Sayfalar

19 Temmuz 2020 Pazar

19 TEMMUZ (PAZAR SIKINTISI)

Oldum olası sevmem pazarları, çalışırken de, emeklilikten sonra da değişen bir şey olmadı. Ayın en gereksiz, en sıkıntılı günü. Hayat rutin seyrinden kayar ve durağanlaşır, bazen de rutin seyrin çok üstünde bir karmaşaya sebep olur, çocukluğumda olduğu gibi. Tezer Özlü "Çocukluğun Soğuk Geceleri" kitabında bahseder bu sıkıcı pazarlardan, aynı benim hissettiklerimi yazar. Ben neredeyse 15 günde bir annemin bitmeyen çamaşır sevdasıyla kargalar kahvaltısını yapmadan uyandırılırdım: "Kalk, yorganını sök, ipi uzun tut, kopuk kopuk yapma". Bitmek bilmez tasarruf kaygıları, 2. Dünya Savaşı'nın çayı kuru üzümle içen, ekmeği karneyle alan neslinin dinmeyen tutumluluğu, kendileri değilse de ana-babalarından şartlanmışlar. Anneannem bir yiyeceği ekmeksiz yediğimiz görürse çıldırırdı: "Katık et!" ya da "Ekmeksiz yeme, karnında kurt olur". Ekmek bir nevi kurtsavar vazifesine haizdi anlayacağınız. Oysa benim ekmek eşliği olmadan yemeye bayıldığım şeyler vardı, anneannemin şerrinden kurtulmak için önce ekmeği kuru kuru yer, sonra sevdiğim yiyeceği gönderirdim mideye. Kurt kapanı 😃

Yorgan banyodan gelen deterjan kokuları arasında sökülüp çarşaflar anneye teslim edilir, yorgan ipi kontrol edilir, kısa kısa sökmüşsem ödül olarak küçük bir azar alırım. Pazar kahvaltısı mı, hadi canım, o son zamanların modası. Annem çamaşır yıkayıp temizlik yapıyor, ne haddimize pazar kahvaltısı beklemek. Bütün bir hafta çuvala girdi ya, herkesin evde olduğu pazar günleri yapılsın tüm işler ki anamızın kıymetini bilelim. Vakit biraz ilerlediğinde deterjan kokuları ve çamaşır makinesi tıngırtılarına radyodan yükselen maç yayını da eşlik etmeye başlar. Daral daralabildiğin kadar. Hele bir de ertesi güne yazılı varsa, hepten bittik. Kendine ait bir oda mı? Yahu Virginia Woolf'muyuz biz, nohut oda bakla sofa evlerimizde cümle alem salonda seyran eyler. Tamam iki odamız daha vardır ama biri ebeveyn yatak odası, diğeri ise yılda üç kere falan gelen hatırlı misafirler için tahsisli müze odadır, girmek yasak, çıkmak haliyle yasak. Daha bunun pazar alışverişi var, mevsim kışsa soba için kömürlükten tenekelerle odun-kömür taşıması var, annemin burnundan soluması var, varoğlu var yani. Öyle içime işlemiş ki Tezer hanımın deyimine atfen "Çocukluğumun gıcık pazarları" büyüdüğümde de ısınamadım kendilerine, hem de o günlere inat en ufak bir işe elimi sürmediğim halde, emekli olup tüm günlerimi pazar modunda geçirdiğim halde. Bu sıcak temmuz pazarında da o kanepeden bu koltuğa atıp duruyorum kendimi, ruhumu daraltan pandemi günlerinin arttırdığı sıkıntıyla. 

Elimde Çek yazar Marek Sindelka'nın "Anormal" isimli kitabı var. Kitap, kahramanlardan biri  olan Krystof'un çocukken annesiyle birlikte Wroclaw'a yaptığı bir tren yolculuğuyla başlıyor. Tren bir ormanın içinden geçiyor, ormanda dev çiçekler açmış upuzun bitkiler var, annesi bu bitkilerin zehirli olduğunu, dokunmaması gerektiğini, aksi halde cildinde büyük yumruların oluşacağını söylüyor ve bitkilerin adının "Tavşancıl otu" olduğu bilgisini veriyor. Krystof'un çocukluğunun büyük bölümü bu bitkilere geliştirdiği fobi yüzünden korku içinde geçiyor ama bir süre sonra bu korku ilgiye dönüşüyor, Krystof bir bitki uzmanı oluyor ve hayatı da zamanında korktuğu bu bitkilerin olduğu ormanda, onlardan birinin dibinde son buluyor. Henüz kitabı bitirmedim, arkadaşın ölümüne kadar neler yaşadığını öğrenemedim ama devasa çiçekleri olan bu bitkileri merak edip bir Google araması yaptım, beni araştırmaya sevk eden kitapları seviyorum. Tavşancıl otu ne çıktı biliyor musunuz? Geçenlerde bizim bahçede fotoğrafını çekip Instagramda paylaştığım, dantel gibi beyaz çiçekleri olan bitki. Hatta bitkinin bizim memlekette halk arasındaki adının "Arnamus çiçeği" olduğu yazıldı, güya ortasında daha geniş bir siyahlık varmış ama ülkedeki ahlak seviyesi düştükçe o siyahlık azalmış şeklinde bir halk efsanesi de mevcutmuş. Gelgelelim  esası tamamen başka bir şeymiş, şimdi bitki şu:


Bildiğimiz tarlada, bayırda yetişen otumsu bitki, bunlar da alerjik reaksiyona sebep olabiliyormuş ciltle aşırı teması olursa, bilhassa hassas bünyelerde kızarıklık, şişkinlik yapabiliyormuş ve güneş ışığıyla temas ederse kalıcı iz bırakabiliyormuş. Bunun yanısıra belirli ölçülerde şifalı bitki olarak kullanım alanı da bulunmaktaymış. Efendim bir de bunların "Dev" olarak tabir edilen cinsi varmış ki, kitapta bahsi geçen bunlarmış, bakınız:



Görseller: Buradan

Latince adı "Heracleum Mantegazzianum" olan (Herakles'den mi geliyor acaba?) "Dev Tavşancıl Bitkisi"nin kadın ve çocukla oranlayarak büyüklüğünü tahmin edebilirsiniz. Zavallı Krystof'un korku geliştirdiği kadar varmış değil mi? Sanırım bu kitap bitene kadar ben botanik konusunda epey geliştireceğim kendimi 😃

Haydi ben gidip az daha kurcalayayım kitabı, kimbilir daha neler çıkacak karşıma. Pazarınız keyifli geçsin...

9 yorum:

  1. Annem çamaşırları çarşamba günleri yıkasa da, pazar günlerinin hiç bir şeye benzetemediğim sıkıntısı seninkinden az değildi gerçekten!
    Ah, gece kafaya hamam tası ve sabun yemeden yıkanma isteği var bir de. Sabunlar ki, anlattığın tasarruf tedbirleri dolayısı ile stoklanıp kurutulur ve böylece aynı zamanda bir silaha (!) dönüştürülürdü :) Kalemiti Ceyn'in kurabiyeleri halt etsin.

    Baltık ülkelerinde devasa bitkiler ve çiçekler gördüğümde aynen fotoğraftaki kadın gibi pozumu vermiştim.

    YanıtlaSil
  2. Keyifli okumalaaaar 😊

    YanıtlaSil
  3. Pazarları severim ben ama genelde çok yorulurum... Pazartesi benim için işyeri dinlenme yerini alır hatta :))

    Öğreten kitapları ben de seviyorum... Tavşancıl otu hiç de tavşancıl değilmiş vallahi, gayet iri kıyımmış :)))

    YanıtlaSil
  4. Arnamus çiçeğinden tavşancıl otuna, oradan heracleum mantegazzianuma... Olaylar gelişiyor! Bakalım nerelere gidecek, bundan sonra? :)

    YanıtlaSil
  5. hıltan deniyor bu civarda ama böyle devasa olanı yok tabii :)

    YanıtlaSil
  6. Pazar günlerini ben de taa çocukluğumdan beri hiç sevmem. Haftanın tüm yorgunluğunu sünger gibi içine çekmiş, bir yandan da yeni haftaya geçerken bizi sınarcasına bir sıkıntının içine sürüklediğini düşünürüm hep.
    Ben bu tavşancıl otunu biraz da baldırana benzettim. Socrates de baldıran zehriyle idam edildiği rivayet edilirmiş. Belki de aynı familyadan bu bitkiler.
    İyi okumalar... sevgiler.

    YanıtlaSil
  7. Dev boyutta olanlarını bilmiyordum, böylece öğrenmiş oldum:) Sevgiler...

    YanıtlaSil
  8. tezer özlü en sevdiğim yazaaar ama pazar günü benim en sevdiğim gün, çocukluktan beri, yani evde insanlardan hayattan uzak olma zamanı, sessizlik, ama tabii ders çalışmaktan başka şey yapmadığım gün, aynı zamanda en ölü gün, kimse sana karışmaz filan. huzur günü benim için oldu hep. en yalnız kalabilidğimiz gün bence ve yalnızlık aşığı olduğum için tabii :) hımmmm roman okumanın yararlarıııı :) hımmmm tavşancıl otunun hikayesi hoş olmuş yani senin botanikciliğin. heraklesin kılıcıııı :)

    YanıtlaSil
  9. Oysa bir önceki gün yani Cumartesi ne güzel bir gündür :)

    YanıtlaSil