Sayfalar

14 Ocak 2023 Cumartesi

PASTANELİ POST / 14 OCAK

Dün kronik farenjitim boğazımdaki inatçı gıcıkla kendini hatırlatınca salep (salep mi, sahlep mi, amaan her ne ise) içmek geldi aklıma. Rafta duran bir zincir kahve markasının teneke kutusuna el attım, minimal salep, maksimal nişasta ve şekerden mamul karışım bir içimlik kalmıştı, boşalttım kupaya. Bugüne kadar hiç şekersiz ya da az şekerli salebe denk gelmedim, niye bu kadar tatlandırıyorlar acep? El mahkum oturdum kanepeye, bir elimde salep kupası, öbür elimde kitap, güya okuyacaktım ama aldığım ilk yudumla çook uzak bir geçmişe uzandım. 

Kışa dair yegane sevdiğim şey sokaktan ayazda-tercihan Ankara ayazı-al al olmuş yanaklar, havuca dönmüş bir burun, eldivene rağmen buz tutmuş ellerle camları buğulanmış bir kapıyı iterek soft ışıklı, vanilya kokulu, sıcacık bir pastaneye girmektir, daha doğrusu girmekti. Antalya'da ne adamı kesecek ayaz var, ne de tanımını yaptığıma benzer bir pastane. Gençlik yıllarımda, Ankara'da kömür isi soluyup her adımda kayan kaldırımlarda patinaj yaparak, erken çöken karanlığa hava kirliliği de eşlik ederken ulaştığımız Akman Pastanesi'nin Kızılay'daki şubesi bir dost kucağı gibi sarardı buz kesmiş bünyemizi. Şimdi tamamen kapanıp yerine "Tarhanacı", evet yanlış okumadınız, tarhanacı açılan şube değil sözünü ettiğim. Kızılay'ın Sıhhıye'ye yakın bölümünde, Orduevi'nin hemen yanındaki şubeydi bu. O buz kesmiş yanaklar, eller içerinin ısısıyla karıncalanırken masalardan birine yerleşip hemen yanaşan garsondan salep istemenin keyfini şimdi en klas cafede bile bulamıyorum. 

Pastane kültürü başka bir şey, sevdiğim pastaneler birer birer kapanırken çocukluğuma ışınlanmak ve o mis kokulu, vitrinlerinde çocuklar için mücevher ayarında pastalar olan dükkanlara girmek istiyorum. Babam gençlik yıllarında çok kafa adamdı; şarkılar söyler, fıkralar anlatır, kimsenin aklına gelmeyecek ilginç el işleri yapar, turşular kurar, işyerindeki kadın arkadaşlarından aldığı tariflerle yemekler, tatlılar pişirirdi. İlk kabak grateni babamın elinden yemiştim mesela. Annem ne kadar gelenekselciyse babam o kadar yeniliklere açıktı. Arada bir aklına düşer elinde bir pastayla gelirdi: Prenses. Bazen de olmadık bir saatte "Hadi pastaneye gidelim" deyiverirdi. Annemin "Para saçacak yer arıyorsunuz" söylenmeleri bizi engellemez düşerdik yola, sipariş yine değişmezdi: Prenses.

Çokoprensin büyükannesi olan bu pasta muhtemel ki Yenimahalle'nin çok yakınlarda kapanan kâdim mekânlarından Avrupa Pastanesi'nin icadıydı. Hatırladığım ilk günlerden bu zamana kadar onlarca yıl dayanmış, sonunda pes etmişti. Prenses pastalara, horoz şekerlerine, şahane tostlara veda demekti bu. 

Sonra Vardar vardı, neyse ki hâlâ var, hem de o şahane dondurmasının kalitesi hiç değişmeden. Eşekli dondurmacıdan aldığımız saman külahlardaki dondurmalardan sonra ilk korneti bize Vardar tattırmıştı. 

Lise son sınıftayken Kızılay'da Üniversite Hazırlık Kursu'na gidiyorduk. Emektar troleybüs bizi vaktinden evvel Kızılay'a ulaştırdıysa üç arkadaş kendimizi Ziya Gökalp Bulvarı'ndaki "Sandviç"e atardık. Formika tezgaha dayanıp sosisli sandviçleri mideye indirir (ki bir daha böylesini asla yemedim), harçlığımız biraz fazla tutulmuşsa birer de supangle götürürdük. Yan taraftaki "Penguen Pastanesi" ise vitrinindeki kıpkırmızı elma şekerleriyle gözümüzü alırdı. Ne ara kayboluverdi bu mekanlar, yerlerini çul-çaput satan hepsi bir örnek mağazalar aldı bilmiyorum, orası biraz karışık işte. 

Gelelim yukarıda sözünü ettiğim "Akman"a, onunla müşerref olduğumda daha ilkokulda, belki de daha küçüktüm. Yenimahalle'den Ulus'a gitmenin "Şehre gitmek" ya da "Ankara'ya inmek" diye nitelendiği zamanlardı. Alışverişler ya Anafartalar Çarşısı'ndan-oraya gitmek eğlenceliydi, zira yürüyen merdiven vardı, seramiklerden haberdar değildim henüz-ya da Ulus İşhanı içindeki mağazalardan yapılırdı. "Dodanlı Yerli Mallar Dodanlı"nın apreli kumaş kokusu ile "Akman Pastanesi"nin tarçın ve vanilya kokusu çocukluğumun koku hafızasında nasıl yer etmişlerse bugün bile burnumun ucunda. Anneannem keyifli bir günündeyse "Akman"a sokar, "Birer boza içelim uşaak" diyerek garsonu çağırırdı. Ulus'taki o güvercinlerin kuğurdadığı, fıskiyelerinden akan suyun şırıldadığı pastane üniversite yıllarımın da vazgeçilmezi olacaktı. Okula yakındı ve bulabildiğimiz her boşlukta kıt öğrenci harçlıklarımızı birleştirip kahve ya da boza içmeye koşardık. 

Kızılay'daki şubeye artık çalışmaya başladığım ve cebimdeki paranın yeterli olduğu zamanlarda gider olmuştum. İş çıkışı, hele de yazdığım gibi soğuk bir kış havasıysa günün en keyifli saatlerine evsahipliği yapardı. Salep ya da boza, yanında ya meşhur Akman sosislisi, ya da yine spesiyal vişneli pasta. Yine kışın, Alman Kültür kursu öncesi buğulanmış camlarından Kızılay'ın ışıklarını seyrederek bir şeyler yiyip içtiğimiz Büyük Ankara Muhallebicisi'ni anmadan geçersem vefasızlık etmiş olurum. 

Oktay Akbal'ın 2. Dünya Savaşı yıllarını anlattığı "Önce Ekmekler Bozuldu" isimli bir kitabı vardır. Ben de "Önce Pastaneler Bozuldu" desem abartmış olurum elbette, memlekette bozulan onca hayati şey varken pastanelerden söz etmek biraz şımarıklık tabii ki. Gelgelelim o güzel günleri de özlemiyorum desem yalan olur...



26 yorum:

  1. Her Ankara'ya gidişte Akman da salep içmeden dönmezdik. Akman'ı unutmama nedenim galiba salep ve bozayı çok sevmem.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Akman'ın bozası gibisini hiçbir yerde içmedim daha...

      Sil
  2. Salep deyince benim de aklıma kar yağarken bindiğimiz vapurlar gelir. Öğrenciyken vapurda hiçbir şey satın almazdık pahalı diye ama kar yağıyorsa salep muhakkak içilirdi. Yaz kış üst arka açıkta , eldivenli ellerimiz salep fincanında ısınırken, denizin sadece karlı günlere mahsus özel turkuaz renginin tadını çıkartarak içtiğimiz saleplerin tadı başka hiçbir şeyde yoktur. Kar yağdığında gidip bineyim vapura diyorum hep ama hiç yapamadım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne kadar keyifli olduğunu hayal edebiliyorum kar yağarken vapurda salep içmenin, en kötü salep bile hoş gelir. Kar yağdığında yapın ne olur, beni de anarak...

      Sil
  3. Daha önce de bahsetmiştim, biz Ulus'ta bir otelde kalırdık, baba memleketine giderken mola noktamızdı, ben sadece o Akman'ı bilirdim. Şimdi sizin yazınızı okuyunca uzun zamandır düşündüğüm ama bir türlü fırsat yaratmadığım bir pastaneye salep içmeye gideceğim yarın, 1924 kuruluş yılı ve ben kendimi bildiğimden beri aynı yerde. Onun öbür köşesinde bir pastane vardı ki efsaneydi, ortaokuldaydık, bize servis yapan ve mekanın sahibi hanımefendi büyük ihtimalle Sovyetler Birliği'nden gelmiş bir Gürcü idi, heybetli ama biçimli bir kadındı... ama mekan, masalar, örtüleri, avizeleri olağanüstüydü ki salep fincanları saraylara layıktı. O günleri nasıl özlemeyiz. Tiflis'de bir pastaneye girmiştik, resmen bir ışınlanma yaşamıştık ve bu hanımefendiyi uzun uzun anlatmıştım:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne kadar güzel 1924'den bu yana durması o pastanenin, Ankara'dakiler birer birer yok oluyor, şimdilik dayanan bir tek Kızılay Flamingo var, o da pastaneden ziyade restorana dönüştü ama orada durması bile bir şeydir. Eskiden kalan her şeye sımsıkı yapışmalıyız ki koyup gitmesin, zira yeni gelenler onların yerini tutmuyor...

      Sil
  4. Nefis bir yazıydı. Ankara yazılarından ne güzel kitap olur Leylakım

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sağol canım benim, tembelliği bir bıraksam yapacağım da :)))

      Sil
  5. Ben "sahlep" diyorum ama doğru mu emin değilim öğretmenim :) Sahlep annemin en sevdiği şeylerden biriydi. Ben pek sevmem - sevmezdim -. Şimdi her kış acısını çekerim zamanında annemle içmediğim sahleplerin ve illa ki onun için içerim bir sahlep. Kısacası sahlep eşittir anne özlemi ve pişmanlıktır benim için ama bir yandan da geç de olsa annemle içermiş gibi içerek bir parça affederim kendimi değiştiremeyeceğim bir geçmiş için :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sanırım doğrusu da sahlep olsa gerek ama işte günlük kullanımda salepe alışınca yazımda da öyle kullanıp geçiyoruz. Anneniz için bir sahlep daha için, insan yapamadıklarına ne çok pişman oluyor. Yazıya almıştım ama sonra sildim, benim de annemle son pastane seferim Akman'a olmuştu. Hastaydı, hastane dönüş rastladığımız oğlum götürmüştü, vişneli pasta yemiştik, kalkacağımızda annemin hesabı ödemek için çantasını karıştırması ne zaman gözümün önüne gelse ağlamaklı olurum...

      Sil
  6. Vallahi yarın bana da çarşıya inip bir sahlep içmek düştü:))
    Eski pastahaneler maalesef yok artık. Lise yıllarımı geçirdiğim pastahane yerinde şu anda cep telefoncu var:))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ah o cep telefoncular, ağ gibi sardılar her yanı, benim en sevdiğim pastanenin yerinde de şimdi dönerci var. İçtiyseniz sahlepi afiyet olsun...

      Sil
  7. Penguen pastanesi var bildiğim sadece. Küçükken oradan minik lokmalık pastalar alırdı annem, bayılırdım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Penguen hala var ama pek gizli bir köşeye saklanmış. Ben de fizik tedavi için gittiğim klinik turları sırasında fark ettim. Güven Park'ın karşısında imiş meğer...

      Sil
  8. Ne çok isterdim senin yazdıklarının izinden gidip oralarda birer salep ya da kahve içmeyi, bir Prenses yemeyi... Ve ne güzel senden dinlemek Ankara'nın en güzel hallerini <3

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ah ben de ne çok isterdim birlikte gitmeyi, bu yaz bir Flamingo yapalım bari orası da kapanmadan...

      Sil
  9. Merhaba, sizinle minik bir tur attık yine Ankara sokaklarında, elleriniz dert görmesin.
    Çocukken ilk kez içtiğim salepin tadını unutamam. sonra hiç denk gelemedim o tada, bir daha o yaşta olamadığımdan galiba...
    Çocukken moralim bozulduğunda babam beni pastaneye tulumba+dondurma yemeye götürürdü :)
    Keyifli bir hafta olsun, sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çocukluğun etkisi mutlaka vardır ama eski tatları bulmak da zor artık biraz, her şey doğallıktan uzak artık. Babalar kızlarını mutlu etmek için varlar, ömürleri uzun olsun yaşayanların, gidenlere rahmet olsun. Çok teşekkürler ve sevgiler...

      Sil
  10. sahlep candır :) yazınız beni aldı, çocukluğuma götürdü öğretmenim. babam da oturup dururken "hadi kalkın" derdi, sonrası moda ya da beylerbeyi ya da bebek...ya sahlep, ya boza, ya bayıldığım milföy pastası, neyse artık...bazen de akşamları sokaktan geçen bozacıdan boza alırlardı ablamla babam. ben pek sevmezdim bozayı o zamanlar. oysa şimdi her gün içsem bıkmam...ve evet, önce hangisi bozuldu bilmiyorum ama, ekmekler, pastaneler, ve daha bir çok şey bozuldu ne yazık ki...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sokaktan geçen bozacı kış günlerinin alamet-i farikası, çok da güzel olurdu, yıllardır denemedim. Benim için boza her zaman Akman'dır, ne Vefa, ne Eskişehir Karakedi damağımdaki tadı vermedi. Her şey bozuldu Şulecim ya, her şey. Kalan birkaç şey bize kalsa bari...

      Sil
  11. Ben de bu Ankara yazılarını kitaplaştırmanız gerektiği konusuna katılıyorum. Bayıla bayıla okurdum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şu tembelliğimi yenersem belki olur Sezercim, sevgiler :)))

      Sil
  12. Prensesi ben oğluma ilkokula giderken alırdım beslenme çantasına illaki onu isterdi. Resimde yanında çatal var ama sanki sert bir şeydi kurabiye gibi hatırlıyorum. Hülya

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Pastanede yendiği için servis konmuş yanına, kesilebilir de aslında ya da ısıra ısıra yemek en güzeli :))

      Sil
  13. Akman'nın vişneli pastası gibi bir pasta bir daha yemedim.Kreması, vişnesinin ekşiliği, hala tadı damağımda.

    YanıtlaSil