"Yavaş atın çiftesi pek olur" demiş ya atalarımız, cüce dediğimiz o Şubat da cüssesinden beklenmeyecek öyle bir yumruk indirdi ki milletçe tepemize, kolay kolay iflah olmayız. Hoş kendi günahlarımızı ayların, yılların üstüne yıkmaya da ezelden beri hevesliyiz ya, bunca ihmale ne etsin Şubat, ne etsin Haziran...
İşte o kısacık ama bitmek bilmeyen Şubat'ın üstümüze yıktığı acılardan şu aşağıda anlatacağım kitaplara sığınarak biraz nefes alabildim.
Evin içi buram buram sarmısak kokuyor, yine komşularımızdan biri tarhana çorbası pişiriyor anlaşılan ama bunca sarmısak yüzünden tansiyonları yerlerde sürünmezse iyidir. Tuhaf olansa kokunun sadece mutfakta duyulmaması. Mutfak dışında salondan banyoya, banyodan yatak odasına kadar işkembeci dükkanı gibiyiz. Nasıl bir baca sistemimiz var taşındığımızdan beri çözemedim, üstelik evdeki tüm baca delikleri kartonpiyerle tıkalı. Koku duvarlardan sızıyor olsa gerek.
Epeydir batıya bakan pencereden dışarıya bakmıyordum tam karşıda kale gibi yükselen sevimsiz inşaat yüzünden. Sabah ortalığı toparlarken dikildim camın önüne uzun uzun baktım. Çınarda tek yaprak kalmamış, cadı ağacı gibi safi kuru dal. Üstüne muhtemel ki bizim Moklukuyruk'la partneri tünemiş tüylerini kabartıyorlar. Üç katlıyken yedi kata yükselen çirkin inşaat depremden bu yana gözüme daha da kötü görünüyor. Her gün çimento dökme, tuğla yükleme, kepçe sesleri dinlemekten bezdik derken sokağın sonunda yeni bir çukur kazılıyor. Böylece ucundan kıyısından görebildiğim Bey Dağları tamamen kapanmış olcak, sebep olanlara sonsuz teşekkürler. Ağaç yerine bina dikiyoruz şükürler olsun...
Kitaplara gelecek olursam:
-Daha önce "Mavi Tarlalardan Yürü" ve "Emanet Çocuk" kitaplarıyla tanıdığım Claire Keegan'ın "Böyle Küçük Şeyler" isimli novellası da en az diğerleri kadar güzel. Odun kömür tüccarı evli ve beş kız çocuk sahibi Bill Furlong hayatını borçsuz sürdürme derdindedir. Noel zamanı düzenli müşterisi Manastır'a odun götürdüğünde rastladığı gencecik bir kız Furlong'u çok etkileyecektir. İrlanda'da zamanında yaygın olan, manastırlarda faaliyet gösteren, genç kadınların kötü şartlarda çalıştırıldığı Magdalen Çamaşırhaneleri'ne de dokundurmalar var kitapta. Okuyunuz derim...
-"Görünmeyenler", "Beyaz Deniz" ve "Rigel'in Gözleri" üçlemesiyle benim yazarlarım kategorisine dahil ettiğim Roy Jacobsen'in ilk kitabı olan "Harika Çocuk" uzun süredir baskısı olmayan kitaplardandı. YKY'de yeniden basıldığını duyunca hemen sipariş ettim. Kitap bir büyüme hikayesi. Anne-babası küçükken boşanmış, babası başka bir evlilik yapıp bir kız çocuğu sahibi daha olduktan sonra ölmüş olan Finn annesiyle yaşayın 9 yaşında bir çocuktur. Geçim sıkıntısı nedeniyle evlerindeki bir odaya Kristian adında ilginç bir kiracı alırlar. Bir süre sonra ev halkına Finn'in üvey kardeşi Linda da eklenecektir. İki kardeş arasındaki, ev halkı arasındaki ilişkiler, değişimler, büyüme sancıları kitabın konusunu oluşturuyor. "Üçleme"yi de çok sevmiştim ama "Harika Çocuk" sanırım favorim olacak...
-Gassan Kanafani ilk kez okuduğum Filistin'li bir yazar, "Güneşteki Adamlar" da bir mülteci öyküsü. Bir kamyon kasasında Kuveyt'e kaçmaya çalışan farklı yaşlardan üç Filistinli'nin ve onları taşıyan kamyon şoförünün tüm mülteci öykülerindeki gibi hüzünlü macerasını anlatıyor bu ince kitap. İnceliği içeriğinin yoğunluğunu etkilemiyor haliyle. Okuyunuz...
-Hikmet Hükümenoğlu'nun şimdi adını anımsayamadığım ilk kitabını okuyamamış yarım bırakmıştım. Niyetlendiğim ikinci kitabı "Körburun" başkaları tarafından çok sevilse de anlatılan yılları bizzat yaşayan bana biraz gerçek dışı, biraz hayalci gelmişti. Son kitabı "Harika Bir Hayat"ı itiraf edeyim ki kapağına vurularak aldım ve bingo! Bu sefer hedefi buldu. Kurmaca ve gerçek karakterler eşliğinde Osmanlı'dan 40'lı yılların sonuna devam eden bir süreçte Türkiye tarihini fon almış yazar. Severek okudum bu ilginç romanı ve baş kahramanı Harika Hanım'ın öyküsünü...
-Sosyal medyada Füruzan'ın yeni kitabının tanıtımı dönmeye başlayınca gözlerime inanamadım, hemen siparişi verip sabırsızlıkla bekledim. Gelir gelmez de elimdeki kitabı bırakıp okumaya başladım ismini son derece anlamsız bulduğum "Akim Sevgilim"i. Meğerse ilk öyküdeki göçmen bahçıvanın ismi imiş. Büyük puntolarla basılmış üç öykü ne yalan söyleyeyim beni hayal kırıklığına uğrattı. Yazara olan sevgimi bilenler bilir ama bu kitap olmamıştı dostlar, heyecanlanmayın görünce derim...
-"Nefeshane" Nihan Eren'in son kitabı, çıkar çıkmaz okudum. Yazarın tarzını bilenler tahmin etmiştir. Yine biribirini tamamlayan güzel öyküler var kitapta...
-Ömer F. Oyal ilk kez okuduğum bir yazar. Açıkçası YKY siparişimi tamamlarken kargo ücreti ödemek yerine kitap alırım düşüncesiyle atmıştım sepete "Bahara Bir Hediye"yi. Bıraktığı bir mesajla ülkeyi terk eden kız kardeşinin ardından kalakalan ağabeyin yaşadıklarını anlatıyor kitap. Patolojik bir sevgi bu, kız kardeş-ağabey sevgisinin ötesinde, tek taraflı bir şey. Ömer Oyal'ın bir kitabını daha okur muyum bilmiyorum ama bunu okuduğuma pişman değilim. Değişik bir konu ve değişik bir yazım tarzı deneyimlemiş oldum...
-"Bologna'nın Kırmızı Tenteleri" minicik ve çok hoş bir John Berger anlatısı. Çok sevdiği dayısının izini O'nun çok sevdiği Bologna'da arayan birinin ağzından yazılmış az sayfalı bir kitap ama bitirince dimağınızda güzel bir tat kalıyor. Bu ay YKY Yayınları'na ağırlık vermişim tesadüfen. Bu sonuncusuydu.
-Ve bir çocuk kitabı, "Kimse Bakmazken Duygular Ne Yapar?" sevgili Lokum Çocuk Kütüphanesi Esra'nın yeni yıl armağanı idi bana. Esra ile biz "Bibliyomanyaklar" kitap blogu zamanlarında tanışmıştık. Bizimle okuduğu ve sevdiği çocuk kitaplarını paylaşırdı. Blogu kapattıktan sonra da sürdü dostluğumuz, O Ankara'dan gidene kadar da ara ara görüştük. O bana çocuk kitaplarını, ben O'na erişkin kitaplarını sevdirdik. Bu uzun isimli kitap çocuk kitabı denemeyecek kadar anlamlı, müthiş bir şey. Şahane illustrasyonlarla donanmış, duyguları tek cümle ile ifade eden sayfalarını şaşkınlıkla okuyorsunuz. Bence hem siz okuyunuz, hem de çocuklarınıza okutunuz...
-Ve ayın son kitabı gecikmeli bir okuma olan "Geri Döndüğüm Yerler" oldu. Hem Instagram ve Twitter'de, hem de yazdığı digital platformlarda takip ettiğim "Banushka" Banu Yıldıran Genç'in kitap tanıtımlarını topladığı nefis bir kitap. Her bir kitap öykü tadı veriyor ve insanda okuduklarını yeniden okumak, okumadıklarını hemen satın almak duygusu uyandırıyor. Kitaplar hakkında okumayı kitaplar kadar seviyorsanız kaçırmayın derim...
Malum okuduklarımın yanısıra Storytel'de dinlediklerimi de paylaşıyorum buradan. Bu ay dört kitap dinledim iş yaparken, yemek pişirirken, yürürken. Kafamı dağıtmak anlamında iyi geldi:
-"Havaalanında Satılmayan Kitaplar" Başar Başarır'ın öykülerinden oluşan bir dinleme idi. Eşi Deniz Yüce Başarır her zamanki gibi çok güzel seslendirmiş. Lakin depremin ilk zamanlarında dinlediğimden midir nedendir pek keyif alamadığım gibi tek bir öykü bile aklımda değil şimdi. Kısacası anlık bir dinleme oldu.
-Ergenlik yıllarımda "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu", "Cumbadan Rumbaya", "Yalnızız" gibi kitaplarını okuduğum Peyami Safa'nın olgunluk çağımda okumadığım kitaplarından birini dinleyeyim istedim: "Fatih Harbiye". Mazlum Kiper'in seslendirdiği kitap edebi anlamda iyi olsa da muhafazakarlığın tavan yaptığı, yine kadınların günah keçisi ilan edildiği bir kitap olduğu için pek de açmadı açıkcası.
-"Kumpanya" ve canım Sait Faik Abasıyanık. Yıllar sonra bile böyle sevilerek okunması, dinlenmesi ne kadar iyi bir yazar olduğunun kanıtı. Ahmet Mümtaz Taylan'ın seslendirdiği öyküler arasında en güzeli kitaba adını veren "Kumpanya" idi haliyle. Yazarın okumadığım kitabı olduğu için dinlemeye başlamıştım ama ilerledikçe yıllar önce TRT'de TV filmi olarak izlediğimi hatırladım. Hangi adla yayınlandı bilmiyorum ama oyunlarını sergileyecekleri taşra şehrine trenle giderlerken geçen bir dialog diziyi gözümün önüne getirdi. Abasıyanık'ın her öyküsü ayrı bir dünya, dinlemelere, okumalara doyamıyorum...
-Ve "Ankara Mon Amour". Aslında kitabı ilk baskısından okumuştum. İçinden Ankara geçen bir kitabı okumamam düşünülemez zaten. Depremin acılarıyla allak bullak olan kafamı biraz dağıtıp tasasız çocukluk günlerime ışınlanmak için Ankara'ya ve çocukluğumun geçtiği Yenimahalle'ye dönmek istedim. Bunun için en güzel seçenek "Ankara Mon Amour"du tabii ki. Yazarla aşağı yukarı aynı yıllarda Yenimahalle'de yaşamışız, hem de iki sokak arayla. Haliyle kitabın ilk bölümünde geçen mekanlar o kadar tanıdık ki. Özlem Zeynep Dinsel'in çok iyi bir seslendirmeyle okuduğu kitap beni çok mutlu etti...
Acıların avuntusu kitaplar hiç eksik olmasın hayatımızdan...