bir cani gibi, 3. sayfa haberi :))) Limon çiçeği kokulu sokaklar birer birer kayboluyor maalesef. Bereket belediye kaldırımlara turunç ekmeyi akıl etmiş de onların kokusu bari duruyor...

      Sil
  7. Kasabın yanlış anlamasını hatırlayıp yine gülümsettiniz Nurşen Hocam:)

    YanıtlaSil