Sayfalar

5 Mayıs 2022 Perşembe

BAYRAM BİTTİ, BUNALTI GİTTİ / 5 MAYIS

Allahım Yaleppim ne gadan da sıkıcı üç gündü. Davulcu da dahil kapıyı çalan olmadı, biz de son güne kadar açıp dışarı çıkmadık. Büyüklerden sonuncusunu da geçen yıl öbür aleme yolcu edince telefonla kutlayacak babamız bile kalmadı :( Neyse ki WhatsApp'tan bile olsa leylak uzatan bir minnoş vardı da onunla avunduk. 2,5 gün boyunca çok gezdim, ne salon kaldı uğramadığım, ne mutfak, ne yatak odası, ne oturma odası, ne banyo, ne balkon. Gez gez tabanlarım ağrıdı 😂O kanepeden bu koltuğa, o yataktan bu sandalyeye elimde kitap devrilip durdum. Kitabım da gündelik halime pek uygundu: "Dinlenme ve Rahatlama Yılım". Şimdi elinde bu kitap varken, kahramanı da narkotik ilaçları alıp alıp derin uykulara dalarken ben ne yapacaktım, koşuya mı çıkacaktım, spor mu yapacaktım. Tabii ki yan geldim. Laf aramızda kitap çok güzeldi, okuyum derim. 

Sonunda üçüncü günün öğleden sonrasında biraz kendimize geldik. Kocam Bey üst kattaki boru sızıntısından dolayı kabaran antre tavanını kazıyıp alçı çekerken kendisine yancılık yaptım. Tavan deyince minik bir bölüm, komple tavan değil tabii ki. İşlem tamama erince yemek yemek için dışarı çıkacaktık ki alt katımızda oturan yiğenler bayram ziyaretine geldi. Böylece ilk, tek ve son ziyaretçimizi ağırlamış olduk. Onları yolcu edince de çıktık evden, açık bulduğumuz bir mekanda karnımızı doyurup yürüyüş olsun diye dönüş yolunu uzatmaya karar verdik. Sonra ayaklarımız bizi parka götürdü, iyi ki de götürdü. Pek güzeldi. 

Bu ağacın adı yalancı orkide. Rüya gibi oluyor tamamı açınca. Hafta sonu da jakarandaları görmeye öbür parka gideceğim. Bize Ankara yolları göründü, şehri hafızaya almak gerek giderayak.

Sarı kızlar açmıştı, birazcık topladım. Onlar da falezlerin önünde poz verdiler.

İlkbahar muhteşem bir mevsim, dağ, taş yeşeriyor, şenleniyor. Hava kararmak üzereyken eve döndük, kapıdan girer girmez de çayı ocağa koyduk. Bayramda eve çakılıp kaldık ama arife günü uzun uzun yürüdük, eve dönünce telefon sayacında 15 bin adımı görünce ağzım açık kaldı, protezlerime kocaman bir maşallah çektim. Antalya'nın en eski parkıdır Karaalioğlu Parkı. 1975'de Antalya'ya kampa geldiğimizde hayran olmuştuk. Eh bozkır insanıyız, envai çeşit ağaç ve bitki, palmiyeler, parkın bitimindeki deniz, miradorlar, girişteki güzel evler aklımızı başımızdan almıştı. Gün gelip palmiyelere sinir olacağımı düşünmemiştim tabii ki 😃 Park o günden bu güne biraz yıprandı, daha güzel başka parklar açıldı ama yine de yeri ayrıdır. Uzun zamandır gitmiyordum, haydi dedim arife günü, gidelim bir dolaşalım, bakalım ne durumda. Hâlâ toplu taşıma kullanmadığım için tabana kuvvet yaptık, evle arası epey mesafeli, yordu haliyle. Yol üstü Kadın Yarı'na bir göz attık, hava pırıl, manzara nefisti:
 
Parka ulaştık ama öyle yoruldum ki aman bir yere oturalım dedim. Ben beni bildim bileli pasaklı, servisi tatsız ama manzarası şahane olduğu için onu pazarlayan park içi cafelerden birine oturduk. Koltuk minderlerinin üstü lekelerle doluydu, gönülsüzce oturdum, masa desen farklı değil. Üstüne üstlük gelen menüdeki fiyatları da görünce beter yoruldum, buradan ayrılırsam daha çok dinlenirim dedim ve kalktık. Park içine Ramazan nedeniyle festivalimsi bir şeyler yapılmış, tam bir curcuna idi. Sonunda yeni açılan bir cafe gördük, narenciye ağaçlarının altında, koltukları, masaları düzenli, servisi elemanı da kadın olan, "Oh be!" diyerek yerleştik. Fiyatları da diğer mekanın neredeyse yarısı ölçüsündeydi. Bir güzel dinlendik.

Parka Üçkapılar'dan girip Kaleiçi boyunca yürüyerek ulaşırsanız sizi bu manzara karşılar, bunca senedir Antalya'da yaşıyorum, her seferinde büyülenirim bu görüntüye. Sağ taraftaki yarısı, hatta çeyreği  görünen bina 2. Yüzyıldan kalma Hıdırlık Kulesi. Yanında arkeolojik kazı yapılıyor. Antalya'ya geldiğimiz ilk yıllarda o kalıntıların üstünde bir çay bahçesi vardı, hemen her hafta sonu gelir, Bey Dağları'na karşı çayımızı içer, çay bahçesinin tam karşısındaki küçük Lunapark'ta da oğlumu oyuncaklara bindirirdik. O bahçe uzun süre faaliyetini sürdürdü, sonra yıkıldı, yeri yeşillendirildi. İki üç yıldır da kazı alanı oldu. Bakalım kazıldıkça neler çıkacak. 

Dönüşümüzü Kaleiçi'nden yaptık. Yüzlerce defa gittim belki, hâlâ hiç girmediğim sokaklar olduğunu görüyorum. Eğlenceli bir labirent gibidir Kaleiçi sokakları, karşınıza her an bir sürpriz çıkabilir.


Eve pestilim çıkmış bir şekilde dönmüşsem de değdi doğrusu. 

Bayram boyunca her sabah "Başka Sinema Online"dan satın aldığım filmleri izledim. İlk gün Fran Kranz'ın yönettiği ABD yapımı "Buluşma"yı seyrettim. Bir okul baskınında ölen ve öldüren çocukların ailelerinin biraraya gelişini konu alan bir filmdi. Uzun ve dialog ağırlıklı bir film olmasına rağmen sarsıcı idi. İkinci günün filmi Sean Penn'in yönetip kızı Dylan Penn ile birlikte rol aldığı "Flag Day/Bayrak Günü" idi. Gerçek bir öyküden uyarlanmış filmde kalpazanlık ve düzenbazlık yapan bir adamın öyküsü kızı tarafından anlatılmakta idi. Bayramın son gününün kısmetine Avusturalya yapımı "Nitram" düştü. Zihinsel özürlü bir gencin-Nitram'ın- 1996'da Tasmania'da gerçekleştirdiği Port Arthur Katliamı'nı konu alıyordu, bu da gerçek bir olaydan uyarlanmış ve başrol oyuncusuna Cannes'de En İyi Oyuncu Ödülü getirmiş. Doğrusu filmlerin üçü de tam bayramlıktı; kan, kin, sahtekarlık, ölüm ne ararsan otuziki kısım tekmili birden maşallah 😖

Bir bayramı da sıkıcı bir şekilde eda ettikten sonra artık yavaştan Antalya ile veda turlarına başlamak durumundayım. Haydi bakalım ya kısmet...






7 yorum:

  1. Gerçekten de değmiş :) Garı atladı'da yine gözüm kaldıysa da, o sarı güzellerin poz verdiği yer de çok şahane. Senin kamerandan tüm buralar ıssız ve muhteşem gözüküyor, sanki kimsecikler yok, sanki henüz keşfedilmemiş bir güzel bu Antalya! Demek yolculuk zamanı yaklaşıyor, o zaman daha foto daha foto doymadık doyamadıııık ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Valla Cerencim iki gün o kadar sıkıldım ki ilaç gibi geldi o son günün park yürüyüşü. Gitmeden sana biraz daha foto depolarım, zira sevdiğim mekanlara veda ziyaretleri yapacağım :) Ayrıca 2-3 buluşma gerçekleştireceğim ki hepsi denize nazır. Aslında tam mevsimi şehrin ama Kocam Bey torununu çok özledi, gözü yollarda. Bugün de çok sevdiğim, sen yaşlarda bir arkadaşımla şahane manzaralı bir yerde kahvaltıdaydık, benim bayram bayram sonrası başladı :)) Yarın oradan da fotoğraflı bir yazı yaparım. Sarıldım sana...

      Sil
  2. Her yazınızda Antalya'yı biraz daha sever oluyorum ki ben nedense hiç sevmezdim Antalya'yı. Çok iyi bildiğimden değil, bildiğim kısımları pek hoş olmadığından sanırım ama sizin anlattığınız, fotoğraflarını paylaştığınız şehir kafamdakinden çok başka. Ön yargılarım eriyip gidiyor her fotoğrafla birlikte :) Her an bir Antalya hayranına dönüşebilirim sizin yüzünüzden :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sanırım Cehennem sıcağı ve nemi olan bir yaz günü geldiniz Antalya'ya, inanın yazın ben bile tahammül edemiyorum onca sevdiğim şehre, o yüzden dört ay kaçıyorum Ankara'ya. İnsanı hayattan bezdirir o sıcak ve nem. Ama diğer zamanlar gerçekten muhteşem bir şehirdir, hele baharda. Sadece doğal güzellik değil, sanat ve kültür açısından da şahanedir. Pandemi biraz mesafe koydu bu konuda aramıza ama o kadar ulaşılabilir noktalardadır ki, bir kere festivaller bitmez. Tiyatro, sinema, konser, bale, opera elinizin altındadır hep, bazen yürüme mesafesinde. Yaz dışında gelin bir vakit, mümkünse Mayıs'da, inanın seveceksiniz...

      Sil
  3. Antalya fotoğraflarınız çok güzel. Ben Antalya'ya hep Mayıs, Eylül, Ekim aylarında gittim..Her seferinde şahaneydi..Daha çok fotoğraf ne kadar güzel olur. Ellerinize ayaklarınıza sağlık.

    YanıtlaSil
  4. Fotoğraflara bayıla bayıla baktım yine, Leylakcığım. İki gün evde oturmak yaramış diyeceğim, nerdeyse. Gezme enerjin artmış bu sayede. :))

    YanıtlaSil
  5. Merhabalar.
    Geçmiş bayramınız mübarek olsun. Fotoğraflar çok güzeldi. Emeğinize sağlık. Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil