Sayfalar

27 Şubat 2023 Pazartesi

GÜNLER SONRA /27 ŞUBAT

Günlerdir yataktan adeta spatula ile kazıyarak kaldırıyorum kendimi, güne başlamak için öyle isteksizim. Pandemide göğsüme oturan öküz salgının hafiflemesiyle en azından poposunu yana kaydırmıştı ama 6 Şubat'ta yanına arkadaşlarını da alarak daha ağır çöktü üstüme, daha doğrusu çoğumuzun üstüne. Her sabah öküzü güç bela itekleyip, evlenirken komşumuz Hatice Abla'nın elceğiziyle diktiği ağır yün yorganı tekmeleyip söylene söylene kalkıyorum yataktan. Aynada gördüğüm surat hoşafa benziyor, çoğu zaman bakmadan yıkıyorum yüzümü gözümü, saçıma iki fırça sallayıp kuşlarımla hasbıhal etmeye gidiyorum. Moklukuyruk ve partnerine iri boy ve açık renk bir koca kumru eklendi, huysuz ve bencil. Ağzına layık bir kırıntı varsa çanağa konan bütün kuşları bir kanat darbesiyle egale edip yumuluyor kendi başına. Öyle edepsiz. Mahalle kavgalarında haksız ama üsttenci tipler vardır ya, aynı onlar gibi. Kaç kere yalnız yakaladım, "Bana bak" dedim, "dağdan gelip bağdakini kovamazsın. Bu sofra Moklukuyruk hatrına açılıyor, sen sonradan yanaştın, hakkını ye, uç git. Milleti kovalama". Yeminle kafasını bile kaldırmadı, öyle yüzsüz, insan en azından "Haklısın" bâbında bir "Guguukguk" der, tıkınmaya devam etti. Eh elim kadar kuşu dövecek halim yok, annemin ağzıyla "Edepsizden edebini satın al" deyip girdim içeri. Serçeler cin gibi, bir pikeyle tabağa iniyor, ağızlarıyla bir parça kapıp uçup gidiyorlar. Artık neresi uygunsa orada tüketiyorlar yemeklerini, ne Moklukuyruğa yüz veriyorlar, ne edepsiz tombalağa. Devir uyanık olma devri. Geçen gün kimi gördüm dersiniz? Mutfakta yemek yapıyordum, o melodik cıvıltıyı duydum. Kafayı çevirdim, tahminim doğruydu. Geçen yıl uzun süre soframızın konuğu olan Arap bülbülü, artık bizzat kendisi miydi, yoksa evlat, torun kontenjanından akrabası mıydı bilmiyorum. Şöyle bir göründü, biraz yedi, bastı gitti. Bir daha da göremedim. 

Kuşlar yemeklerini yalayıp yutup, çanağı da sıyırınca ben de kendi işlerime dönüyorum. Ne kadar bakmayacağım desem de Twitter başından pek kalkamıyorum. Yeterince üzülüp sinirimi bozduysam elime kitabımı alıyorum. Neyse ki onlar var, neşelisi de, kederlisi de insana üzüntüsünü bir süre unutturuyor. 

Depremden tüm etkilenenler içimi yakıyor elbette ama Antakya'yı düşündükçe gözyaşlarımı tutamıyorum. İkinci depremle kalan ne varsa yıkıldı ya, benim de içimde bir şeyler yıkıldı. Eski mahallelerdeki güzelim konaklar, kiliseler, serin bahçesi, güzel zemin mozaikleri, pespembe rengiyle insana neşe veren Haytalı'sı ile Affan Kahvesi, Meclis Binası, özel okul olarak kullanılan  taş Konak, çatısından çan ve minarenin bir arada göründüğü Katolik Kilisesi, 2500 yıllık HabibiNeccar Camii, dünyanın ilk ışıklandırılan caddesi olan Kurtuluş Caddesi'nin iki yanındaki tarihi binalar, Saray Caddesi'ndeki dükkanlar, herbiri tek tek kalbime batıyor. Belki şehirden birşeyler görürüm diye tuttum zamanında izlemediğim "Asi" dizisini açtım. Her Antakya görüntüsünde bir "Of!" çekiyorum. Üzüntümü, öfkemi, hıncımı, çaresizliğimi yenemiyorum. Eminim hemen hepiniz benim gibisiniz.  Yaralar sarılacak belki ama izleri hiç geçmeyecek. 

Doğaysa rutinini sürdürmeye devam ediyor, 2. Cemre düştü bile, bu sene kış görmedik desek yeridir. Geçen gün yürüyüş yaparken baktım günlerdir patlamaya çalışan tomurcuklar çiçeğe durmuş, ortalık mis gibi kokuyor:

Yeni bir haftaya başlarken iyilik, güzellik, dürüstlük kazansın diyerek ayrılıyorum huzurdan...


17 Şubat 2023 Cuma

DAYAN YÜREĞİM DAYAN / 17 ŞUBAT

6 Şubat sabahı uyanıp telefonu elime aldığımda görevli olarak Malatya'da bulunan kuzenimin paylaşımıyla öğrendim olayı; "Deprem, durum vahim" yazmıştı. Yataktan nasıl fırlayıp bilgisayarı, TV'yi nasıl açtığımı bilemedim. Sonrası malum, kâh Twitter, kâh TV başında acı, üzüntü, endişe, öfke, çaresizlik, telaş ve "Ne yapabilirim?" duygularıyla geçen 10 gün. Kendimi resmen eve kapattım, ağladım, bağırdım, kızdım, küfrettim-evet ettim-telefonda eşle-dostla konusu hep deprem olan konuşmalar yaptım. Öfkelendikce öfkelendim, üzüldükçe üzüldüm, ağlayıp kafayı gözü şişirdim, gücümün yettiği yardımları yaptım, gücümün yetmediklerini paylaştım ve sonunda bu sabah yine telefonda Ayşe Erbulak'ın paylaşımını gördüm. "Ruminasyon" diye bir şeyden bahsediyordu. Zihinde tekrarlayıcı bir biçimde devam eden olumsuz düşüncelere deniyormuş. Bir başka deyimle "Beynin geviş getirmesi". "Kalk kızım" dedim, "bu böyle olmayacak, beynini ve kendini yiyip bitirmeden at kendini sokağa". 10 gün, hatta öncesini de sayarsak neredeyse 15 gün kendimi gönüllü kapattığım çilehanemden geviş getirmiş beynimi ve ona eşlik eden gövdemi alıp yürüyüşe çıkardım.

Sonra Akdeniz'e, parkın ağaçlarına, Beydağları'na ve kar düşmüş doruklara bakan bir banka yerleştirdim kendimi. İnsanlığın acılarla dolu, çalkantılı 10 gününe karşılık öyle huzurlu görünüyordu ki bir an manzarayı kişiselleştirip "Acaba haberi mi olmadı ki?" diye düşündüm. Sonra bu salaklığımı geviş getirip duran beynime verip bir "Saçmalama" komutu gönderdim. Doğa rutinini yerine getiriyor, yağdığında deniz coşuyor, sular taşıyor, fırtınada ağaçlar savruluyor, depremde yer yarılıyor. Bunların hepsi tabiatın doğal hareketleri, doğaya ayak uyduramayan, onu zorlayan, inatla aykırı davranan, tedbir almayan biziz. 

Güneşle cıva dökülmüş gibi parlayan denize diktim gözlerimi, aklımda Hatay. Bir şehre bu kadar üzüleceğimi rüyamda görsem hayra yormazdım. Elbette ki insanlarla birlikte, zarar gören illerin hepsine yandım ama içlerinden sadece Hatay'ı görmüş ve kalbimi bırakmıştım o şehre. 6 yıl önce çok sıcak bir Ağustos ayının 5 gününü geçirmiştik orada Antakyalı bir arkadaşımızın evsahipliğinde. 3 gün haber alamadığımız arkadaşın hayatta olduğunu öğrenmek yüreğimize su serpse de şehirden gelen yıkım görüntüleri cam kırıkları gibi battı kalbime, hep de orada kalacak. Girip gezemediğiz, aklımızın kaldığı, "bir dahaki gelişimize inşallah" diyerek kapısından muhteşem mimarisine baktığımız Ortodoks Kilisesi, yemyeşil ağaçlarla dolu serin bahçesi ve çatısından çan kulesi ve minarenin birarada göründüğü Katolik Kilisesi, Saray Caddesi'nin ortasında devasa bir anıt gibi yükselen Protestan Kilisesi, Anadolu'nun en eski camii olarak kabul edilen, avlusunda İsa'nın havarilerinden Pavlus ve Yuhanna'nın ve onlara ilk iman eden Habib Neccar'ın türbesinin bulunduğu Habib Neccar Camii, Yahudi Sinagog'u, tarihi kaşıklarıyla Haytalı yiyip üstüne süvari kahvesi içtiğimiz Affan Kahvesi, Zenginler Mahallesi'ndeki güzelim evler, Tarihi Meclis Binası yerle bir olmuş. Hepsi hafızamın en nadide köşesinde kayıtlı idi. Ortodoks Kilisesi'ne giremediğimizi söylediğimizde bize yardımcı olması için arkadaşını arayan Zeytin Dalı isimli ipekçideki genç kız, Antakya anısı bir kitap almak için uğradığımız sahafın yol sorunca bizi gideceğimiz yere kadar götürmeyi teklif eden sahibi, Konak Restaurant'ın güler yüzlü garsonları, kaldığımız öğretmenevinin saygılı ve yardımsever personeli, Arkeoloji Müzesi'nde slayt sunumu yapıp bilgi veren arkeolog hanım, Hıdırbey Köyü'nde yemek yediğimiz mekanın sahibi güler yüzlü ve esprili karı-koca, Vakıflı Ermeni Köyü'nün kooperatifinde salamura zahter ve likör aldığımız görevli, Döver Köyü'nde yaptığımız kahvaltıya şahane saç ekmekleri pişiren iki kadın, yasemin kokulu avlusunda kahve içtiğimiz "Mahallem'in sahipleri, hep aklımdasınız. Umarım bu felaketten zarar almadan çıkmışsınızdır. 

Günlerdir ölenlere yanıp enkazdan canlı çıkarılan her çocuğa önce sevinip sonra "Acaba ailesi hayatta mıdır?" endişesiyle yaklaştım. Keza enkazdan canlı çıkan her ana-babayı "Acaba evlatları sağ mıdır?" korkusuyla izledim. Ateş düştüğü yeri yakıyor elbet ama kıvılcımları da bize kadar ulaşıyor. Dilerim gidenler huzurla uyusun, kalanların yaraları tez sağalsın...


4 Şubat 2023 Cumartesi

OSCAR TÖRENİ YAKLAŞIRKEN / 4 ŞUBAT

Sabah güne pek müjdeli bir haberle uyandım, TV bozulmuş. Benim için hava hoş da, Kocam Bey mahzun olacak diye üzüldüm. Zaten bölük pörçük bir uyku uyumuşum, beden uyur, beyin uyumaz haliyle. Birtakım rakamları bir çukura doldurmaya uğraşıp durdum, sonra da 1. Dünya Savaşı çıktı, tepemize bombalar, duvarlara kurşunlar yağarken ben etrafımdakileri korumaya çalıştım. İki gündür saçma salak rüyalar görüyorum. Evvelsi gün de vali muaviniymişim güya, şahane manzaralı yerlerden geçerek Çorum'a gidiyorum görevle ama sanırsın Çorum değil İsviçre Alpleri, öyle bir muhteşem görüntü. Ben bir yandan manzaraya bakıp bir yandan özel kalem müdürüme WC aratıyor, hiçbirini beğenmiyorum. Rüyanın da Allah aklı başındasını versin 😂

TV demiştim, sabah suçlu suçlu duruyordu kitaplıkta. "Hayrola?" dedim, "arpan mı az geldi, sen bunu alışkanlık haline getirdin?". Boynunu büktü, acıdım, fazla üstelemedim 😀 Köftehor, geçen yıl da tam yılbaşı günü bozulmuştu. Apar topar genç bir usta bulduk, sağolsun yaptı yetiştirdi yılbaşı akşamına, gerçi izlenecek program da yoktu ya neyse. Delikanlı açıkça akşama yetişmesi için çıkma parça taktığını belirtmişti, çıkmanın ömrü bir yılmış demek ki, hadi bana müsaade dedi yılı doldurunca, bir aylık bonus da verdi üstelik. 

Aynı ustaya ulaştık, gelip evden aldı, 3 saat sonra onarılmış olarak eve bıraktı, 6 aylık da garanti sundu. Bana böyle ustalarla gelin. Şimdi sağ yanımda keçili, yılanlı, kartallı bir belgesel gösterip durur. 

Bugünkü film aktivitemi MUBİ'den müsaade isteyip ayrılacak olan bir filmle gerçekleştirdim: "Two Lovers". Joachim Phoneix ile Gwyneth Palthrow paylaşıyordu başrolleri. Phoneix'den pek hazzetmem ama Gwyneth'e bayılırım, ilahe yav, tek geçerim Hollywood'da. Güzeldi film, Oscar aşkına izlediğim birtakım saçmalıklardan sonra iyi geldi. 

Oscar demişken, malum heyecanla beklediğimiz kırmızı halılı ödül töreni Mart ayında. Lakin takipçiler sürekli yazı soruyor bana, olmadık törene yazı yazamıyorum haliyle. O zaman şöyle bir şey yapayım dedim. 2012'den bu yana döşendiğim tören yazılarının linkini vereyim, arzu eden okusun. İlk Oscar yazım olduğu için henüz stilimi oturtamamışım, fotoğraf sayısı da kısıtlı ama yazı eğlenceli, buyrun link aşağıda, tıklayıverin bir zahmet:

2012 Oscar Töreni

O yılın Oscar törenine Angelina Jolie'nin yırtmaçlı kadife elbisesi ve o yırtmaçtan dışarı uzatıp hiç içeri çekmediği bacağı damga vurmuştu. Yazıya almamışım o fotoyu, aşağıya ekliyorum;

Yeni törene kadar eskilerle idare edeceksiniz artık, ara ara ekleyeceğim. Kalın sağlıcakla...

3 Şubat 2023 Cuma

OCAK OKUMALARI / 3 ŞUBAT

 

2023'ün ilk ayını kadın yazarlara ve yeni yıl kitaplaşmasıyla elime ulaşan kitaplara ayırmıştım. 12 kadının yazdığı 12 kitapla kapattım Ocak'ı. Bakalım neler yazmışlar:

-Yılın ilk okuması Irmak Zileli'nin son kitabına kısmet oldu: "Bende Ölen Sensin". "Eşik" ile tanıyıp sevdiğim bir yazar Irmak Zileli, tüm kitaplarını okudum. "Bende Ölen Sensin" bir erkeğin ağzından yazılmış, maço denilebilecek bir reklamcının ağzından. Güzel kadınlara düşkünlük, para hırsı, çevrilen üçkağıtlar, despot bir baba ile ilişkiler gayet akıcı bir dille anlatılmış. Benim için bir "Eşik" ya da "Son Bakış" güzelliğinde olmasa da okunabilir düzeyde...

-Kadire Bozkurt'u geçen yıl çıkan 2. kitabı "Buz Kandilleri" ile tanımış ve öykülerini çok sevmiştim, ki bu aralar öykü ile hayli mesafeliyim. Daha önce çıkan kitaplarının birleştirilip Notos'dan çıktığını duyunca "Ateşle Yaklaşma"yı da okudum. "Buz Kandilleri" ile kıyaslarsam daha hafif geldi. Yine de sıradan insanların öykülerini böyle güzel bir dille anlatmak her yazarın harcı değil. Kadire Bozkurt'u tanıyın derim ve bence "Buz Kandilleri" ile başlayın.

-"Ufak Tefek/Bir Aşk Hikayesi" bana sevgili blogdaşım ve yüzyüze gelmek için can attığım Neslihan'ın yeni yıl armağanı idi bir sonraki bahsedeceğim kitapla birlikte. Değişik bir konusu olan minnak bir kitap. Bir cücenin görüp aşık olduğu öğretim üyesi kadının ardından yaşadıklarını anlatıyor. Çok severek okudum, biraz da hüzünlendim. 

-"König/Dünyayı Dolandıran Türk", şaşırtıcı bir gerçek yaşam öyküsü. "König" lakabıyla anılan Ekrem Hamdi Bakan'ın İspanya İç Savaşı'na uçak temin etmek için çevirdiği uluslararası dolaplar anlatılıyor. Gerçekten parmak ısırtacak kurnazlıkta bir kumpas. Yazar Ayşe Başçı belgeleriyle birlikte sunuyor bu ilginç öyküyü kitabında. Gerilim ve polisiye türüne taş çıkaracak sürükleyicilikte...

-"Bavula Sığmayan" Nermin Yıldırım'ın son kitabı ve öykülerden oluşuyor. "Ev" ve "Saklı Bahçeler Haritası"ndan sonra çok cazip bulmadım. İlk yarıdaki öyküler biraz daha roman tadında iken ikinci bölümdekileri vasat buldum. Romanlarını okumayı tercih ederim.

-"Tatavla" ya da şimdiki adıyla "Kurtuluş" hep merak ettiğim, gidip görmek istediğim bir semt, bir türlü kısmet olmadı. Kitabı görüp merak edince canım Zeynep yılbaşı armağanı olarak yolladı bana "Tatavla'da İnecek Var"ı. Ben daha kapsamlı bir Tatavla turu beklemiştim, yazar kısa öykülerle hayatlara değinmiş. İnsanın içini inceden sızlatan yaşam öyküleri. Bu tarza meraklıysanız seveceksiniz.

-Ocak ayına bir de çocuk kitabı sığdırdım: "Kraliçe'nin Maceraları". Sevgili Füsun Çetinel'in bana yılbaşı armağanıydı ve öyle bir kraliçe tipi yaratmış ki çocuk olsam bu kitabı koynuma alır yatardım günlerce.  Çizimleri de en az öyküleri kadar güzel olan kitabı çocuklara da, büyüklere de zevkle öneriyorum. 

-Zeynep Rade'nin "Yeniköy'de Bir Yalı"sını tamamen tesadüfi olarak Oğlak Yayınları'nın indiriminden almıştım ama beklemediğim kadar güzel çıktı. Gerçek bir olaydan kurgulandığı da kitabın sonundaki fotoğraflardan anlaşılıyor. Yeniköy'de bulunan "AllaTurca" isimli yalının ve sahiplerinin hikayesini okuyorsunuz kitapta. Hırsın ve kıskançlığın nelere sebep olduğunu da şaşırarak görüyorsunuz.

-"Mavi Tarlalardan Yürü" uzunca bir süredir kitaplıkta okunmayı bekliyordu, hatta o kadar uzun sürmüş ki kitabı nereye koyduğumu unutmuşum, arayıp bulmam saatler sürdü. Okuduktan sonra da bu kadar geciktirdiğim için kendime kızdım. Beni ateşleyen yazarın, Claire Keegan'ın, bir başka kitabı "Emanet Çocuk"tan uyarlanan "Quiet Girl" filmini izlemem oldu. Çok beğendiğim harika öyküler okudum, elimde yazarın bir başka kitabı daha var, o da ön sıralara alındı böylece. 

-"Yumruk Yahut Yürek" İzlanda'lı bir yazarın Kristin Eiriksdöttir'in romanı. 70'li yaşlarındaki sahne tasarımcısı Elin'in bir tiyatro oyununun dekorlarını hazırlarken karşısına çıkan, ünlü bir yazarın kızı olan Ellen'le ilişkisini anlatıyor. Değişik, hatta tuhaf diyebileceğim bir konusu var, İzlanda gibi soğuk ve biraz tekinsiz sanki...

-"Kadehlerdeki Dudak İzleri" bir çok kadının yazıları ve anılarından oluşturulmuş bir kitap, Şengün Kılıç Hristidis derlemiş. Osmanlı'dan bugüne kadın/rakı/içki konusu ele alınmış, ilginç ve okunası bir derleme olmuş. 

-Ve ayın son kitabı "Cadılar". Yazarı Brenda Lozano'nun diğer kitabı "İdeal Defter"i çok yakınlarda okudum ve abartılanın aksine sevemedim. "Cadılar" üzerine o kadar olumlu eleştiriler oldu ki kendimi sorgulamaya başladım ve yine de tedbirli olup kitabı satın almadım, e-kitap olarak Storytel'den okumaya karar verdim. "İdeal Defter"e göre bir tık daha iyi bulsam da anladım ki Brenda Lozano benim yazarım değil. Paloma, Feliciana ve Zoe üç şifacı ve kitapta bölümler halinde yaşamlarından kesitler okuyoruz. Anlatım bana çok düz geldi ve sevemedim ama belirteyim ki kitap hakkında çok iyi eleştiriler de var.

Gelelim Storytel'den dinlediklerime:

Üç kitap dinlemişim Ocak ayında.


-"Tepedeki Ev" Shirley Jackson'un kaleme aldığı bir gerilim romanı. Deniz Yüce Başarır seslendirmiş. Tekinsiz olarak bilinen tepedeki şatoya bir deney nedeniyle giden dört kişinin yaşadıklarını biraz da ürküntüyle dinliyorsunuz. Yazar gerilim romanlarının öncülerinden, Deniz Yüce Başarır ise Storytel'den en sevdiğim seslendiricilerden. 

-"Perde Kapanmasa Görecektiniz" Kent Oyuncuları'nın kuruluşundan perdelerini kapatmasına kadar geçen süreci belgeler ve fotoğraflar eşliğinde anlatan harika bir kitap. Deniz Yüce Başarır Kenterlerin en önemli oyuncularından biri olan ve bir turne dönüşü trafik kazasında hayatını kaybeden babası Kamuran Yüce'nin belgelerini derleyerek oluşturmuş bu kitabı ve seslendirmesini de bizzat kendisi yapmış. Esasen kitap bende mevcut, tiyatroya meraklı olan herkeste bulunması gereken koleksiyonluk bir hazine. Lakin yazın Ankara'ya götürüp orada bırakınca dinlemek farz oldu, pek de güzel oldu. Tiyatroyu anlatan bir kitap tiyatrovari bir seslendirmeyle daha fazla değerlendi. 

-Ve son dinlemem Doğu Yücel'in "Kimdir Bu Mitat Karaman?"ı oldu. Erdem Akakçe'nin muhteşem seslendirmesiyle hem dinledim, hem eğlendim bu polisiyemsi kitapla. 

Yeni kitaplarda buluşmak üzere...

 


1 Şubat 2023 Çarşamba

AYDÖKÜMÜ / 1 ŞUBAT

Ömür kumbaramıza biten bir yaşı daha ekledik dün itibarıyla. Kumbaranın boşlukları giderek küçülürken insan hayata daha bir dört elle sarılıyor. Zamanında Ekonomi derslerine girmiş biri olarak yazarsam, marjinal faydayı yakalama zamanlarına geldik. Kitabın en nadide örneğiyle tiryakiler için son sigaranın faydası 😂 Sigara yasağının olduğu okullarda verdiğimiz örnekle yüzümüz kara olsun. Sigara deyince aklıma geldi, Tempo Dergisi'ne bile yılın olaylarından biri olarak girmiş bir anekdot. Sigara içmeyi engellemek ya da en azından azaltmak amacıyla bir Zihni Sinir projesi uygulanmıştı idarece bizim okulda. Tuvaletler paralı olmuştu ahahaha, kapıya da birini oturttular, bereket büyük ve küçük fiyatları belirtilmemişti, fiks menü yani 😂 Öyle bir sansasyon yarattı ki Savaş Ay falan geldi okula (bilenler hatırlıyordur Savaş Ay'ın böyle Uğur D.undarvari baskınları vardı), gazetelere konu olduk, yıl sonunda Tempo Dergisi'ne bile girdik. Tabii ki çok kısa ömürlü oldu bu uygulama, harçlığı yetmeyenler hacetlerini giderebilme imkanına kavuştular, sigaraseverler de sigaralarına. Ay hatırlayınca yine gülme krizine girdim, biraz mola 😂

Ne diyordum, ha bir yaş daha büyüdüm dostlar, zinhar yaşlanmadım. Daha okunacak-belki de yazılacak-çok kitap, izlenecek çok film, tiyatro oyunu, konser, bale, gezilecek çok yer, hayattan alınacak çok keyif var. Yeter ki sağlık olsun, 100 yıl ot gibi yaşamaktansa dar zamanlara güzel şeyler de sığdırmak çok mümkün. O zaman "İyi ki doğdum ben" diyor ve Ocak ayını nasıl geçirmişim konusuna giriyorum.

Sanırım uzun zamandır bu kadar çok film izlememiştim bir ayda. 30 (yazıyla otuz) film izledim bu ay, Oscar faktörü itici gücüm oldu, bulabildiğim her filmi açtım ekrana, geçtim karşısına. Hiçbirine abartılı boyutlarda bayılmasam da var birkaç sevdiğimiz, bakalım ne olacak.

Her zamanki rutinime uyacak miktarda da kitap okudum, onları bir sonraki postta detaylı olarak anlatacağım. Ve tabii ki almayacağım deyip yine kitap alışverişi yaptım. İflah olmaz bir "Tsundoku" hastasıyım. 

Okumalar ve izlemeler dışında Ocak ayı boyunca-iki üç günlük fırtınalı sağanak yağışı saymazsak-süregiden şahane havalardan yararlanıp güneşli mekanlarda arkadaşlarla buluştum, parklarda yürüdüm, Kaleiçi'nde turladım, en sevdiğim cafede denize karşı Kocam Bey'le bira keyfi yaptım, kahveler-çaylar içtim ve son olarak doğum günümü kutlayarak ayı kapattım. Cüce Şubat'tan daha iyisini beklediğimi belirterek yazımı sonlandırayım. Yeni ayınız yepisyeni ve güpgüzel olsun, çiçek gibi geçsin...