Sayfalar

19 Mart 2019 Salı

19 MART (FİNCAN)

Yenimahalle'deki evimizin merdiven sahanlığına bakan loş mutfağında bardaklara ve fincanlara ayrılmış bir raf vardı, diğerine göre daha minik, muhtemel ki babam yapmıştı. Dünya beceriklisi bir adamdı olgunluk çağlarında. O rafta zamanın genelgeçeri olan ufak, silindirik fincanların yanında tek başına, ayrıksı, kulpsuz bir fincan dururdu. Taban kısmı dar, yukarıya doğru lale gibi açılan bu fincan çocuk yaşımda ilgimi çeker, kahve içme izni çıktığı zaman-biliyorsunuz eskiden çocuklar kahve içince kararırdı-ilk kahvemi o fincanda içmeyi düşlerdim. Aile arasındaki ismi "Çağla Emmi'nin fincanı" idi. Çağla Emmi'yi zinhar hatırlamıyorum. İki ve üç yaşımı geçirdiğim, babamın görevi nedeniyle bulunduğumuz Konya-Karapınar'daki ev sahibimiz olduğu söylenirdi. Aslında Karapınar'dan bölük pörçük birkaç anım var; eve gelen misafirler o anda memurlar lokalinde olan, adıyla seslendiğim babamı sorduklarında "Bizim bey kulüp kuşu, kulübe gitti" şeklinde şımarmalarımı, evin önündeki taş yığını arasına saklanmış civcivleri ararken düşüp alnımda silinmeyen bir iz bıraktığımı, babamla birlikte çalışan Dr Osman beyin oğlu Sadık'la bakkala gidip kaybolduğumuzu-ki bu olayda Sadığın bakıcısı fena halde azarlanmıştı-babamın evin önündeki bahçeye attığı keçi gübrelerini zeytin sanıp yemeye çalıştığımı, Şahika diye bir arkadaşım olduğunu ve buna benzer birkaç şeyi daha hatırlıyorum. Gelgelelim Çağla Emmi tamamen silinmiş, fincanı var kendi yok. Hoş artık fincanı da yok ama bir erkeğe, üstelik de modern zamanlar bile değil, niye Çağla adı konur, yoksa Çağla lakabı mıydı, hep merak ederim. 

Çağla Emmi'nin ruhunu şadederek başladığım bu yazıya sebep aslında dün Instagram'da rastladığım fincanlı bir paylaşım, beni aldı, zihnimin derinliklerine soktu, neler neler bulup çıkardı. O dehlizlerde kaybolmadan yazıya dökeyim istedim. Çağla Emmi'nin fincanı bir anıydı sanırım, hiç kullanılmazdı, sonra da muhtemel ki taşınmalarda kırıldı. Benim kahve maceram ilkokulda başladı. Her akşam yemekten sonra babama kahve yapardım. Hâlâ Ankara'daki evde duran, tek fincanlık alüminyum bir cezve ile. Orta şekerli kahveyi babama götürdüm mü karşılık olarak her seferinde şu iki dizeyi alırdım: "Ehl-i keyfin keyfini kim tazeler/Taze elden, taze pişmiş, taze kahve tazeler". Sonra dayımın temin ettiği "Subay" sigaralarından bir tane yakar, okuyacağı kısma göre katladığı Cumhuriyet gazetesine dönerdi. Bir süre sonra, ülseri azınca bu ritüle fincana damlatılan 2-3 damla su eklenecekti. Güya telveyi dibe çöktürüp mideye daha az zarar verecekti. Tüm bu sunumlar evdeki sıradan fincanlarla yapılırdı ama benim aklım hep annemin büfede bir mücevher özeniyle sakladığı çeyiz fincanları ile porselen çay takımlarındaydı. Kalbimin sahibi şu fincandı:


O evden ayrılmadan bu fincanla hiç kahve içtim mi? Sanırım içmedim, başka fincanlar alındı, onlar kullanıldı, bunlar büfedeki ebedi istirahatgahlarında eskimeye terkedildiler. Onca özenle korunan bu fincanlardan üç tanesi şimdi benim evimde, birinin tabağı kırılmış yapıştırılmış, bir diğerinin fincanı çatlak ama ne zaman özel bir günde, özel bir sebeple kahve içmek istesem bunları kullanırım. O fincan biraz annem, biraz da onun gençlik hayalleridir. 

Bir de çay takımları vardır, porselen, incecik, çoğu kez yaldızlı, minnak çiçeklerle bezeli, fincanı, demliği, sütlüğü, şekerliği tam takım. Hemen her kızın çeyizinin olmazsa olmazı ve hiç kullanılmazı. İngiltere kraliyet ailesinin bir parçası olduğumuz için kızlarımıza fayf e klok ti zamanlarında servise çıkaracakları bu nadide parçaları vermezsek olmaz. Zaten millet olarak da çayımızı sütlü içeriz. Gel gör ki ben de bu takımlara meftundum, anneme yalvarırdım, pazar günleri bari kahvaltıda bu takımları çıkarsın diye. O sabahlarda "Yorganlarınızı sökün, çamaşır yıkayacağım" diye bağırarak bizi uyandıran annem uzaydan gelmişim gibi bakardı yüzüme, deterjan kokan, temizlik nedeniyle ayağa kaldırılmış, radyodan maç sesi yükselen bir evde porselen çay takımlarıyla kahvaltı, beklentimin yüksekliğine bakar mısınız 😃 Durum tam tamına "Çocukluğumun Soğuk Geceleri/Tezer Özlü" kıvamında oysa 😃 Kazara çay içmek için fincanlardan birini çaktırmadan alsam, "Kıracaksın, koy onu yerine" diye azarı işitirdim. Onlar da yukarıdaki fincanlar gibi-hatta onlardan daha fazla-dolapta yaşlandılar. Şimdi kalan ömürlerini benim dolaplardan birinde tamamlıyorlar. İşlevsiz eşyalara bayılıyoruz vesselam...

Anneannem ölümünden bir-iki ay öncesine kadar yalnız başına yaşadı, kimseye muhtaç olmadan. Evde bir şey eksik oldu mu emektar pardesüsünü giyer, başörtüsünü bağlar, meslerinin üstüne lastiklerini geçirir ve dördüncü kattaki asansörsüz evinden hiç gocunmadan merdivenleri inip alışverişe giderdi. Bazı kalemlerde çok titizdi; Mişmiş'ten yeni çekilmiş kahve, Et ve Balık Kurumu'ndan-ki buraya Et Gımısı derdi, diğer alışverişlerini yaptığı Gima'dan hareketle-et, Eyüp Sabri Tuncer'den limon kolonyası, Ulus'taki Hâl'den sucuk-pastırma ve her baharda semt pazarından sarmalık asma yaprağı. Kendisi pek kahve içmezdi ama kapıdan girene ilk ikramı olurdu. Daha eskilerde kahveyi çekirdek olarak alıp evde kavurduğunu, pirinç el değirmeninde çektiğini hatırlarım. Mis gibi bir kahve kokusu sarardı ortalığı. Anneannemi anımsatan üç kokudan biridir bu, diğeri sobanın korları üzerine maşayla uzatılmış sucuk ve benim nefret ettiğim ama O'nun bayıldığı Altın Damla Kolonyası.  Onun fincanları da tıpkı bizimkiler gibi merdiven sahanlığına bakan mutfağının küçük rafında dururdu. Ve yine muhtemel ki o rafı da babam yapmıştır. Aynı sitede farklı bloklarda ama aynı konumdaki dairelerde otururduk eskiden. Kiminin tabağı, kiminin kendisi çatlak, kullanmaktan sararmış, ayrı ayrı takımların parçaları, minik çiçekli küçük fincanları vardı. Ve poposu düz olmadığı için pişene kadar ocak üstünde lingirdeyen koca karınlı bakır bir cezvesi. Eşimle ziyaretine gittiğim yaz aylarında daima açık duran kapısından içeri girer girmez, "Haydi kahve yap" derdi, eşimin ilk iki harfini ölene kadar yanlış söylediği adını anarak. Koyu mavi yağlıboyayla boyanmış duvarların ve yine babamın eseri olan koyu mavi dolapların iyice kararttığı mutfakta, küçük bölümü bozulduğu için yanmayan ocağın kocaman alevinde, lingirdeyen cezveyi dengelemeye çalışarak pişirirdim kahveyi. Önünde önlüğü, elinden düşmeyen tesbihiyle arasıra yoklamaya gelirdi, "Nöördün, daha pişiremedin mi?" diye. 

Bir de tek sarı fincan vardı, ölene kadar küçük vitrinin camekanında kokusu uçmuş ama şişesi güzel Altın Damla kolonyaları, dayılarımdan kalma likör kadehleri, çay bardakları ve bazı kıymetli evrak ve fotoğraf arasında sergilenen. O fincanı ona Jale abla hediye etmişti. Kapı komşumuz, doğma büyüme İstanbullu, esmer güzeli Jale abla. Hava Kuvvetleri Komutanlığı Bandosu'nun tamburmajörü, bir artist kadar yakışıklı Faruk abi ile evliydi ve benim hayatımda bir başkasına ait olup ancak bu kadar sevebileceğim bir çocuğun, sarışın, mavi gözlü, dünya güzeli Cem'in annesiydi. Bir kandil gecesiydi sanırım, anneanneme giderken onları da almıştık. Jale ablanın boş gitmeye gönlü elvermemiş, o sarı fincanı mavi olan eşinden ayırıp kendi vitrininden çıkarmıştı. Kalın seramikten, sapsarı bir fincandı. Anneannem muhtemel ki içinden "Nidiyim ben bunu?" diye düşünmüş, neyse ki belli etmemişti. Mevlut dinlemek için babamın "mısır makinesi" dediği kocaman antika radyosunu açarken fincanı da radyonun üstünde durduğu vitrine koyuvermişti. Koyuş o koyuş, o fincan anneannem bu dünyadan gidene kadar vitrindeki yerinden milim kıpırdamadı. Ölümünden sonra eşyalar dağılırken ne oldu bilinmez...

Fincan deyip geçmeyeceksiniz arkadaşlar, insana paragraflar dolusu yazı yazdırabiliyor. Ee, kahve mühim, 40 yıl hatırı var, hâl böyle olunca o kahvenin yerleştiği mekan da önemli oluyor. Haydi yapın kendinize en sevdiğiniz fincanla bir kahve, içerken de giden sevdiklerinizin ruhuna bir selam yollayın...

25 yorum:

  1. Yazınızı okuyunca çok duygulandım . Benim de 1.5 sene önce kaybettiğim babam çok severdi Türk kahvesi içmeyi. Hep ben yapardım kahvesini köpüklü olarak... Ananenizin ve annenizin ruhları şad olsun.

    YanıtlaSil
  2. Ne güzeldi bu yazıyı okumak, hayâl etmek, hep o büfede duranları hatırlamak. Gönlünüze sağlık öğretmenim. Anılarınıza sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Cenğm Ecehan, sağolasın, hepimiz anılarına sağlık :)

      Sil
  3. Ay çok.guzel.bir yazı bayildim

    YanıtlaSil
  4. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  5. Çok güzel, sıcacık bir yazı elinize sağlık... Ben de yıllar öncesinin Ankarasına, anneanneme, öğütülen kahve eşliğinde kadın kadına yapılan komşu sohbetlerine gittim geldim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ortak anılarda buluşmak ne güzel, çok sevgiler...

      Sil
  6. Büyük bir keyifle okudum yazdıklarınızı. Benim anneannem şu an hayatta ama çocukluğumdaki evde oturmuyor artık. Daldım ben de; kahve öğütücü,göz diktiğim ve her defasında onunla kahve içmeyi başarabildiğim fincan ,kullanmayı hiç sevmediğim kocaman yemek kaşığı-çatalı ,evdeki tek minik kaşığı ve çatalı her nasılsa kendi önüme denk getirişim .Teşekkür ederim .Güzel bir hisle doldu içim .

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben teşekkür ederim, böyle bir hisse sebep olduysam ne mutlu bana :)

      Sil
  7. ah yine ne güzel anlatmışsınız...sanki harika bir kitaba başlamışım gibi hissettim kendimi...ne acı değil mi insanlar toprak oluyor eşyaları kalıyor bir de anılar...bir masal gibi geldik gidiyoruz işte...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hayat böyle bir şey işte, sağlıkla yaşlanalım,önemli olan o.
      Bir kitabım var, bilmiyorum haberiniz var mı: "Mutfağın Hatıra Defteri". Benzer çocukluk anılarımı öyküleştirmiştim.
      Çok teşekkürler ve sevgiler...

      Sil
    2. hayır bilmiyordum hemen bulup alacağım bilgi verdiğiniz için çok teşekkür ederim...kucak dolusu sevgilerimle bunlar da benim babamın kitapları:Soprano (hikayeler) Umutların Yeşil Kaldığı (şiirler)..Kendi kendine küçük işyerimizde yazar okurdu en sonunda bir yolunu bulup yayınlattı hiçbirşey olmasa bile torunuma anı olarak kalsın dediydi...

      Sil
  8. Ah ne güzel anlattınız.
    Her yazdığınız zaten keyifle okunuyor.
    Bu yazı beni de aldı çocukluğuma götürdü.
    Büyükbabamın kendi öğüttüğü kahvesini, mis kokusunu hatırlattı.
    Zaman ne çabuk geçiyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler güzel sözlerinize. Zaman geçiyor gerçekten, anılarımız kalıyor geriye. Sevgiler...

      Sil
  9. şapka çıkarıyorum
    güzel yazına
    yüreğine sağlık leylağım
    bir kahve içeyim bunun üzerine

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sağol Maviannecim, ferah kahvelerin olsun :)

      Sil
  10. Keyifle okudum :) Bizde de babamın anneannesinden kalma bir fincan takımı var, sıramı bekliyorum bana gelsin diye. O dönemde diken kahvesi denilen bir kahve içilirmiş bizim köyde (Konya), taze taze kavrulup öğütülürmüş. Belki ben de torunlarıma moka-potumu hatıra bırakırım kim bilir :)
    Sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sağol canım. Sanırım bizden kahve potu, mug, süt köpürtücü falan kalır :)
      Sevgiler benden de :)

      Sil
  11. Her yazınız sıcacık çok güzel ...Teşekkürler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler güzel görüşünüze, sevgiler...

      Sil
  12. Bu yazıyı okuyunca sana kendimi anımsatacak bir fincan yollayayım istedim. Hani belki bir gün bir yazı çıkar diye. Böyle bir yazının öznesi olmak çok güzel geldi. Nurşen Abla, ellerine sağlık. Çok güzel olmuş yazdıkların. her şey yerli yerinde ve sıcacık. İnsanın içinden hem bir kahve içmek, hem bir yazı yazmak, hem de gidenlere rahmet okumak geliyor. Sahiden bu kahve denen şeyin kırk yıl hatırı var :)
    çok öperim seni, çook.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sen o fincanı bana çoktan yolladın kuzum, hem de kaç kere. Hem ben seni hiç unutmam ki hatırlayayım :)O sürpriz gibi gelen ve bir an kimden geldiğini bile anlayamadığım (o zamanlar çok yeniydik) leylaklı kupayı elime ne zaman alsam içimden sana bir öpücük yollarım. Şimdi bir daha yolladım işte :)

      Sil
  13. Her aldığım eşyayı ne kadar pahalı olursa olsun tadını çıkarana kadar kullanıyorum.İyi ki de öyle yapıyorum di mi?:)

    YanıtlaSil