Sayfalar

14 Ekim 2020 Çarşamba

14 EKİM (TATİL TATİL 2)

Klavyenin başına oturduğumdan beri mini boy bir karasineğin sürekli tacizindeyim. Hâlâ ağzımın içine girmeyi başaramadıysa da yüzüme, gözüme, elime, koluma bir konup bir kalkıyor. "Küçük ama üç buçuk" ile "Sinek küçük ama mide bulandırır" atalarımın sözleri arasında gidip gelmekteyim. İkide bir kış kış yapmaktan kelimeleri yanlış yazıyor, harflerin yerini sapıtıyor ve disleksik olmaktan şüpheye düşüyorum. Bu yaz sinek açısından bereketli niyeyse, hatta Ankara'da çok ender rastladığım sivrisinekler bizi yalnız bırakmadı sezon boyunca.

Tatil serisine başlamıştım devam edeyim, yazmazsam kafayı sıyıracağım zira. Instagram'ı açıyorum, günlük güneşlik, insanlar cafelerde, restoranlarda, arkadaşlarıyla sarmaş dolaş, seyahatlerde, sahillerde. Kendimi hani şu 2. Dünya Savaşı'nın bittiğinden haberi olmayıp da ormanda yıllardır gizlenen insanlar vardır ya, onlara benzetip "Aaa pandemi bitmiş galiba, benim haberim yok" diye şaşırıyorum, sonra Twitter'e geçiş yapıyorum, off felaket tellalı gibi, "Amanın" diyorum, "hepimiz öleceğiz". Bu işin bir ortası yok, yine en sakin liman bloglar, kaçıp buraya sığınıyorum. Lakin sayın ve sevgili Blogspot ne yaptın ya sen bu blog düzenini, her yerleştirme omuz zoruyla, niye kurcalarsın ki düzgün giden bir akışı. Fotoğraf eklemek sıkıntı, marj ayarı kendiliğinden zıplama yapıyor, düzeltemiyorsun. Duy sesimizi, dön eskiye 😉

İlk tatil yazımı Amasra'ya ayırmıştım, ilk deniz tatilimiz ve ikincisi. Sonraları yıllar yılı her yaz gittik Amasra'ya. Ailemle en son gittiğimde ya lise sonda ya üniversitedeydim. Sonra rotayı Ege'ye, Akdeniz'e, Marmara'ya kırdık. Hep cümbür cemaat oldu Amasra tatillerimiz, komşularla oluşturduğumuz bir ekürimiz vardı. Her bir aile bir pansiyona yerleşir, en büyük olanını ortak kullanım mekanı olarak belirlerdik. Yemekler orada yapılıp yenir, sohbet-muhabbet orada eda edilir, herkes yatmadan yatmaya kendi pansiyonuna dönerdi. Bir kişi şef tayin edilir-ki genellikle bu babam olurdu-ne pişirileceğini, hangi alışverişlerin yapılacağını, gün içinde nerelere gidileceğini belirler, masrafları not edip herkesin payına düşeni tahsil ederdi. Bir seferinde toplam 20 kişilik 5 aile gitmiştik. Sahile yakın pansiyon merkez üs seçilmişti. Aslında pansiyondan ziyade insanların normalde kullandıkları evlerdi bunlar, yaz sezonunda kendileri ya bir odaya, ya bir yakınlarının yanına geçiyor, evlerini gelen yazlıkçılara kiraya veriyorlardı. Bu söz ettiğim evin asıl sahipleri de-galiba lojmandı burası-bahçede köpek kulübesinden hallice bir baraka yapmış, tüm yazı orada geçirmekteydiler. Orta yaşlarının başındaki adamı, kuşkucu bakışlı sarışın karısını ve tüm gün mayoyla güneşte dolaşmaktan teni kahverengiye, sarı saçları da saman rengine dönmüş  kızlarını her gün görüyorduk, hatta kız çocuğu sürekli bizimle birlikteydi. Bizim gruptaki çocuklar arasında yaşıtları vardı, arkadaşlık ediyorlardı. Bir süre sonra adam da dadandı ekürimize. Babamın arkadaşlarından biri güzel saz çalardı, yemek sonrası sazlı-sözlü muhabbet başlıyordu. Müzik sesini duyan adam bir-iki derken her akşam meclise iştirak eder oldu, bet sesiyle türkü söylediği de oluyordu. Bu durumdan pek memnun kalmasak da sonuçta ev sahibimizdi, gelme diyemiyorduk. Zaten Amasra'da tatil için çok ters bir zaman seçmiştik, Ağustosun son yarısıydı ve Amasra soğumaya başlamış, zaten serin olan deniz üşütecek duruma gelmişti. Ona da razıydık ama bir hafta boyunca kesilmeden yağan yağmur deniz keyfimizin içine etmiş, bizi eve mahkum etmişti. Annemin itirazlarına aldırmayıp iznini Ağustos'un sonuna ayarlayan babam hava durumunun müsebbibi haline gelmiş, "ben sana demedim mi?"lerden öyle bezmişti ki, balkondaki tahta masaya bir dörtlük kazıdı: "Geldik Amasra denen kente/Denize girip güneşlenelim diye/ Yağmur, rüzgar elvermedi/İşiniz mi yoktu enayiler diye".  Yine de üç-beş güneşli günde denize koşuyor, Bakacak Tepesi'nden Amasra'ı seyredip böğürtlen yiyerek dönüyor, Mendirek'te yürüyüşler, Çekiciler Çarşısı'nda alışverişler yapıyor, Sefa Park'ta (sonraları Sev Kardeşim oldu) çay içerek güzelim gün batımlarını izliyor, akşamları da kendi muhabbetimize dalıyorduk. Ne sandalla geziye çıktığımızda kırılan ıskarmozla denizin ortasında mahsur kalmamız, ne pansiyonlardan birinin duvarında gördüğümüz akrep, ne üşüyüp üstüste giydiğimiz hırkalar neşemizi bozuyordu. Plajdaki gazinolardan bangır bangır yayılan o yılın moda şarkıları eşliğinde sahil yürüyüşleri yapıyor, bazı ılık akşamlarda açıkhava sinemasına gidiyorduk. 



Nedendir bilmem, çok fazla fotoğraf yok o yıllardan, belki de Antalya'da benim albümlerdedir. Bunları annemlerin albümünden buldum, kalabalığımıza fikir versin diye. Bir piknikteyiz. Pide mi yaptırılmış, gözleme mi bilemedim, ayran eşliğinde bir şeyler yeniyor. Kimi artık bu dünyada değil, çocukların çocukları, hatta torunları olmuş, herkes bir yana savrulmuş. Üstteki fotoğrafta sadece erkeklerin ikisi ve çocuklar çekim yapıldığının farkında, ben de tam saçımı düzeltecekmişim, babam basmış deklanşöre. Geri kalanlar yiyip içme derdinde 😃 İkincide Türkan teyze bir şeyin tekmilini veriyor ama neyin? Anneannemse biraz sinirli, muhtemelen çocukların gürültüsüne kızmış 😃 Ben de sonunda saçımı düzeltebilmişim galiba...

Son gidişimiz Kıbrıs Barış Harekatı sonrasıydı. Dayımın nakliye uçağı pilotu olarak katıldığı çıkartma endişeli günler yaşatmış, tatile çıkma konusunda kararsız kalmıştık. Sonra ortalık yatışınca babam "Haydin gidiyoruz" demişti, bu defa ekürisiz, tek eşlikçimiz anneannemdi. Lakin gidişimizin 5. günüydü sanırım 2. Barış Harekatı başlamış ve apar topar valizleri toplayıp geri dönmüştük. O dönüşün üstünden yıllar geçecek Amasra'ya bir sonraki ve son gidişim bir Karadeniz turu nedeniyle bir gecelik olacaktı. Benim bıraktığım Amasra çok değişmişti ama yine de eski günleri anmış ve çok mutlu olmuştum. 

Bir sonraki yazıda yine cümbür cemaat Çanakkale'ye gideceğiz 😃

4 yorum:

  1. İlk fotoğrafta tatlı tatlı gülümseyen kız çocuğunu merak ettim, umarım güzel bir yaşamı olmuştur. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. En öndeki miniği diyorsanız kız kardeşim, iyi çok şükür :)

      Sil
  2. Fotoğraflara bayıldım! O kadar sevdim ki... Psikopat gibi bir köşesine kendi çocukluğumu fotoşoplayasım geldi :)))) Ben çevremde pek çocuk olmadan büyüdüm Leylak Dalı. Büyükler çok vardı, çok çok fazla vardılar ama ya çocuksuz ya tek çocukluydular.. O nedenle bu fotoğraflar beni benden aldı :) Ne hoş, ne güzel bir çocukluk bu!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Keşke fotoşoplasaydın, ne tatlı olurdu :) Ben çok çocuklu büyüdüm Ceren, tek çocuktum ama apartmanımız çocuk cennetiydi, bir sürü arkadaşım oldu, çoğuyla hala görüşürüm. Kardeşimin ilk üç yılı o apartmanda geçti, tüm mahallenin bebeğiydi, taşındığımız yerde biraz eksiklik hissetti o. Üstteki fotoda önde gülümseyen fıskiyeli minnak kardeşim. Komşularla öyle sıkı ilişkimiz vardı ki tatillere bile böyle cümburcemaat gittik, güzel ya, çok arıyorum bazen. Bunları yazarken de burnumun direği sızladı, çoğu rahmetli oldu çünkü :(

      Sil