Sayfalar

30 Eylül 2021 Perşembe

ANTALYA'DAN SEVGİLER / 30 EYLÜL

 Diz Üssü Alfa'yla vedalaştık pazartesi günü, "merak etme" dedim, "seninle muhabbetimiz bitmez, en kısa zamanda, olmadı yazın tekrar görüşeceğiz, yeter ki sağlığımız yerinde olsun". Saat 11.00'de çocuklarla buluşup arka arkaya yola düştük. Henüz dizleri tam anlamıyla sağlığına kavuşturamadığım için bir hayli endişeli bindim arabaya, onca yolu nasıl gideceğim diyerek. Neyse ki bir miktar ağrı dışında fazla sıkıntı vermedi. Dört aydır o kadar bunalmışım ki normalde ruhumu daraltan, bitmez tükenmez Sivrihisar-Bayat arası bile gözüme eğlenceli göründü, en çok bulutları izledim:



Seydiler'deki peri bacaları benzeri bu kaya oluşumu çok ilgimi çekiyor, mağaralar, ilginç kaya şekilleri var ve sanırım tesis yapılıyor yanına. Umarım bir gün yakından görme imkanı bulurum.  

Molayı her zamanki gibi İkbal'de verdik, cümle tatilciler İkbal'e hücum etmişti. 1,5 yılın üstüne ilk kez yemek yedik yolüstü tesisinde. Restoran kısmında masa bulamadık, kapalı mekanı da içimize sindiremedik. Self servis terasında mesafeli bir masaya yerleştik. İkbal fiyatları temelli uçurmuş sağ olsun, porsiyonları da tam tersine küçültmüş. Meşhur ekmek tatlısı da eski kalitesinde değil, vişne suyu yerine gıda boyası kullanıldığı çok belli ve sanırım bir miktar glikoz da tatlandırıcı olarak işlev görmekte. Yıllardır gidiş-dönüş yediğimiz ya da yanımıza aldığımız için tadındaki ve görünüşündeki değişikliği gayet iyi teşhis edebiliyorum. Yemek üstü kahvemizi kağıt bardak tercih ettiğimiz için başka bir mekanda içip farklı yöne gidecek çocuklarla vedalaştık ve vurduk kendimizi Antalya yoluna. 

Sandıklı ile Keçiborlu arasında rüzgar türbinleri var, önceleri çok severdim onları. Ne zamanki Antakya'da Simon Manastırı'na akşam çökmek üzereyken çıktık ve türbinlerin tam dibinden geçtik, fena halde ürktüm. O kadar kocamanlar ki yakından ve karanlıkta yanıp sönen kırmızı ışıkları ile masallardaki devlere benziyorlar. Çıkardıkları sesten hiç bahsetmeyeyim, kuşların bile ödü kopuyormuş ama uzaktan pek estetik ve zarif görünüyorlar. 

Afyon'dan sonra yolu yarılayınca daha bir rahatlıyor insan. Sıcaklık da o ölçüde artıyor, Burdur'dan sonra iklim değişip Akdeniz oluyor ama Burdur Gölü de giderek yok oluyor. Uzaklarda mavi-beyaz bir çizgi şeklinde hayal meyal görüyoruz artık. 40 yıldır bu yoldan gider geliriz, her seferinde biraz daha uzaklaşıyor göl bizden. 

Yol manzaraları yaklaştıkça yeşeriyor, Çeltikçi Beli'ni aşınca mahallemize gelmiş gibi oluyoruz. Eskiden tam belin başında İsviçre şalelerini andıran çok güzel bir ev vardı, yol değişince ev görünmez oldu, yerini ufak çaplı bir pazar aldı. O pazar her gün mü kuruluyor, biz pazarın olduğu gün tesadüfen yolda mı oluyoruz tesbit edemedim. 

Sonunda Çubuk Beli'ne ulaştık. Antalya'ya gelişin nirengi noktası, tırman ve in. Pek de güzel bir türküsü vardır:


 Biz Antalya'ya girerken güneş de Beydağları'nın ardında batmaya hazırlanıyordu. Çok özlemişim dağları, sevdiğime kavuşmuş gibi oldum. 

Eve ulaştık ulaşmasına da tam karşımızdaki adada üç apartman rantsal dönüşüm nedeniyle daha biz Ankara'ya gitmeden boşalmaya başlamıştı. Ben de yokluğumuzda yıkılır, gürültüsü, tozu biter diye düşünmüştüm. Pek iyiniyetliymişim. Bizi bu zevkten mahrum etmemek için 4 ay beklemiş ve şerefimize kepçeleri sokmuşlar. Sabahın sekizinde gümbür gümbür seslerle uyandık. Daha tam karşımıza gelemediler, bir haftaya sıra oraya gelir, çok mutluyuz, kutluyuz. Uzun zamandır toza ve gürültüye hasret kalmıştım. Ankara'da tavuk döner kokusundan yılmıştık, burada daha güzelini bulduk. 

Ben gelmeden ayarlayıp evin temizliğini yaptırmıştım, güzel de yapmış sağolsun yardımcım, perdeleri de yıkamış. Ne kadar temiz eve geldimse de yeri değişen objeleri eski yerine koymak, valizleri boşaltmak, çamaşır yıkamak, sanal marketten gelen siparişleri yerleştirmek temizlik yapmış kadar yordu. 3 aylık prenseslikten birdenbire kahya kadın moduna geçiverdim. Dizler bu konudan pek memnun kalmadı haliyle ama kendilerinden özür dileyerek "geçici bir durum, idare ediniz" ricasında bulundum. 

Sonra çocuklar geldi, tabii minnoşumuz da. Birlikte uzun bir aradan-muhtemelen bir yıl-sonra Falez Park'a gittik. Bir yıl önce yine onlarla gitmiştik, sonra da benim dizler su koymuştu. Parkta Altın Portakal Film Festivali hazırlıkları vardı, içim gitti. Bu yıl yine bensiz geçecek ne yazık ki. Hem pandemi, pandemi de bir yana, dizler izin vermeyecek. Nasıl keyiflidir oysa o festival haftası. Bir salondan diğerine koşturmalar, bir filmden çıkıp diğerine girmeler, canlanmış, rengarenk, ışıklı mekanlar, oyuncularla birlikte izlenen filmler, film çıkışları ekiple yapılan söyleşiler, arada iki lokma bir şeyler atıştırmalar, bilet telaşları, katalog incelemeleri, yıllardır Ekim ayının rutini haline dönüşmüştü. Kahrol pandemi bizi nelerden mahrum bıraktın. 

 Altın portakallı kızımız sizce de biraz yaşlanmamış mı? Kolay değil, 58 yaşını eda ediyor bu yıl. Bir önceki belediye zamanında festival devam ediyordu ama ne hikmetse adındaki "Portakal" ibaresi kaldırılmş, Altın Portakal heykeli de muhtemelen göğüsleri açıkta olduğu için müstehcen görülüp siyaha boyanmış ve soyut hale getirilmişti. Neyse ki "Portakal" ibaresi de, eski heykel de geri döndü. 

Parkımız sizce de çok güzel değil mi, mercan ağaçları ikinci parti çiçeklerini açmışlar, günnükler sararmaya, manolyalar yakuta benzeyen kırmızı tohumlarını büyütmeye başlamışlar. 

Ankara'da eve kapanıp kalmaktan dünyayı unutmuşum, yorulsam da gözüm gönlüm açıldı. Çorapları, atletleri, hırkaları çıkarıp tekrar sıcağa geçiş yaptık, kapıları pencereleri fora ettik. Hala yaz havası taşıyan, festival için ışıklandırılmış parkı geride bırakıp eve doğru yola koyulduk.









24 Eylül 2021 Cuma

DİZ ÜSSÜ ALFA'DA BİLDİRİYORUM / YILDIZ TARİHİ 24 EYLÜL

Bugün Diz Üssü Alfa'dan çıkmak durumunda kaldım, zira saçlarımın kesim zamanı gelmişti. Sabah erken saatte tenha olacağını düşünerek Füreya'yı alıp yola düştüm. Lakin hain Füreya merdivenden inerken tuzak kurdu bana. Tam da "Yaşasın, artık merdivenden nisbeten rahat iniyorum" diye düşünüyordum ki Füreya kaydı. Kendi kendime nazar değdirmek böyle olur, bereket toparladım, trabzana tutunarak düşmekten son anda sıyırdım. Kime söylesem "Dikkat etsene" diyor. Arkadaş benim dikkatimle olmuyor, henüz kıvama gelmedi yürüyüşüm, her an boşalıverme ihtimali var dizlerimin, normal insanlar gibi rap rap basamıyorum. Üstelik bu defa kabahat bende değil Füreya'da idi, böyle devam ederse onu da Aliye gibi emekliye ayıracağım görecek gününü. Beni korusun diye aldım, kendini korumaktan aciz, sarsak şey 😀

Neyse verilmiş sadakam varmış, toparladım, "istikamet kuaför" diyerek yürüdüm. Eve yakın zaten, ortalık tenha idi, karşımdan sigara tüttüren bir gençten başka kimse gelmedi, ben de ayılmadım vaziyete. Tam kuaförün kapısına geldim ki jeton düştü. Maskem yok, amanın ben nerelere gidem 😀 Eve dönüp alsam diye düşündüm ama ne yolu, ne merdivenleri inip çıkmayı gözüm yedi. Kuaföre seslendim "Bana bir maske veriver" diye, onda da yokmuş, arkadaş al bir kutu koy tükkanına, benim gibi şaşkınlar gelebiliyor netekim. Neyse tanışız kendisiyle ya, "Ten otur abla, ben marketten alır detiririm" dedi. Az sonra fareyi kuyruğundan tutar gibi lastiğinden tuttuğu bir maskeyle geldi. Normal şartlarda insan eli değmiş maskeye zinhar yaklaşmam ama mecburiyetten taktım. Sonuçta kuyruğundan tutmuştu di mi 😀 Bugün salaklığıma doymayım ben. Maskemi takınca oturdum koltuğa, "Kısa kes" dedim, "Aydın havası olsun", anlamadı, şaşkın şaşkın bakarken, "saçımı" dedim, "epeyce kısalt, Antalya'daki kuaförüm çok kalabalık oluyor, pandemide gidemiyorum, beni idare etsin bir dahaki gelişime kadar". "Peti abla" dedi, koltuğumu çekti ve akabinde televizyonu açtı. Niyeyse böyle bir huyu var, müşteriyi oturtur oturtmaz TV'yi açıyor, oysa ben deli oluyorum TV sesine. Sonra "kırt kırt" kesmeye başladı. Sohbet ederken dizlerimden ameliyat olduğumu öğrendi ve "Olmataydın keşke abla" dedi. "Tüh, keşke önce sana bi danışsaydım" diyemedim tabii ki. "Niye?" dedim. "Babamın ditleri de öyleydi, çok zorluk çekti" dedi, "Ameliyat oldu mu?" dedim, "Hayır" dedi. Eee o zaman noliy? Üstelik adam öldü geçen yıl. "Tüh tüh"etti durdu kesim boyunca, dizlerimin haline ben kendim bile bu kadar üzülmemiştim. Konuyu değiştirmek için küçük kızını sordum, "Otula didiyordu ama hatta oldu, bu hafta evde" dedi, salgın varmış, grip olmuş. Grip gerçekten salgınmış yalnız, millet maskeleri çıkarınca grip hortladı. Bir de havalar ani değişti, bünye uyum sağlayamadı. Sonra TV'deki ekonomi programına istinaden geçim sıkıntısından bahsettik, "parra, parra, parra" dedik, "o da bizde yok" dedik. Rü.çhan Çam.ay'ın şarkısı vardı "Parra, parra, parra" diye. İki gün önce yaşam öyküsünü okudum, şarkıyı hatırladım. Çam.ay aleni uçan daire hastası, sürekli uçan daire gördüğünden, böylece bazı olayların kendine malum olduğundan bahsediyor kitapta. Fena halde spiritüel bir ruh haline girmiş. Cinler, uzaylılar, ruh çağırmalar falan gırla gidiyor, amanın evlerden ırak 😀 

Konuşa konuşa kesimi bitirdik, yerde bir yastık dolduracak kadar saç birikti. Şaka maka epeyce de kısa kestirmişim, nasılsa kökü bende uzar gider. Zaten gübreye dikilmiş gibi uzayan bir saç türüne sahibim, ayda iki santim saç mı uzar yahu, buna boya mı dayanır? Sanırım birkaç ay kuaföre uğramam. Vedalaştım kendisiyle, "Dittatli ol abla" diyerek uğurladı beni sağolsun. 

Bugünlük bu kadar yeter, bir dahaki sefere Antalya'da görüşürüz diyerek veda edeyim, gidip günün son egzersizini yapayım. Şu mavi çam da size yoldaşlık etsim:



18 Eylül 2021 Cumartesi

DİZ ÜSSÜ ALFA'DAN BİLDİRİYORUM / YILDIZ TARİHİ 18 EYLÜL

Ne yazacağımı bilmeden geldim buraya, maksat blog mahzun olmasın. Günlerim hem birbirinin benzeri, hem de her gün ayrı bir atraksiyonla geçiyor. Kırk yılın başı kardeşim ayarttı, "yeter evde oturduğun, atlayın taksiye gelin, açık havada bir yemek yiyelim bari dedi". Taksiye atlayacağız mecburen, zira fizik tedavi dönüşü arabamıza arkadan vurdular. Bagaj kapağını içeri göçertip bizi bir güzel salladı, iyi ki önde oturuyordum aksi takdirde dizleri ön koltuğa çarpmam işten değildi. Devasa bir araçtan inen sürücü sanki çarpan bizmişiz gibi "Geçmiş olsun!" dileklerini sundu. Yahu geldin, durup dururken vurdun, bir dünya hasar yaptın, sonra da pişkin pişkin "geçmiş olsun" diyorsun. Burada kullanılması gereken replik "Özür dilerim" olmalıydı. İnsanlık hali olabiliyor böyle şeyler ama ama insan karşıdan daha farklı bir yaklaşım bekliyor. O "geçmiş olsun" lafını duyunca içimden bir canavar çıktı arkadaşlar. Veryansın ettim adama, zaten fizik sonrası yorgunum, dizler perte çıkmış, ağrılıyım, hava berbat sıcak, tam öğle vakti, kendimi kontrol edemedim. Bir dünya laf saydım ama adamın umurunda olmadı, sanırım tecrübeli bu konularda, sık sık birilerine çarpıyor, kendine bir tavır geliştirmiş. Tabii ondan sonra tutanağıydı, fotoğrafıydı şuydu, buydu derken bir saatten fazla ayakta bekledik. Kasko vardı ama araba hala serviste, çıkamadı. O nedenle fizik tedavinin kalan seanslarına da, gideceğimiz başka yerlere de hep taksi kullanmak zorunda kaldık. Neyden kaçarsam başıma geliyor. Bunca zaman toplu taşıma, taksi kullanma, sonra da mecburiyetten taksiden inme. Her ne hal ise, can sağlığı diyerek devam ettik hayatımıza. İşte o nedenle taksiye binerek kız kardeşle buluşmaya gittik. Açık havada bir yemek yedik aylaar (hatta 1,5 yıl) sonra. Sonra da dizleri yormadan Füreya (kendisi bastonum olur) yardımıyla küçük bir yürüyüş yaptık. Ameliyattan bu yana bir-iki cafe kaçamağı hariç en önemli atraksiyonum bu oldu. 


Farkına varmadan şunun dibindeki bir masaya oturmuşuz, kader biliyor beni nereye konuşlandıracağını 😃 Çiçekleri kurumuş olsa da sonuçta leylak ağacı 🌸

Gündelik rutin eylemlere devam; kitap oku, egzersiz yap, Toyblast oyna 😃 Bunlara bir de katarakt ameliyatı olan kocanın gözüne belirli aralıklarla damlatılacak damlalar eklendi. Gözüm sürekli saatte. "Aa damla zamanı, aman geçmesin", damlayı damlatınca "haydi senkronize olsun, egzersizi de yapıvereyim", egzersiz bitti, "ama yoruldum, şöyle uzanıp iki şeker patlatayım", canlar bitince, "benim kitabım neredeydi?". Budur işte, günlük bilançom bundan ibaret 😃

Ankara birden serinledi, tadı kaçmaya başladı. Sanırım önümüzdeki hafta sonu Antalya'ya doğru yol görünecek. Şimdilik uzaktan kumanda ile temizlik çalışmaları organize etmekteyim. Pandemi nedeniyle yardımcı almıyordum, kendim de yapamıyordum, evin gündelik kirinin üstüne bir de yokluğumuzdaki eklendi, balkonlar kimbilir ne halde, karşıdaki binalar rantsal dönüşüm nedeniyle yıkılacaktı, ne güzel toz olmuştur her yer. Arkadaşım sağolsun, benim adıma gerekli ayarlamayı yapacak, zira ben gidip serilmek istiyorum, toz alacak bile halim yok. Belki bir dahaki blog yazısını Antalya'dan yazarım. Şimdilik kalın sağlıcakla...



7 Eylül 2021 Salı

DİZLERİMLE SOHBETLER (7 EYLÜL)

Bu aralar bende vakit "namütenahi". Gençler için açıklama: "Sınırsız, sonsuz". Reşat Nuri'nin rahle-i tedrisinden geçmiş bir ilkokul öğretmenim, lisede bu sözcüğü çok fazla kullanan bir edebiyat öğretmenim olunca ve üniversitede "Türkçe'de Arapça-Farsça Unsurlar" dersinden pek keyif alınca eski kelimeleri kullanmayı seven bir şahsiyete dönüştüm. Evkaftan mütekaitlik sonrası daha çok kullanır oldum mirim 😃 Şamata bir yana lisede sadece Türkçe ve Edebiyat öğretmenlerimi sevdim, üstelik fen kolundaydım. "Namütenahi" sözcüğünü çok kullanan öğretmenim bir efsane idi. Orta yaşını terk etmek üzere ama cami yıkılsa da hem mihrap, hem minber, hem son cemaat yeri yerinde, çok hoş bir kadındı. Sarı saçlarını alın üstünde bombeli, eski moda bir topuzla toplar, hafiften kırışmaya başlayan beyaz tenine çok yakışan kıpkırmızı bir ruj sürer, uzun tırnaklarını da rujla aynı tonda kırmızı oje ile renklendirirdi. "Namütenahi" sözcüğünü söylerken sağ elinin parmaklarını havada dalgalandırırdı. Hepimiz nefesimizi tutup onun elinin kızıl yansımalar bırakan hareketlerini izlerdik. Kelimenin unutulmaması için oldukça estetik bir atraksiyondu haliyle. Değişik renklerde giydiği döpiyesleri-yoksa tayyör mü demeli-genelde demode idi ama ona ayrı bir hava verirdi. Hiç moda olmadığı halde omuzlarını olduğundan geniş gösteren vatkalı ceketleri beline sımsıkı otururdu. Yılan derisi stilettolar giyer, aynı deriden çantalar taşırdı, müthiş zarif görünürdü. Bize okumak ya da göstermek için evinden getirdiği kitaplar bile ayrı bir şıklık, ayrı bir hava taşırdı. Çağdaşlarım bilir, belki hala vardır edebiyat kitaplarında, Süleyman Çelebi'nin "Mevlut"unu incelerdik konulardan birinde: "İndiler gökten melekler saf saf/Kâbe gibi kıldılar evin tavaf". Evden elyazması, eski Türkçe bir Mevlut getirmişti, kırmızı deri kaplı, yan tarafları tezhiplerle süslü nefis bir kitaptı. Hatta sınıftan bazıları çantasından çıkarırken "Hoca derse çikolata getirmiş" demişti 😃 Hâl böyle olunca bu kadının en çok kullandığı kelimeyi unutmak imkansızdı tabii ki, cümle içinde kullanıverdim işte ve cânım Süeda Hanım'ı da anmış oldum, huzurla uyusun...

Bu aralar dizlerimle aram şeker renk, kendilerine bir miktar kırılmış olabilirim. Çektiğim onca eziyete karşılık hâlâ iyileşmemekte direniyorlar. Geçen gün aldım karşıma konuştum, önce soldan başladım. Yılanın başı o zira. Dedim ki: "Bak dostum, şurada doğduğumuz günden beri birlikteyiz. Tamam biraz gezip tozmayı seven, biraz eline ayağına çabuk, hareketli bir insanım ama yine de elimden gelen özeni gösterdim. Birkaç kere senin üstüne düşmüş olabilirim, inan kötü bir niyetim yoktu, hep inşaat çukurları, kaygan zeminler, buzlanma vs sebep oldu, biraz da moda. Gençliğimizi bilirsin, epa terlikler çok modaydı, sanki çok kısaymışım gibi boyumu 15 santim daha uzatmak için derdim neydi ki, ikide bir burkulur, ikide bir düşerdim. Bu konuda boynum kıldan ince ama o yaşlar bildiğin gibi biraz insanın aklının bir karış havada olduğu yaşlar, insan pek geleceği göremiyor. Sonrasında intikamını pek fena aldın zaten. İsteğim hilafına Cevriye'yi kiracı alıp oturttun, tüm ikazlarıma rağmen de tahliye etmedin. Yetmedi, sağ taraftaki kardeşini ayartıp ona da Cevriye'nin kardeşi Tevriye'yi yerleştirdin. Mal sahibine sormadan diz mi kiraya verilir, hangi kanunda yeri var? Yaptığınız tüm terbiyesizliklere edebimle katlandım, dördünüz bir olup canıma okudunuz, geceleri uyutmadınız, gündüzleri yürütmediniz. Ağrısıyla sızısıyla hayatımı zindana çevirdiniz. Bana başka çare bırakmadınız, sonunda resmi kanalla tahliye ettirdim Cevriye'yi de, Tevriye'yi de. Muhtemelen hastanenin köpeği yemiştir ikisini de 😃 Sizin yüzünüzden her bir dizime birer kiloluk ağırlık yerleştirdiler. Çektiğimi ben bilirim. Geçtim ameliyat sıkıntısını, sonrasında yediniz bitirdiniz beni yahu. Cevriye, Tevriye gitti, ağrılar bitti diyeceğim, nerdeee? Stajyer protezlerin asaletleri bir türlü tasdik edilemedi. Kaslarınızın terbiyesini verin, anlaşsınlar artık birbirleriyle. Fizik tedaviyi geçtim günde dört defa egzersiz yapıyorum kardeşim, daha ne yapayım? Kazara boş bulunup diz üstü çökecek olsam hemen toparlanıp özür diliyor, okşayıp seviyorum ikinizi de, ne şımarık, yola gelmez şeylermişsiniz yahu, canımdan bezdirdiniz. Bu yazı burada dursun, üç vakte kadar yola girmezseniz ben size yapacağımı bilirim, o kaa!"

Aramızda kalsın, ne yapabileceksem, ancak egzersiz yapabilirim 😃😃😃

Egzersizlerden artan namütenahi vakitlerimde bol bol kitap okuyorum. Thomas Bernhard okumaları yaptım 5 gün boyunca, kendime 10 gün tanımıştım ama 5 günde bitirdim. En kalını 94 sayfa olan 5 kitap, çocukluk ve ilk gençliğini anlatmış: "Neden", "Kiler", "Soğuk", "Nefes", "Çocuk". Aman yarabbim ne zor, ne sıkıntılı bir hayat. Bir yandan savaş, bir yandan maddi sıkıntılar, bir yandan yaşıtlarınca dışlanma, büyükbaba dışında kendi dertlerine düşmüş ilgisiz ebeveynler, bunlar da yetmezmiş gibi akciğer kaynaklı sağlık sorunları. Gerçekten dirayetli adammış bunca derdin içinden sağlam çıkabilmiş. Adamın hayatındaki zorluklar kitabın okunmasını da zorlaştırıyor haliyle incecik olmalarına rağmen, iç sıkıntısıyla okuyup bitirdim hepsini ama yaptığım okumalardan memnunum esasen.

Şimdi elimden kardeşimin verdiği, Oya Baydar'ın "80 Yaş, Zor Zamanlar Günlükleri" var. Biraz gecikmeli bir okuma aslında, kitap geçen yılın sonunda çıktı, pandemiyle birlikte Marmara Adası'nda geçirdiği zamanları 80 yaş süzgecinden geçirerek, zaman zaman geri dönüşlerle anlatıyor. Okurken pandeminin ilk zamanlarında yaşadığım panik hallerini hatırladım. Galiba yavaş yavaş alışıyorum bu duruma, geçen yılki korkularımla karşılaştırınca epey yol kat etmişim. Açık havada bir cafeye oturup kahve bile içiyorum artık. "Oya Baydar'ın hakkında bilmediğim ne kaldı ki?" diye düşünerek başlamıştım ama bu daha ziyade gündemle ilgili bir kitap olmuş.

Böyleyken böyle dostlar, baki selam, egzersizlere devam. Şu çiçeği de koyayım konuyla ilgisiz de olsa, hiç olmazsa içiniz açılsın, nerede çektim, ne zaman çektim, başkası mı çekti, zerre hatırlamıyorum. Kaslı, diri dizler yapayım derken kafayı yitirdim, Jean Paul Belmondo da ölmüş zaten 😔




1 Eylül 2021 Çarşamba

DİZ ÜSSÜ ALFA'DAN BİLDİRİYORUM / YILDIZ TARİHİ 1 EYLÜL

Dün sabah (yine sabahın köründe) uyandığımda aklıma bahar aylarında online izlediğim "Ferhangi Şeyler"in 2000. gösterisi düştü. Ferhan Şensoy'un kırmızı çizgili tişörtü geldi gözümün önüne, gülümsedim. Sonra telefonu aldım elime ve şok! Ben çok korkuyorum bu hissikablelvuku olayından. Bunca zaman aklına gelmesin, adamın öldüğü gün onun oyununu düşünerek uyan. Ermiş falan olmak istemiyorum, mümkünse hiçbir şey malum olmasın bana, rüya da görmeyeyim. 

Ferhan Şensoy'u çok severdim, özellikle de kitaplarını, hemen hepsini büyük bir keyifle okudum, özellikle yaşam öyküsünü anlattığı "Kalemimin Sapını Gülle Donattım" ve "Başkaldıran Kurşunkalem"e doyamamıştım, daha devamı gelecek diye beklerken sen kalk git 😔 Bence Türk tiyatrosunun en zeki adamını kaybettik, ne diyeyim huzurla uyusun, çok üzgünüm.

Fizik tedaviyi de bitirdik sonunda. Yeteri kadar elektriklendik, ağırlık kaldırdık, diz açılarımız ölçüldü, tünek tavuğu modunda yürüdük. Sonra egzersizlere inek öğrenci tadında devam etme sözü vererek mezun olduk 😃 İşin esası çok bıkmış ve sıkılmıştım. Bu yıl ömrüm fizik tedavi merkezlerinde, hastanelerde, doktor muayenehanelerinde geçti. Dünya yüzü görmedim desem yeridir. Buna da şükür, ne diyelim. Ameliyatın üstünden 2 ay geçti, dizimle yakından ilgilenen doktor, fizyoterapist ve yardımcı görevliler, gelişimimin iyi olduğundan söz ediyorlar ama ben hala şüpheliyim. Ağrılarım tam anlamıyla geçmedi, uzun süre ayakta kalamıyorum, yürümelerim kısıtlı ama bu sürecin böyle yürüyeceğini baştan biliyordum. Doktorum tam anlamıyla iyileşmemin 1 yılı bulacağını belirtmişti zaten, aşama aşama toparlıyorum, elbette ki başlangıca göre iyiyim ama düşündüğümden de zormuş ameliyat sonrası. Cidden bunaldım ama çaktırmıyorum 😃

Dün Fizik Tedavi uzmanı ile randevum vardı seans sonu kontrolü için, geçer not alınca biraz da hava almaya karar verdik kardeşle. Önce hastanenin sokağında bulunan dayımın yıllar önce oturduğu evi görmeye karar verdik, biraz anı tazeledik önünde. Anneannemin, dayımın, annemin, babamın henüz sağ ve görece genç oldukları zamanlardı, bizim evden yürüyerek giderdik hem de yokuş yukarı tırmanıp. Onların dizleri sağlammış valla, ben elli metreyi zor yürüdüm ameliyat sonrası. Hüzünlendik biraz eski günleri düşünüp, dayımın bahçeyi yeşertişini, mangal yapıp etleri pencereden uzatışını, yengemin güzel sofralarını, küçük kuzenlerin sevimli yaramazlıklarını andık. Küçük kuzen 3 yaşındayken evden kaçmış, yokluğu fark edilince abisi aramaya çıkmış. Sokağın sonunda yakalamış, "Hayrola yolculuk nereye?" demiş. Biraz geç konuşmuştu ufaklık, komik telaffuzları vardı, güldürürdü bizi. "Gidiyom vakvak" demiş, yani istikamet Kuğulu Park. "Abicim" demiş büyük, "yol tehlikeli, Kuğulu Park tehlikeli, sen ön bahçede oyna, arka bahçede oyna". Bizimkinden cevap; "Ön ııh, arka ııh, giderim yol, giderim vakvak". O kaa 😃

Sonra yine aynı sokaktaki bir arkadaşımızın bahçesinde biraz soluklandık ve aylardır ilk kez sosyalleştim açık havada, bir saat bile olsa iyi geldi. 

Ve bu ay okuduğum kitaplar, ameliyattan bu yana tanıtım yazısı yazamıyorum, affeyleyin, uzun süre oturmak yoruyor beni. Hemen hemen hepsini severek okudum diyeyim, siz anlayın: